‘Dindar Alevilik de ne, nereden çıktı?’ diyerek daha yazıyı okumadan baştan karşı çıkmayın.
‘O kadar sabrımız yok!’ diyorsanız, o halde ‘Dindar Alevilik’ yerine ‘Geleneksel Alevilik’ de diyebilirsiniz.
Dindarlık sadece Müslümanlığa ait bir terim değil. Yahudi’nin de, Hristiyan’ın da, Ezidi’nin de dindarı olur.
Dindarlık tabiri bir dinin, bir inancın sadece akidesine inanlar için değil, ritüellerine de titiz bir şekilde bağlı olanlar için kullanılır.
Dolayısıyla Alevilerin de dindarı olur.
Anadolu Aleviliğinin Sünni İslam inancından da, Caferi Şiilikten de ayrı bir felsefesi (akidesi) olduğu bu işi bilen herkesin malumu.
Bizim iktidardaki bazı aklı evvel sözde Sünniler gibi ‘Hz. Ali’yi sevmek Alevilik ise biz de Aleviyiz’ veya ‘Türkiye Alevilerinin Hz. Ali’nin yaşantısı ile bir alakaları yok’ diyen cahillerden değiliz.
İslam tarihi içinde oluşmuş Sünnilikten, İsmailiye’ye; Dürzilikten, Hariciliğe; vehhabilikten, Nusayriliğe kadar onlarca farklı mezhep var.
Anadolu Aleviliği de bunlardan biri.
Nasıl olmuş, nasıl oluşmuş, ne zaman vücut bulmuş, içinde hangi inanç ve kültürlerin izleri var; başlı başına ayrı bir inceleme konusu.
Kısacık bir makale de tüm bu soruları ayrıntılı bir şekilde cevaplamak mümkün değil.
Zaten benim bugün sizlere anlatmak istediğim de bu değil.
Benim sizlerle paylaşmak istediğim son yüz yılda Anadolu Aleviliğinin başına gelenlerle, ilgili.
Dindar Alevilikten kastettiğim;
Allah’a, Hz. Muhammed, Hz. Ali ve 12 İmam’a inanan, Aşura ve Muharrem oruçlarını tutan, Cem yapan, Dedelerin fetvalarına (kararlarına da diyebilirsiniz) uyan, musahipleri olan, Kerbela’ya yanan… günlük yaşantılarını da bu ahlaki değerler çerçevesinde sürdüren Ehlibeyt aşığı Aleviler.
Anadolu Alevilerinin en yoğun olarak yaşadıkları havza Fırat Nehri’nin kuzeyinde Dersim (Sivas, Kayseri, Tunceli, Erzincan, Bingöl, Elazığ, Erzurum, Malatya illeri arasında kalan bölge) ile Maraş, Tokat, Amasya, Çorum, Yozgat, Nevşehir, Kırşehir illeri.
Tabii ki ülkenin diğer başka illerinde de yaşayan Aleviler var.
Cumhuriyet’ten sonra Anadolu Aleviliğinin serencamını birkaç ana başlıkta özetleyebiliriz.
1. Tekke ve zaviyelerin kapatılmasından sonra Sünni tarikat ve cemaatleri gibi Alevi inancı ve kurumları da resmi ideolojinin dışında kabul edildi.
Kurumlarından yoksun kalan Aleviler inançları ile ilgili bir eğitim alamadıkları ve yasa dışı sayıldıklarından zaman içinde bilgisiz kalmaya başladılar.
Alevi kültürü sözlü aktarımlardan başka bir yaşam alanı bulamadı.
2. Çorum, Maraş, Malatya ve Sivas olayları gibi kontra eylemleri ile sinsi ve çok bilinçli bir proje devreye sokularak Anadolu’nun ortasındaki Aleviler öncelikle İstanbul, İzmir, Ankara ve Antalya gibi metropollere, bir kısmı da Avrupa’ya göçe zorlandı.
Derin Devlet ‘göbeği’ saf Sünni-Türk ve Hanefilerden oluşmuş ve Alevilerden arındırılmış bir Anadolu hedefledi ve bu hedefini de büyük oranda gerçekleştirdi.
3. Cumhuriyet’ten sonra ikinci sınıf vatandaşlıktan kurtulan ve şehirleşerek okuma imkanı bulan Alevilerin çok büyük bir çoğunluğu Osmanlı dönemindeki baskın ve Alevilere karşı baskıcı ve dışlayıcı muhafazakar Sünni kimliğine bir tepki olarak laikçi-ulusalcı-pozitivist-seküler resmi ideolojiyi benimsedi.
4. 1950’li yıllardan sonra Alevi gençlerinin ana gövdesi sol-sosyalist-Marksist ideolojiyi benimsedi ve yıllar içinde eğitim seviyesinin de yükselmesi ile hem Kemalizm’in hem de Sol ideolojinin etkisi ile Alevilerin büyük bir kısmı geleneksel/dindar Alevilikten koptu.
Bugün gelinen noktada nasıl ki Allah’a, Hz. Muhammed’e, Hz. Ali’ye, İslami inanç ve ritüellere inanmayan Sünni kökenli (annesi babası Sünni Müslüman) birine ‘Sünni’ demek mümkün değilse;
Geleneksel Alevi değerlerine inanmayan ve bunları gerici-feodal değerler olarak kabul eden Alevi kökenli (annesi ve babası Alevi Müslüman) birine de ‘Alevi’ demek mümkün değil.
Türkiye’de ‘Halkın yüzde 99’u Müslüman’ diye sıkça kullanılan yanlış bir klişe var.
‘Halkın, yüzde 99’u Müslüman kökenli’ denilebilinir ancak azımsanmayacak sayıda Sünni ve Alevi kökenli artık Sünni de değil, Alevi de değil.
Bu kesimin Sünnilikleri de, Alevilikleri de geçmişlerinde kalmış bulunuyor.
Onun içindir ki sol-sosyalist-seküler Alevi aydınlarının bir bölümü Aleviliği İslam içi bir mezhep (inanç) olarak değil ‘etnik’ bir aidiyet olarak ayakta tutmaya, ‘Ali’siz Alevilik söylemleri ile yeni bir etno-kültürel kimlik inşa etmeye çalışıyorlar.
Sünni kökenli ateist birçok kişinin cenazeleri de hala camilerden kaldırılıyor, cenaze namazları kılınıyor; bu da Türkiye’ye özgü ayrı bir garabet.
Kimsenin ne yapıp ettiğine, neye inanıp neye inanmayacağına bir diyeceğimiz yok. İsteyen her gün kendine yeni bir format atabilir.
Bizim anlatmak istediğimiz bu yeni formatın ‘Etno-kimlik Aleviliğinin’ dindar/geleneksel Alevilik ile bir alakasının olmayışı.
Geleneksel Alevilik ayrı, şimdi gelinen nokta ayrı bunun altını çizmek istiyoruz.
Geleneksel Sünniler de, geleneksel Aleviler de ciddi bir asimilasyon sürecinden geçiyorlar.
Asimilasyon yerine sekülerleşme, başkalaşma, dönüşme, erime… gibi terimleri de kullanabilirsiniz, siz bilirsiniz.
Özetle ‘başka bir şey’ oluyorlar.
Sünniler nüfus olarak çok daha fazla, çok daha örgütlü ve üstüne üstlük son dönemler de iktidar da olduklarından kısmen de olsa toparlana bilme ihtimalini saklı tutuyorlar.
Kendilerini tarihte birçok kez olduğu gibi yeniden üretebilirler.
‘Dindar Alevilik’ bu kadar şanslı(!) değil.
Her taraftan darbe yiyor ve metropollerde tutunamıyor, çözülüyor.
Kendini muhafazakar Müslümanlığa karşı laik/laikçi-seküler bir hayat tarzı ile ifade etmeye, yaşatmaya çalışıyor.
Dindar Alevilerin;
Devletin,
Resmi ideolojinin,
Sözde Sünniliğin yanı sıra,
Bizzat sol-seküler-Kemalist kendi çocuklarının da darbeleriyle erimesi/eritilmesi çok hızlı bir şekilde devam ediyor.