16 Ekim 2021 Cumartesi günü Batmanlı ünlü Kürt sanatçı Ahmet Güneştekin‘in Diyarbakır Keçi Burcu’nda; organizesini Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası’nın yaptığı ‘Hafıza Odası‘ adlı resim sergisinin açılışı vardı.
Ben de oradaydım!
Önce ‘Hafıza Odası’nı anlatmak lazım.
‘Hafıza Odası’ sergisinde kısaca Kürtler ve Kürtçenin serencamını anlatan tasarımlar hazırlanmış.
Ben Ahmet Güneştekin’in sanatını değerlendirebilecek kadar bu konuda bir bilgi ve birikim sahibi değilim.
Ancak ‘anlayabildiğim/anlayabileceğim kadarıyla’ güzel bir çalışma olmuş.
12 Eylül zindanındaki işkenceleri canlandıran ve Diyarbakır Surlarının restorasyonu sırasında ortaya çıkarılan, benim gibi çocukluğu ve gençliği Diyarbekir’de geçmiş olanların bile ilk kez gördükleri yaklaşık 30 metrelik 180 cm. yükseklikte 130-135 cm genişlikteki uzun koridor ve dehlizin sonundaki yine yaklaşık 25-30 metrekarelik iki oda tüm ‘hafızanın’ saklandığı adeta ‘kozmik oda’ olmuş.
Dehliz boyunca her iki odadaki işkence sesleri ve sloganlar benim gibi babası 14 Temmuz 1982’de Diyarbakır Askeri Cezaevi‘nde işkence ile öldürülen veya bu işkenceleri bizzat yaşayanların tüylerini diken diken edecek bir gerçeklikte.
Daha sonraki dönemlerdeki Roboski katliamı, Sur’daki hendek olaylarında yerle bir edilen mekanlardan çıkarılan ev eşyaları ile yapılan tasarım ve faili meçhul cinayetlerde öldürülenlerin anlatıldığı tabut sergisi sizi bir daha yaşamak istemediğiniz günlere götürüyor.
Buraya kadar her şey şapka çıkarılacak bir şekilde.
Ancak sonrasında söylenecek epeyi şeyler var:
1. Her nedense Ahmet Güneştekin’in ‘Hafıza’sında tek parti dönemindeki felaketler yok.
Şeyh Said Olayı ve Dersim’de yakılıp yıkılan binlerce köy, öldürülen on binlerce insan, sürgüne gönderilen veya ülke dışına kaçmak zorunda kalan yüzbinlerce insan yok.
‘Hafıza Odası’nın acımasız ve çok kirli anılarla dolu tek parti diktatörlüğü kısmı karartılmış.
‘Ulu Önder’ ve ‘Milli Şef’ dönemleri silinmiş!
Kim silmiş?
Niye silmiş?
Ne zaman silmiş?
Bilen yok!
Yine aynı şekilde 40 yıllık kirli savaşta dağa giden/götürülen 13-14 yaşındaki çocuklar, yıllarca çocuklarının ölüsüne-dirisine hasret annelerin gözyaşları yok.
Beyindeki hafızanın ‘sol yanı’ dururken, ‘sağ yanı’ uçup gitmiş!
2. Tüm Türkiye’nin özeti ve Türkiye’nin en büyük şehri olan İstanbul’un Belediye Başkanı’nın sergi açılışına davet edilmesi ve onun da bu davete icabet etmesi normal; ancak İmamoğlu’nun bunu siyasi bir şova döndürmesi yanlış.
Ekrem İmamoğlu‘nun siyaseten adeta meydan okuyarak ‘Kim ne derse desin ben cumhurbaşkanlığına adayım’ algısına yol açan tavırları polemiklere açık.
3. Ne kadar üstü örtülmeye çalışılırsa çalışılsın, CHP‘nin, İmamoğlu’nun bu çıkışına destek vermemesi; başta Diyarbakırlı İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu olmak üzere genel merkez kadroları ve CHP Diyarbakır İl Teşkilatı’nın İmamoğlu’nun bu gezisine mesafeli duruşları ilginç.
4. Ertuğrul Özkök gibi sadece ‘Kürtçe şarkı söyleyeceğim’ dediği için Ahmet Kaya‘yı linç edenlerin Kürtçe şarkılar eşliğinde halay çekerek ‘zotige’ kalkmaları trajikomik! (‘Zotig’ Kürtçede atın bir hareketi)
5. HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar ve İmamoğlu’na konuşma hakkı verilirken, gala gecesine katılan diğer siyasilere bir selamlama hakkı bile verilmemesi nezaketsizlik.
6. HDP’nin, İstanbul sermayesinin, kendini beyaz zanneden Türkler ile kendini beyazlaştırmaya çalışan Türkler ve Türk solunun İmamoğlu’na destekleri net.
Fatih Altaylı’nın ifadesi ile ‘Böylesine beş benzemez ya da belki de beş benzer kadroyu toplayıp Diyarbakır’a götürme başarısı da, Türkleri bir halay ekibinde bir araya getirme onuru da sanatçı Ahmet Güneştekin’e ait.’
7. Devletin, vali ve kaymakamların, ildeki bürokratların, AK Parti kadrolarının milletvekili ve belediye başkanlarının hiçbirinin galaya katılmamaları açık bir karşı duruş olarak algılandı.
8. İşkence, inkar, kan, irin, gözyaşı, hasret ve elemle dolu ‘Hafız Odası’ galasında su gibi içki içilerek halaylar çekilmesi, çifte telli oynanması, göbek atılması yanlış.
Bu bir nişan, düğün veya doğum günü kutlaması değil.
‘Ne yapılmalıydı, oturup ağlanılmalı mıydı?’ diye soracak olursanız;
Kürtçe mevlüt okunması,
arabanelerle çalınan kasideler ve
acıları bala dönüştürerek yaralara merhem olan mersiyeler, günün anlam ve önemine çok daha uygun olurdu.
Özetle belirtmek gerekirse çok önemli ve doğru bir noktadan hareketle çok yanlış bir noktaya varılmış oldu.
Yüz yıldır ‘Dini siyasete alet etmeyin’ diye feryat edenlerin, sanatı hem de çok önemli bir sanat çalışmasını günlük politikaya alet ederek boşa çıkarmaları doğru kabul edilecek ve geçiştirilecek bir durum değil.
Acilen ciddi bir özeleştiri yapma zamanı.