24.03.2022
Ali Bayramoğlu, karar.com’da “Erdoğan’ın yeni siyasi dengesi” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yazıyı aşağıya alıntılıyoruz.
Günter Seufert iyi Türkçe konuşan iyi bir Türkiye uzmanı, Berlin’deki Uluslararası Güvenlik İşleri Enstitüsü’nün kıdemli araştırmacısıdır.
Bu enstitünün internet sitesinde “Erdoğan’ın ip cambazlığı…” başlıklı ilginç bir değerlendirme yayınladı. Makalede hem dış siyaset bakımından bir Erdoğan okuması yapıyor hem son gelişmelerle Türkiye’nin yeniden Batı’ya yönelmesini, bunun nedenlerini ve Batı için sunduğu imkanları ele alıyor.
Seufert’in Erdoğan ve dış politika değerlendirmesini birlikte okuyalım:
“2016’daki başarısız darbe girişiminden bu yana, Erdoğan Putin’in de yardımıyla kendisini ABD’den bağımsız – ve hatta bazen ona karşı – konumlandırmayı başardı. Kilit kimi dış politik konularda ABD ve AB’den bağımsız pozisyon alabildi. Moskova’yla birlikte Suriye ve Azerbaycan’da Batılı aktörleri marjinalleştirmeyi sağladı. Libya ve Doğu Akdeniz’de Türkiye, AB üye devletlerinin bir rakibi, hatta bir hasmı olarak hareket ediyor (…) Erdoğan’ın Rusya ile yakınlaşması, onu Batı’dan stratejik özerklik hedefine çok daha yaklaştırdı. Türkiye, küresel rekabetin cepheleri arasında ustaca manevralar yaptı ve böylece sadece birkaç yıl içinde erişim ve nüfuzunu önemli ölçüde genişletebildi. Erdoğan Batılı devletlere karşı daha çatışmacı tutum alıyor. Hükümet basını yıllardır Rusya’yı olumlu, Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa’yı olumsuz tasvir ediyor.
Bu politikaların kamuoyu üzerinde bir etkisi olmadığı da söylenemez: Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasından yaklaşık bir ay önce, ünlü bir kamuoyu araştırma enstitüsü tarafından yapılan bir ankette, yüzde 39 dış politikada Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’yle işbirliği yerine Rusya ve Çin ile işbirliğini tercih ediyordu..
Günter Seufert’ in bu tespitlerini özellikle alıntılamamın nedeni, bu tür bir okumanın Türkiye’de, Türk intelijansiyasında, muhalif kesimlerde, basında ve partilerinde pek az yapılıyor olmasıdır.
Türkiye’de muhalif aktörlerin çoğunluğu kendi ülkelerine kapalı bir körfez gibi bakıyorlar. Güç-siyaset-başarı arasındaki, veya dış ve iç dinamikler arasındaki köprüleri hafifsiyorlar. O zaman kamuoyu araştırmalarında hala neden Erdoğan ve partisinin “enflasyon-ekonomik kriz-hukuksuzluk-başarısızlık” denklemi içinde açıklanamaz hale geliyor.
Seufert tipi okumalar dış gözlemciler tarafından sıklıkla yapılır.
Bu köşede de sıkça söylediğimiz gibi Erdoğan’ın anlattığı siyasi hikaye ile imajı bu tür okumanın tam merkezine oturuyor.
Göç baskısı altında ve Batı’nın ufuk olmaktan uzaklaşmasıyla birlikte, bireysel tutumlarda milli sınırlara vurgunun yükseldiği, örneğin Suriyelileri ana öteki görme eğiliminin doğduğu, Avrasyacılığın baş gösterdiği bir konjonktür ile Erdoğan politikaları kesişiyor.
Günter Seufert, değerlendirmesinin ikinci bölümünde, Erdoğan’ın Ukrayna savaşıyla birlikte bu tahterevalli oyununu tam bozmadan ,ihtiyatlı biçimde Batı’ya yaklaştığını vurguluyor ve Batı “bunu bir fırsat olarak görmeli” diyor…
Türkiye’nin Batı’ya yaklaşmasının nedenlerini şöyle sıralıyor:
“Batı, Soğuk Savaş’tan bu yana görülmemiş bir birlik ve kararlılık gösteriyor ve yaptırımları Rusya’nın dünyadaki konumunu baltalıyor. Putin başarılı bir devlet adamı ve güvenilir bir ortak olarak karizmasını kaybediyor. Ankara, Putin’in büyük bir Rus imparatorluğu vizyonunun daha fazla savaşı kışkırtabileceğini fark ediyor. Dördüncüsü, Türkiye’nin sarkaç politikasını sürdürmesi giderek zorlaşıyor…”
Nitekim bu istikamette gelişmeler açık…
Ancak bunlar mutlak değil, muğlak…
Erdoğan bu kez ağırlığı Batı’da bir sarkaç politikası izliyor ama iç siyaset söyleminde Batı karşıtı söylemini değiştirmeden…
Yeni denge şimdilik burada oluşuyor.
Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.