18.11.2024
Altan Tan, indyturk.com’da “Daron Acemoğlu ve Küba” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yazıyı aşağıya alıntılıyoruz.
Daron Acemoğlu’nun aldığı Nobel ödülü yeterince tartışılmadı, konuşulmadı bile.
Bunun en başta gelen sebebi, Türkiye’deki belli çevrelere, özellikle hâkim iktidara yakın değilseniz, aldığınız her ödülün, elde ettiğiniz her başarının bir şekilde üstünün örtülerek yok sayılmaya çalışılmasıdır.
Acemoğlu’nun aldığı ödüle esas olan kitabının ana fikri çok karmaşık değil.
Aslında açık ve net.
Ne diyor?
Coğrafya kaderdir.
Yüzyıllardır bu söylenirdi.
Kim söyledi?
Nasıl söyledi?
Niye söyledi?
Bazıları bunu İbn Haldun’a atfetti ama sonradan İbn Haldun’un böyle bir sözü ya da yazısı olmadığı iddia edildi.
Ama ister İbn Haldun söylemiş olsun, ister söylememiş olsun, sonuçta coğrafya bir şekilde kaderdir.
Niye bir şekilde diyorum?
Çöl ikliminde yaşayan insanların gelenekleri, görenekleri, Kuzey Avrupa’da, İskandinavya’da veya Orta Asya’daki insanların davranış şekilleri, o coğrafyanın genel özelliğiyle -hem iklimiyle, hem jeopolitiğiyle, hem tarihi ve kültürel geçmişiyle ya da yaşantılarıyla- bir şekilde insanların hayatını etkiliyor, belirliyor.
Ama Daron Acemoğlu ve arkadaşları şunu söylediler:
Tamam, bu böyle ama siyaseten bu bir kader değil.
Niye değil?
İşte yine çok açık, net ve basit örneklerle: Bir Kuzey Kore var, bir de Güney Kore var.
Aynı şekilde Doğu Almanya var, Batı Almanya var.
Yine bir Meksika var, bir de onun hemen sınırında bir zamanlar Meksika’ya ait olan Kaliforniya var.
San Diego var, Los Angeles var, San Francisco var.
Coğrafya aynı olmasına rağmen, orada yaşayan insanların dini, dili, mezhebi, kültürü aynı olmasına rağmen, tarih içerisinde farklı yönetimler sonucunda farklı devletler, farklı topluluklar, farklı ekonomiler ortaya çıktı.
İşte bugün bir Kuzey Kore ne halde, Güney Kore ne halde?
Yine tekrarlayalım:
Doğu Almanya nasıldı, Batı Almanya ne hale geldi?
Ve Meksika hangi durumda?
California, Los Angeles, San Diego, San Francisco; işte Kaliforniya’nın şehirleri hangi durumda?
Demek ki bunun özeti şu: Coğrafya ve şartlar ne olursa olsun belli bir belirleyiciliği var ama siyaseten bir ülkenin kaderi, geleceği iyi ya da kötü yönetilmesine bağlı.
Eğer bir ülke iyi yönetiliyorsa, bütün yokluklara rağmen, bütün imkansızlıklara rağmen bir iyilik, güzellik, refah ve adalet o toplumda yerleşebilir.
Buna en büyük örneklerden birisi de İskandinav ülkeleri.
Bu da yok, birçok sebze ve meyve yok.
İklim şartlarından dolayı, soğukluktan dolayı hatta bazı yerlerde aylarca süren yaz ve kış mevsimlerine rağmen, gündüz ve geceye rağmen, yine İskandinav ülkeleri bugün refah açısından bütün bir Avrupa’nın içerisinde en ileri seviyedeler.
Bir zamanların Ostrogotları, Vizigotları, Vandalları ve daha birçok eski barbar kabilesi, bugün en ileri ekonomileri, hukuk sistemini ve devlet işleyişini ortaya koyabiliyorlar.
Özetle: Bir ülke iyi yönetilirse iyi olur, kötü yönetilirse maalesef kötü, hatta çok kötü olur.
Geçen hafta Küba’daydım.
6 yıllık yurt dışı yasağından sonra eşimle beraber soluğu Küba’da aldık.
Aslında yıllar önce gitmem gerekirdi.
Siyasi fikirlerimden dolayı, incelemelerimden dolayı yıllar önce gidip, görüp yerinde incelemem gerekirdi.
Tıpkı Bulgaristan’a, Romanya’ya, Moldova’ya, Rusya’ya, Türk Cumhuriyetleri’ne, Özbekistan’a, Kazakistan’a defalarca gittiğim gibi.
Ama ne yazık ki gidemedim.
İşte değişik engellerle veya çeşitli bahanelerle, nasip olmadı diyelim.
Kısaca, geçen hafta Küba’ya gittik ve bir haftamızı hem başkent Havana’da hem de farklı şehirlerinde, kırsalında, köylerinde geçirdik.
Arkadaşlar, gerçekten korkunç bir sıkıntılarla karşılaştık. En fazla methedilen sağlık sisteminde bile doğru düzgün ilaç yok.
Gelen turistlerden yanlarında getirdikleri ilaçları bırakmaları isteniyor.
Eğitim sistemi, tarım, hayvancılık, ithalat, ihracat, temizlik, şehirlerin idaresi, konut…
Nereye bakarsanız, nereden yaklaşırsanız maalesef bir felaket içindeler.
Tabii bizimle beraber olan eski devrimci arkadaşlarımız ya da orada karşılaştığımız Almanya’dan, Avrupa’nın değişik ülkelerinden gelen sosyalist, Marksist arkadaşlarımız yine gerekçeler ileri sürmeye çalıştılar.
“İşte Amerika’nın yıllardır süren ciddi bir baskısı var, ambargosu var, sıkıntısı var…” diyerek bu berbat yönetimi görmemek için, ona mazeretler üretmeye çırpındılar.
Sokakları temizlemek için de Amerika ambargosunu delmek mi lazım?
Meğer sokakları da gelip Amerika mı temizleyecek?
Onun için bu İslam ülkelerinde de öyle, yani adına İslam ülkeleri denilen Müslümanların çoğunlukta olduğu ülkelerde de bu berbat yönetimin izleri var.
Yıllar önce, yıllar yıllar önce Pakistan’da da aynı duyguları yaşamıştım. Afganistan’a gitmedim henüz ama ilk fırsatta inşallah gitmeyi düşünüyorum.
Aynı perişanlık, aynı berbat yönetimin izlerini görmüştüm. Pakistan’da da bu durum böyle, Ortadoğu’nun birçok ülkesinde de böyle.
Petrol zengini ülkelerde, küçük emirlikler, küçük devletler, aşiret devletleri denilen yerlerde görece bir refah var.
Evler, arabalar, lüks alışveriş merkezleri, oyuncaklar verilmiş Arapların eline, bütün bir servet götürülmüş ama bir Mısır’da, yani Kahire’de de Pakistan’a benzer görüntüler var.
Onun için ister sosyalizm adına, ister İslamcılık adına, ister Türkiye’deki muhafazakâr demokratlık adına, eğer bir yerde kötü yönetim varsa, yanlış yönetim varsa, bu yönetimin ideolojisi ne olursa olsun gerçekleri görmek gerekir.
Yıllar önce Rusya’ya giden, o perişanlığı gören, başta Nazım Hikmet olmak üzere birçok sosyalistimizin de halkımıza bir özür borcu var. Çünkü gerçekleri anlatmadılar.
Bu dediğim gibi, İslamcılık, sosyalizm, komünizm, faşizm adına ne derseniz deyin, ideolojilerden ziyade doğru yönetilip yönetilmemesiyle alakalı bir soru.
Onun için Daron Acemoğlu’nun bu ödülü bence önemli. Yani en azından bize şunu söylüyor:
Ülkenizde sorunlar varsa, ekonomi iyi değilse, şehircilik iyi değilse, hele hele İstanbul gibi, Napolyon’un tabiriyle dünyanın başkenti olacak bir inciyi berbat etmişseniz, “ihanet etmişsiniz” İstanbul’a.
Cumhurbaşkanı’nın söylediği gibi, bunun bir mazereti yok.
Bir ülke ya iyi yönetilecek ya da kötü yönetilecek.
Kötü yönetimin de bir gerekçesi, bir bahanesi yok.
Onun için önümüzdeki ilk görev, ülkemizi iyi yönetecek bir değerler, sistem ve kadro oluşturmak olmalı.