09.07.2024
Ali Bulaç, akilsiyaset.com’da “Milli Takım, Milli Devlet” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yazıyı aşağıya alıntılıyoruz.
Faşizmle yönetilen ülkelerde halkın üç şeyle uyuşturulduğu söyleniyordu: Fado (müzik), fiesta (eğlence) ve futbol. Franko için de yönetimin üç ayağı aynıydı. Sadece faşizm değil liberal kapitalizm de futbol la barışık. Faşist rejimlerde beklenti kitlelerin bilincinin uyuşturulması iken, liberal kapitalizm işin içine piyasayı da katar; bu faşizmin sağladığı desteği ve sürekliliği kat kat arttırır. Modern futbol faşizm ile liberalizmin izdivacının çocuğudur.
Türkiye’de de kitleleri mobilize eden futbol dünyadakinden kopuk değil. GENAR, Haziran-2004’te benim de katkıda bulunduğum “Türk Toplumunda Futbol Algısı-Futbol-fanatizm ve şiddet-“ konulu bir araştırma yaptırmıştı. Araştırma bizi, futbolun spor dışında hayli yaygın ve etkin bir sektör olduğu gerçeğine götürüyordu. Milyonlarca insanın gündeminde futbol var. Futbolsuz bir dünya düşünemeyeceğini söyleyenlerin oranı yüzde 52 idi. Araştırmaya katılan deneklerin yüzde 56.9’u orta gelir, 31.9’u alt gelir grubu, 11.1’i üst gelir grubu içinde yer alıyordu.
“Futbolun kendilerine nasıl bir fayda” sağladığı sorulduğunda, deneklerin yüzde 26,7’si futbolun hiçbir faydasının olmadığını söylüyor. Yüzde 18.8’i stresten uzaklaştırıcı, 17.4’ü sağlık açısından yararlı, 14.3’ü zevk, 3.6’sı heyecan verici, 2.4’ü arkadaşlık duygusunu geliştirici olduğu için faydalı buluyor.
Takımın rengiyle taraftarın gündelik hayatında kullandığı eşya arasında şöyle bir ilişki var:
Taraftarların yüzde 20.3’ü eşyalarının renklerini takımının renginden seçiyor. Bazen seçenlerin yüzdesi 29.1. Yüzde 25’i takımı galip geldiğinde evine, iş yerine takımının bayrağını asıyor. Bazen asanların yüzdesi 22.2. Yüzde 30.1’i aynı takımı tuttuğu insanlarla futbol dışındaki konularla daha iyi anlaşır, 9.37ü eşini aynı takımı tutan kişilerden seçer, 10.5’i takımı için gerekirse kavga eder, 18.3’ü önemli maçlarda takımı galip geldiğinde araba ile gezer, 5.9’u takımının maçları için kombine bilet alır, 6.9’u maça gitmek için borç para alır, 22.1’i herkesi kendi takımına taraftar yapmak için çalışır, 37.2’si tuttuğu takım kazandığında haftaya iyi başladığını söyler, 9.7’si tuttuğu takım kazanamadığında arkadaşlarıyla görüşmemeye çalışır.
Araştırmada ortaya çıkan ilginç bir bulgu da taraftarın takımının başarısı için yapabileceği fedakarlıktı:
Taraftarın yüzde 76.7’si tuttuğu takımın şampiyon olması için hiçbir şeyini feda etmeyi düşünmezken, yüzde 5.2’si parasını, 2.8’i bütün mal varlığını, 2.5’i canını, 2.1’i vaktini, 1.2’i sevgilisini/eşini, 0.5’i sevgisini, 0.4’ü her şeyini, 0.3’ü saçını/sakalını, 0.2’si cep telefonunu veya işini, 0.1’i sigarayı veya arkadaşını ya da elbiselerini feda edebileceğini söylüyor. Sol ayağını, ömründen 2 yılını, arabasını feda edebileceğini söyleyenler de var.
Deneklerin yüzde 48.7’si tuttuğu takımın –şampiyon olması dışında normal karşılaşmalarda- galip gelmesi için hiçbir şey yapmayacağını söylerken, yüzde 40.1’i özel olarak “dua ederim”, yüzde 2’si “tezahürat yaparım”, yüzde 0.9’u “sadaka veririm”, yüzde 0.8’i “namaz kılıp dilek tutarım”, yüzde 0.7’si “adak adarım”, yüzde 0.5’i “fal baktırırım”, yüzde 0.3’ü “parasal yardım ederim” veya “büyü yaptırırım” diyor. Burada taraftarın bilinen maddi, fiziksel ve rasyonel imkanlar dışında futbolla ilgili olarak manevi, aşkın ve metafizik dünya ile ilişki kurma eğiliminde olduğunu ve bu alanlardan takımına ilave/etkin yardımların sağlanabileceği düşüncesinde olduğu anlaşılıyor.
Dua eden taraftarlar bunu en kutsal yerde de yapmayı ihmal etmez: 13 Aralık 2007 günü gazetelerde yer alan bir haber ilginçti: O sene Hac ibadetini yerine getirmek üzere Mekke’ye giden bazı Fenerbahçeli taraftarlar, takımlarının maçına yetişmek üzere hızla tavaf yapıp yakınlardaki çay bahçesine koştuklarını, Harem’de de ilk dualarını Fenerbahçe’nin kazanması için yaptıklarını açıklamışlardı.
Futbola devletin resmi kurumu Diyanet’ten de destek gelmişti. 2006’da Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu yetkilileri, performansları olumsuz etkilenen sporcuların maç günlerinde oruç tutmayarak tatil günlerinde oruçlarını kaza edebileceklerini bildirmişti. (Ben de aynı sene Arafat’ta hacıları dolaşırken üç hacının Fenerbahçe için dua ettiklerine rastlamıştım. Onlara bu mübarek yerde bir futbol takımı için mi dua edilir, diye sorduğumda bana verdikleri cevap şu olmuştu: -Hocam, bundan daha önemlisi ne olabilir?”)
GENAR’ın araştırmasında deneklerin yüzde 25’i stadyumda veya televizyonda maç seyrederken önemli pozisyonlarda yerinden fırlıyor. Yüzde 21.1’i maçları gayet sakin ve sessiz izliyor. Yüzde 20.8’i bağırıyor, yüzde 12.3’ü yanındakine sarılıyor, yüzde 8.9’u küfrediyor. Maç sırasında küfredenlerin yüzde 46.3’ü normal hayatta küfretmiyor. Psikolojik tepkileri farklı olsa da, maç sırasında küfredenlerin yüzde 46.3’nün normal hayatlarında küfretmiyor olmaları, futbol/maç atmosferinin küfretmeye eğilim doğurduğu ve bazı olumsuz davranışlara yol açtığı fikrini kuvvetlendirmektedir.
Dört durumda insanın bilinçaltı dışa vurur: Bunlar da turizm, trafik, sosyal medya ve futbol stadyumları.
Herhangi bir takım taraftarının evde, iş yerinde takımıyla ilgili forma bulunduranların oranı yüzde 18, flama-bayrak bulunduranlar yüzde 13.5, atkı bulunduranlar yüzde 10.1, poster bulunduranlar yüzde 9.4, şort bulunduranlar yüzde 8.1, eldiven bulunduranlar yüzde 7.1, top bulunduranlar yüzde yüzde 5. Evinde takım taraftarı olan kişilerin yüzde 21.8’i eşyaların renklerini takımının renklerinden seçer. Yüzde 21.3’ü önemli maçlarda takımı kazandığında evine, işyerine takımının bayrağını asar. Bu rakamlar, futbolun ekonomik boyutu hakkında bir fikir vermesi bakımından önemli. Futbolun sade bir spor değil ekonomik bir sektör olduğunu düşünenler 48.1.
Deneklerin yüzde 46.6’sına göre fanatik bir taraftar takımının her maçına gitmelidir.
Deneklerin yüzde 29.8’i futbolun bireylerin şiddet ve delikanlılık güdülerini tatmin ettiği fikrine katılıyor. Futbolun farklı toplumlar arasında barış ve dayanışmaya hizmet ettiğini düşünenler 56.2.
Deneklerin yüzde 49.8’i spor yazarları ve yorumcuların ortamı gerginleştirdiklerini düşünüyor. Söz konusu yazar ve yorumcuların söylediklerini önemli bulmayanlar 26.1.
Araştırma bize futbol hakkında genel bir fikir veriyor, fakat konu bundan ibaret değil, futbol basit bir spor olmanın ötesinde sosyo politik ve kitle psikolojisiyle yakın ilgili. Adaletsiz, eşitsiz, rekabetçi, anlamdan ve amaçtan yoksun bir düzenin yerküresi ölçeğinde kendini gizleyerek sürdürdüğü en etkin sektörlerden biri futboldur.
Futbolun sofistike modern milli devletler nezdindeki konumu, devletin inşa ettiği milletle/ulusla ilişkisinin aynısıdır. İkisinin ortak vasıflarını şöyle sıralamak mümkündür:
1. Devlet de, futbol kulübü de bir kimliğe sahiptirler.
2. Kimliklerine asabiyet derecesinde sadıktırlar.
3. İkisinin de hareket motivasyonlarını sağlayan şey içeride sadakat ve uyum, dışarıda rekabet, çatışma ve üstünlük iddiası.
4. İkisinde de karar mevkiinde olanlar küçük bir azınlıktır; milli devlet açık faşizm değilse, yöneticiler “seçim”le iş başına gelir, spor kulüplerinde de seçim vardır. Devlet aygıtını işletenler seçimle iş başına geliyor olsalar da, sistem özünde aynıdır; sosyalist, liberal, muhafazakar-dindar, milliyetçi partilerin hükümet olması sistemin ruhuna ve işleyiş maksatlarına halel getirmez. Futbol kulüplerinde de kişiler uzun süre başta kalabilirler. Mesela Aziz Yıldırım 20 sene Fenerbahçe’nin başında kaldı (1998-2018). Hükümete veya futbol kulübüne yeni gelenlerin eskilerine göre üslubunda değişiklik olur sadece. “Her yiğidin bir yoğurt yiyişi var”sa da sonuçta iki yiğidin de yediği yoğurttur.
5. Her ikisinin en çarpıcı benzerliği kitleleri olağanüstü derecede mobilize edebilmeleri, varlıklarını harekete geçirdikleri duygularla, heyecanlarla devam ettirme kabiliyetine sahip olmalarıdır.
Söz konusu analojiyle neyi kastettiğimizi anlatmaya çalışalım: Seçtiğimiz örnek Türkiye’nin en eski ve en büyük spor kulübü olan Fenerbahçe olsun. 1908 yılında spor kulübü olarak kurulan Fenerbahçe, 1924 yılından beri düzenlenen Türkiye Ligi şampiyonalarında toplamda 28 şampiyonluk ile en çok şampiyon olan futbol takımıdır. Süper Lig’de 19 kez, Millî Küme’de 6 kez, Türkiye Futbol Şampiyonası’nda ise 3 kez birinci olarak tamamlamıştır.
Fenerbahçe için bir “cumhuriyet” denmesi boşuna değildir, 2021 yılında yapılan araştırmaya katılan 18 yaş üstü kişilerden Türkiye nüfusuna göre yapılan oranlamayla çıkan sonuçlara göre Galatasaray 25,9 milyon Fenerbahçe 20,3 milyon ve Beşiktaş 13,5 milyon taraftara sahip bulunmaktadır.
2013’te 2012-2013’te Türk takımlarının yabancı futbolcu transferi için harcadıkları para 45 milyar 300 milyon euro idi, 2023-2024 sezon için sadece Fenerbahçe’nin harcadığı para 58,81 milyon euro.
UEFA’nın raporuna göre Fenerbahçe, en çok gelir getiren 20 takım içinde 18. sırada yer alıyor. Ürün satışından elde ettiği gelir 31 milyon euro, kulüp satışlarından ise 56,3 milyon euro kazanmış bulunuyor. Toplam üye sayısı 46 bin 610 kişidir, üyelik giriş ücreti 75 bin liradır.
Rakamlar her sene değişiyor, değişmeyen şey bu spor kulübünün muazzam bir servete hükmediyor olmasıdır, milyonlarca taraftar veya sempatizan bu kulübe hizmet ediyor. Milyonlarca insanı mobilize olmasını ve milyonlarca doların kulübün kasasına akmasını sağlayan ana motivasyonlar;
a. Takım kimliği,
b. Kimliğin asabiyet derecesinde tahkimi,
c. Üstü örtülük düşmanlık duygularını masum spor rekabeti adı altında canlı tutmasından ibarettir.
Diğer takımlarla birlikte piyasada milyarlarca euronun dolaşımını sağlayan şey, yuvarlak meşin bir topun rakip takımın kalesine atılmasını sağlamaktan ibarettir, başka bir şey de değil. Onbinlerce insan garip bir heyecana kapılıp çılgınca tezahürat yapıyor; takımları gol attığında sevinçten havaya uçuyor, takımları gol yediğinde derin bir mutsuzluğa düşüyor.
Sektörde tedavül halindeki milyarlarca liradan gerçek manada istifade eden küçücük bir azınlık: Futbol kulübü yöneticileri, futbolcular, üyeler. Kaynak aktaran genel kitleye oranları yüzde bir bile değil, küçücük bir azınlık milyonların sadece paralarını değil, duygularını, zamanlarını da sömürüyor.
Modern ulus devletin de periyodik olarak değişen hükümetlere rağmen ülkenin beşeri, tabii ve iktisadi kaynaklarından istifade eden nüfusun küçücük bir zümresi. Devletlerin de;
a. Resmi kimliği,
b. Kimliğinin bir asabiyet olarak topluma empoze edilmesi. Genel söylem şu: Beka sorunu olan ülkeyi içeride hainler, bölücüler, teröristler; dışarıda bölgesel ve küresel düşmanlar tehdit ediyor.
c. Bürokratik, iktisadi, askeri ve siyasi küçük bir zümrenin ülkenin tamamını usulüne uygun sömürmesi. Mart-2024’te açıklandığı üzere Türkiye’de nüfusun yüzde 1’i servetin yüzde 40’ına sahip bulunuyor.
Devletler futbola büyük önem ve destek verdiği gibi, futbol kulüpleri de devletlere büyük destekler vermektedir. Devletin kimlik ve ideolojisini en yüksek düzeyde yayıp tahkim ettiği durumlar milli takımın yaptığı maçlardır; marşlar metafizik duygularla okunmakta, bayraklar kutsal sembollere dönüşmektedir. Bu halleriyle milli maçlar her türden yakınlaşma ve işbirliğini manen zayıflatır, insanın en muhteris, hasmane ve başkalarını ezme duygularını tahrik eder. Ruhta yenmekten, ezmekten, galip gelmekten başka hiçbir insani haslet kalmaz.
Birlik gibi görünseler de, ulus devletler arasında sürüp giden rekabet ve yarışın açık göstergesi, şu veya bu turnuvada maç yapan takımların milyonlarca taraftarlarının nasıl birbirlerine karşıt hislerle mobilize edildiği gerçeğidir. Hükümetleri ve partileri değişse de devletleri, renkleri değişse de takımları kontrol eden küçücük bir azınlık milyonları sömürmekte, beşeri bilinci dumura uğratmaktadır.