Alper Görmüş: Halk TV izleyicileri için gerçek ânı: Uğur Mumcu’yu ‘Ortaçağ karanlığı’ değil ‘Devlet’ öldürdü

24.01.2022

Alper Görmüş, serbestiyet.com’da “Halk TV izleyicileri için gerçek ânı: Uğur Mumcu’yu ‘Ortaçağ karanlığı’ değil ‘Devlet’ öldürdü” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yazıyı aşağıya alıntılıyoruz. 

Halk TV’nin çok izlenen programı “Görkemli Hatıralar”ın dünkü (23 Ocak) bölümü, 29 yıl önce suikast sonucu öldürülen gazeteci Uğur Mumcu’ya ayrılmıştı. Programda Uğur Mumcu’nun eşi Güldal Mumcu salonu dolduran ve 29 yıldır Uğur Mumcu’yu ‘Ortaçağ karanlığı’nın öldürdüğüne inanan Halk TV izleyicilerinin gözünün içine bakarak onlara eşini ‘Devlet’in öldürdüğünü anlattı. Programın sunucusu Serhan Asker o konuşurken birkaç kez araya girip Halk TV izleyicilerinin “tarihi bir program” izlemekte olduğunu söyledi. Haklıydı…

Halk TV’nin “Görkemli Hatıralar” programının dünkü bölümünü büyük bir merakla bekledim. Güldal Mumcu da çağrılmıştı çünkü. Acaba ne anlatacaktı? Eşinin ölümünün 19. yılında (2012) yayımladığı kitapta dile getirdiği o dudak ısırtan gerçekleri bir de Halk TV izleyicilerine anlatacak mıydı? Yayımlandığında laik-seküler basında sükût suikastına uğradığı için Halk TV izleyicilerinin bilmediği kitaptaki şoke edici gerçekleri anlatırsa şayet, 29 yıldır Uğur Mumcu’yu ‘Ortaçağ karanlığı’nın öldürdüğüne inanan Halk TV izleyicileri, ona nasıl bir tepki verecekti?

Güldal Mumcu, suikast davasının ilk savcısı Ülkü Coşkun’un kendisine söylediklerini anlatarak başladı hikâyesine:

“O dönem çok karanlık bir dönem… Kitapta da var, belki soracaksınız ama şimdi onu bir kısaca söyleyeyim. [Davanın ilk savcısı] Ülkü Coşkun benim bilgime baş vurmaya geldiği zaman, otopsi raporunu sordum. Raporda Uğur’un gözlerini mavi olarak yazmışlar. Onun dışında tutanaklarda, yer tespit tutanaklarında birçok hata var. Doğru düzgün yapılmamış, biraz baştan savma bir şey… Savcıya bunları sorup tartışınca, en sonunda ‘üstüme gelmeyin Güldal hanım, bu işi devlet yapmıştır, siyasi iktidar isterse çözer’ dedi. ‘Bunu basına söylerseniz de yalanlarım’ dedi. Ben de dedim ki, nasıl yani dedim, bu filmlerde izliyoruz, onun gibi mi, dedim. Amerikan filmlerinde izlenir ya, böyle bir yapılanma gelir hani… Sonra temizlikçiler… Bunun jargonu böyledir, izleri kapatmak için cinayet yerine yollanan adamlara deniyor. Onları da yolladılar mı dedim, ‘evet’ dedi, ‘ama basına söylerseniz yalanlarım.’

“Ve böylece gitti. Basına söylemedim uzun bir süre. Ama o gün yanımda üç kişi daha vardı, ikisi avukatlarım olmak üzere, onlar da tanık.

“Sonra Ülkü Coşkun başka bir yere tayin oldu. Olay da sürüncemede, hiçbir ilerleme yok. Bunun üzerine bir dilekçe yazdım ve o dilekçede Ülkü Coşkun’un bunu söylemiş olduğunu ifade ettim. Böylece devletin kayıtlarına girmesini, bu şekilde kayıt altına alınmasını sağladık. Sonra bana bilgi verilmesini talep ettim, soruşturma ne aşamada? Savcısı da tayin oldu, kim bakacak şimdi bu dosyaya?

“Ondan sonra Kemal Ayhan diye bir savcı atandı. Bir süre sonra Beyhan ablayla birlikte [Uğur Mumcu’nun ablası – A. G.] Kemal Ayhan’dan randevu istedik, yanına gittik. Dedik ki, bu soruşturma ne aşamada acaba, bize bilgi verebilir misiniz? Epey bir zaman geçti, bir şeye ulaştınız mı? Dedi ki, uluslararası istihbarat örgütleri, mafya ve karanlık güçler… İfadesi böyle. Ben de, sayın savcım dedim, bunu Ay’daki adamlarla yapmadılar herhalde, Türkiye’de belli insanlarla yaptılar. Bunlar kim? Mmmm falan dedi, biz böylece ayrıldık.

“Kemal Ayhan, savcı, bir müddet sonra evinde ölü bulundu. Kalp krizi geçirdi. Cumhuriyet Başsavcısı Nusret Demiral, dosyası onda, otopsi dahi yapmadan aynı gün defnettiler. Nusret Demiral’a sordukları zaman niçin böyle yaptınız diye, ifadesi ‘adam zaten şişmandı, kalp krizi geçirebilir’ şeklinde oldu. Yani her şişman kalp krizi geçirir, son derece doğal ve otopsisi de yapılmaz. Ölen de bir savcı.

“Sonra başka bir savcı atandı, Hamza Keleş… Daha sonra Meclis’te komisyonlar kuruldu falan ve nihayet iddianame hazırlandı. Savcı Hamza Keleş bizi makamına çağırdı. Uğur’un abisi Ceyhan bey, Beyhan abla ve ben üçümüz gittik. Üçümüze birer iddianame verdi. Ne var bu iddianamede diye sorunca, şöyle bir ifadesi oldu, kitapta da ayrıntılarıyla anlatıyorum, ‘bu devletin yeşil pasaportları kullanılmış, ancak böyle yapabildim, ne de olsa devletin savcısıyım’ dedi.”

9 yıl önceki kitaptan onun da yeni haberi olmuş

Tam bu anda programın sunucusu Serhan Asker uzun bir “ooooooo” çekiyor ve Güldal Mumcu’yla arasında absürt diyebileceğimiz şu konuşma geçiyor:

  • Güldal Hanım uzun uzun ilk kez anlatıyor, içten bir şekilde…
  • Evet, benim için de biraz zor olduğunu size itiraf etmeliyim. Kitabı yazmam da 20 yıl sürmüştü. Ama en sonunda dedim ki, bu konuda tarihe ve Türk topluma karşı sorumluluğum var, ne kadar zorlansam da ne kadar içim acısa da yazmak zorundayım. Böyle dedim ve 20 yıl sonra yazdım. Bu sefer de dedim ki 30 yıl oluyor, insan ömrü sınırlı, bazı şeyleri konuşmak lazım.
  • Zaten ben de bunları soramazdım size, anlatır mısınız diyemezdim. Kabahat sizde, kitabı söyleyince anladım, anlatmışsınız her şeyi. Ben de, kitapta anlattıysanız ne olur burada sesli de anlatın dedim ve kırmadınız bizi.

Neden mi absürt bu konuşma? Şundan: Düşünün, Türkiye’yi sarsan, üzerine yeni bir rejim oluşturulan (bunu yarın anlatacağım) büyük bir siyasi suikastin üzerinden 19 yıl geçtikten sonra (2012), suikastte hayatını kaybeden kişinin eşi nihayet o âna kadar anlatılanların masal olduğunu söyleyen ve meselenin hakikatini anlatan bir kitap yayımlıyor ve Uğur Mumcu’yu kendisine rehber edindiğini her fırsatta söyleyen bir gazetecinin bundan haberi olmuyor. Ta ki, usta bellediği gazetecinin 29. ölüm yıldönümünde ona adadığı programa kadar… Ve 9 yıl önce yayımlanmış kitaptan, ancak programdan birkaç gün önce, yazarının uyarısı sayesinde haberdar oluyor.

O öyleyken, programı TV’den izleyen Halk TV izleyicilerinin duydukları karşısında nasıl şaşırdıklarını tahayyül edebilirsiniz.

2013’teki sükût suikastı

Yine de Serhan Asker’in kısmen mâzur olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü Güldal Mumcu’nun 2012’de yayımladığı “İçimden Geçen Zaman” başlıklı kitabı laik-seküler gazeteciler arasında tam bir sükût suikastine uğradı. Oradaki ‘cız’ bilgiler maalesef laik-seküler kamuoyuna ulaşamadı.

Düşünün ki daha geçen yıl, bu gazetecilerin önde gelenlerinden biri, üstelik Güldal Mumcu’nun kitabını okuduğundan emin olduğum biri, Sedat Peker’in Güldal Mumcu’nun anlattıklarına benzer şeyler söylemesinden sonra şunları yazabilmişti:

“Peker’in 7. videosunda Mehmet Ağar hakkındaki iddiaları önemli… Kıbrıs’taki muhalif gazeteci Kutlu Adalı cinayeti hakkındaki bilgi de yeni ve önemli. Ama bazıları doğru değil. Örneğin; Uğur Mumcu suikastını İran istihbaratı ve siyasal İslamcılar yaptı. Yakalandılar.” (Tele1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ).

İnsan biraz kuşku duyar; bunun, aziz bildiği bir meslektaşının hatırasına saygının icabı olduğunu bilir. Fakat hayır, mademki polis birilerini Uğur Mumcu’nun katili olarak yakalamış, mahkeme de “evet, katil bunlar” demiş; bu, bazılarına yetiyor, nasıl bir ülkede yaşadıklarını bilmiyorlarmış gibi. Hadi eşinin anlattıklarını duymazdan geliyorsunuz, bari o ülkeyi içeriden anlatan, olayların içinde yaşamış biri bu kadar kirli çamaşır ortaya dökmüşken yapmayın bunu.

Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.

Önerilen Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir