25.01.2022
Alper Görmüş, serbestiyet.com’da “1996: ‘Yeşil’ bir Kurban Bayramı’nda Güldal Mumcu’yu ziyaret ediyor” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yazıyı aşağıya alıntılıyoruz.
Uğur Mumcu cinayeti sonrasının en tuhaf gelişmelerinden biri de 1996’da yaşandı. O yılın Kurban Bayramı’nda ülkenin bildiği en acımasız Devlet tetikçilerinden biri, ellerinden tuttuğu biri kız biri erkek iki çocukla birlikte, biri kız biri erkek iki çocuğuyla birlikte yaşayan Güldal Mumcu’yu evinde ziyaret etti. Bu olayın imâ ettiklerine, sembolizmine bakıp da Güldal Mumcu’yu, bildiklerini uzun yıllar boyunca kendine sakladığı için eleştirmek mümkün mü?
Güldal Mumcu’nun 10 yıl önce yazdığı “İçimden Geçen Zaman” kitabında anlattığı, fakat kitabın uğradığı sükût suikasti nedeniyle ‘bilinmeyen’ anılarını bir de Halk TV’deki “Görkemli Hatıralar” programında (23 Ocak) dile getirdiğinden söz ediyorduk.
Halk TV, Güldal Mumcu’nun, “Yeşil” kod adlı Mahmut Yıldırım’ın cinayetin üçüncü yılında (1996) bir Kurban Bayramı’nda kendisini ziyaret edişini anlattığı bölümü bugün (24 Ocak) ayrıca haberleştirmiş. Haberleştirilmeyecek gibi değil; bakın nasıl anlatıyor Güldal Mumcu o ziyareti:
“Yanılmıyorsam bir Şeker Bayramı’ydı. [Kitapta Kurban Bayramı… Herhalde kitaba itibar etmek daha doğru olur – A. G.]. Kapı çalmış çocuklar ‘kim o?’ diye sormuş o da demiş ki ‘bayram tebriki yapmak için gelmek istiyorum.’ Bana sordular ‘ne yapalım, kim bu?’ diye. Fakat kapıya gelmiş, yanında 5 yaşlarında iki tane çocuk var, biri kız biri oğlan. İki çocukla birlikte kapının önünde duruyor ve ‘size bayram ziyareti yapmak istiyorum, lütfen kapıyı açın’ diyor. Yanında çocuklarla geliyor. Masum imajı vermek için. ‘Peki buyurun, ne istiyorsunuz?’ dedim. ‘Size birkaç şey söylemek istiyorum’ dedi. Çocuklar koltuklara oturdu, ikimiz salonun ortasında ayakta duruyoruz. Özgür eline bir ekmek bıçağı alıp arkasına saklamış salon kapısından bizi izliyor. Özge ve bir arkadaşları daha vardı. Özgür’ün bir terslik olur diye öyle bir tedbir aldığını bilmiyorum tabii. Sonra ‘buyurun ne istiyorsunuz?’ dedim tekrar. ‘Bu caminin adının ti camisi olarak değiştirilmesini size öneriyorum. Olay olduğunda şuradaydım, buradaydım, yoldan geçiyordum…’ falan filan diye birçok şey sıraladı. Sonra da işte ‘Bu caminin adının ‘ti’ camisi olarak değiştirilmesini talep ediyorum’ dedi. Ben de ‘yanlış geldiniz burası camilerin adlarının değiştirildiği yer değildir, başka yere gidiniz’ dedim.
“Sonra ‘biliyor musunuz ben adam öldürdüm’ dedi. Ben de ‘herhalde bilerek yapmamışsınızdır’ dedim. ‘Benim raporum var’ dedi. Bunu üzerine, peki ne istiyorsunuz, dedim. Bu minval üzerine bir konuşma yaparken -adam bu arada kısa boylu sayılabilecek bir boyda- farklı bir ses tonu ve tarzda konuşuyor. Sonra tekrar sordum, ne istiyorsunuz benden, diye. Bunun üzerine ‘bu olayın biraz etrafındakileri bulsak size yeter mi?’ dedi. Ben de ‘gerçeği istiyorum’ dedim. Bu sırada antreye geldik, bu kez konuşmasını düzgün bir ses tonuyla yapıyor. ‘Ha anladım, siz hepsini istiyorsunuz’ dedi. Ben, evet, gerçeği istiyorum dedim ve bunu 3 kez falan tekrar ettim. ‘O zaman siz hepsini istiyorsunuz’ dedi. ‘O zaman üç tane gül alacağım. Birini Uğur Bey’in öldürüldüğü yere, birini başbakanlığa, birini de Çeçenistan’a koyacağım’ dedi. Çocuklarla kapıya çıktı, ayakkabılarını giydi ve merdivenlerden inerken ‘ben buraya gerçek adımı yazıyorum. Her şey ortaya çıksın. Benim adım Mahmut Yıldırım’ diyerek bağıra bağıra gitti. ‘Çocuklar ne yazdı, gidip bir bakalım’ dedim. Gittik baktık, ‘Her şey ortaya çıkacak. Mahmut Yıldırım’ diye bu minval üzerine birkaç satır yazmış. Aradan bir gün geçti, o zaman kapıya bir defter ve kalem koymuştuk herkes duygularını düşüncelerini yazsın diye. Bu defterler dolunca ara ara topluyorduk. Birden aklıma düştü, ‘çocuklar o defteri alıp saklamam gerekiyor hemen’ dedim, baktım defter yok ortada.
“95 ya da 96 yılıydı bu olay olduğunda. Bir yıl sonra İstanbul’daydım ve bir gazeteye Yeşil’in fotoğrafını, o meşhur fotoğrafını koymuşlar. Ben tabii ‘Yeşil’ diye bilmiyorum ‘Mahmut Yıldırım’ diye biliyorum. Ben kod adının Yeşil olduğunu, gerçek adının Mahmut Yıldırım olduğunu o zaman öğrendim.”
“Bulun deniyor, bulun ulan denmiyor!”
Güldal Mumcu eşinin gerçek katillerini ararken komik olaylar da geldi başına. Televizyonda anlatmadığı, kitapta da olmayan, sonrasında bir söyleşide anlattığı…
Mesela 13 Nisan 2000’de yaşadığı şu tecrübe:
“Olay yeri inceleme ekibinden Ankara Emniyet Müdür Yardımcısı Uğur Badem telefon edip ziyaret etmek istediğini söyledi. Vakfa davet ettim, geldi.
“Çalışmalarına devam ettiklerini, araştırmalarını sürdürdüklerini söyledi. Ama biraz sıkıntılı bir hâli vardı. ‘Güldal Hanım, bize bulun diyorlar’ dedi.
“E başka ne söyleyeceklerdi ki, diye sorunca, ‘Bulun ulan demiyorlar, arkamızda tam durmuyorlar’ diye cevap verdi.”
Bu ayrıntı, devletteki soruşturma dilinin incelikleri hakkında epeyce bilgi veriyor. Buna göre, “Bulun ulan” demek, “failleri bulun, yoksa çıranızı yakarım” anlamına gelirken, “bulun” demek, “Bulmayın ulan” anlamına geliyor!…
Güldal Mumcu’ya “sizi temin ederim ki hanımefendi, benim başında bulunduğum teşkilatın, eşinizin öldürülmesi olayıyla bir ilgisi yoktur” diyen MİT başkanı; yanına büyük umutlarla gidilen fakat kendisinden sadece “eşiniz arı kovanına çomak sokmuştu” cümlesi sâdır olan başbakan da var, ama onların ayrıntısına girmeyelim artık…
Devlet’in kullandığı en karanlık figürlerden biri olan Yeşil’e muhatap olmak ve devlet yetkililerinden duyduğu inanılmaz itiraflar, Güldal Mumcu’nun bildiklerini açıklamak için neden 20 yıl beklediğini de gösteriyor.
Düşünsenize, kocasını karanlık bir siyasi cinayete kurban veren bir kadından, bir anneden söz ediyoruz… Ve bir gün, bir Kurban Bayramı’nda, ülkenin bildiği en acımasız adamlardan biri, ellerinden tuttuğu biri kız biri erkek iki çocukla birlikte, biri kız biri erkek iki çocuğuyla birlikte yaşayan o anneyi evinde ziyaret ediyor… Kocasının ölümüyle ilgili birçok şeyi bildiğini gösteren sözler söylüyor; “tetikçiyi bulsak size yeter mi” mealinde bir soru soruyor, muhatabının “hakikatin tamamını” istediğini duyunca huysuzlanıp “siz de çok şey istiyorsunuz ama” anlamına gelecek sözler sarf ediyor ve kimliğini açıkça fâş ettikten sonra çekip gidiyor.
Güldal Mumcu’yu, bildiklerini uzun yıllar boyunca kendine sakladığı için eleştirmek ne kimsenin hakkı ne de haddi.
Dün başladığım yazıyı bugün bitireceğimi söylemiştim, fakat tahmin etmediğim kadar uzadı. O nedenle “Uğur Mumcu suikasti üzerine bir rejim inşa edildi” faslı yarına kaldı.
Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.