09.06.2023
Altan Tan, indyturk.com’da “Malımızın alıcısı yok!” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yazıyı aşağıya alıntılıyoruz.
1990’lı yılların başı Türkiye’de muhalefet açısından ve yeni bir Türkiye kurmak isteyenler açısından altın yıllardı.
1983’te Turgut Özal iktidara gelmiş, üç, beş yıl müessesi nizamla epey bir kapışma yaşamış ve nihayet 1990’lı yılların başında daha demokrat, daha liberal; Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkaslarda nüfuz sahibi olabilecek, kendi içindeki sorunları halletmiş bir Türkiye’ye doğru bir ümit verilmişti.
Ve burada birbirleriyle yan yana gelen üç önemli unsur: İslamcılar, Kürtler ve liberaller bir ittifak oluşturmuşlardı.
Öyle bir şey hayal ediliyor veya tasarlanıyordu ki Türkiye’nin içindeki demokratik standartlar ister Avrupa Birliği’ne girsin, ister girmesin, Avrupa Birliği standartlarında olacaktı.
Ayrıca Türkiye buna ilaveten kendi tarihiyle, kültürüyle, inancıyla ve halkıyla da barışarak yeni bir sinerji, yeni bir güç ortaya çıkaracaktı.
İşte kimileri buna “yeni Osmanlıcılık” diyerek damga vurdu, karaladı.
Kimisi işte buna “ikinci cumhuriyet” diyenleri küçümseyerek karşı çıktı.
İşte İran’ı, dış dünyası… neyse bir olup, maalesef bunu boşa çıkardılar.
Tabii bir dönem de “ılımlı İslam” adı altında karalandı bu proje.
Halbuki kimin ne fikri ne zikri ne projesi vardıysa da bizim gibilerin amacı;
Cumhuriyetin kuruluşundan sonra 1924’ten itibaren dinle, dindarla sorunu olan cumhuriyeti,
Kürt’le, Kürtçeyle sorunlu olan cumhuriyeti,
Hak ve özgürlükler yani liberalizm anlamında bu çevrelerle sorunu olan cumhuriyeti;
Yeni, kökünden kopmadan doğru bir formada oturtmaktı.
İşte burada da doğal olarak İslamcılar, Kürtler ve liberaller aynı kümede toplandılar.
Ama neler olduğu, nasıl olduğu, kimler ne yaptıysa, ya tabi bu bir uzun bir hikayedir, bunun önemli bir kısmını da zaten biliyorsunuz, anlatmaya gerek yok; bu ittifak önce içten çökertildi. Boşa çıkarıldı.
İşte kimler?
İçeride kimler?
Dışarıda kimler?
Bunlar da dediğim gibi, bizim uzun bir demokrasi tarihimizdir.
Ve bunları da tekrar tekrar ifade edeyim.
Beraber yaşadığımız için, hepimiz iyi kötü biliyoruz. Bir fikir sahibiyiz.
Ben oralara takılıp kalmak istemiyorum.
Ama öyle şeyler oldu ki önce Türkiye’de İslami kesim, “İslamcılar” devletin içine alındı.
Sonra liberaller zaten ciddi bir halk tabanları yoktu… Onlar da bir savrulma yaşadılar. Bir kısmı tekrar işte hak ve özgürlükler veya modernlik veya çağdaşlık kimliği içerisinde körü körüne bir Avrupacılığa, Avrupa Birliğine takılıp kaldılar.
CHP’ye doğru savruldular. Çok azı tekrar yeni AK Parti’nin içinde konumlandı. Derken o liberal cephe de dağıldı.
Kürtlere gelince; Kürtler de maalesef makus talihlerini yenemeyerek silah, şiddet, terör parantezinin içinden çıkamadılar.
Ve öyle bir noktaya geldi ki yeni Ankara’da Ergenekon davasından yargılanan Kemalist çevrelerle, yeni İslami çevreler, bir sentez oluşturdular.
Bolca milliyetçilik sosu üzerine döktüler.
Kürtler o sarmaldan çıkamadılar.
Liberaller şaşkın, dağıldılar, bir hareket hattı oluşturamadılar.
Ve bugünkü noktaya geldik.
Bugün adına “otoriter demokrasi”, “totaliter yönetim”, “Türk tipi başkanlık sistemi”… işte herkes bir şey söylüyor, ne söylerseniz söyleyin…
Ama neticede Türkiye’deki İslami kesimin büyük bir ana gövdesi milliyetçileşti.
Bu yer yer ırkçılığa kadar varan, devleti kutsayan, devletçiyi bir anlayışa geldi.
Halbuki İslam inancına göre aslolan ferttir, şahıstır, hak ve hukuktur.
Yani onun içindir ki mesela İmam-ı Azam Ebu Hanife, yine sakallı, sarıklı, Abbasi, halifesi döneminde zindanda can verdi.
İmam-ı Şafi tavır koyduğu, zincirlendi Yemen’den Bağdat’a getirildi.
İmam Hanbel 28 ay hapiste tutuldu.
İmam Malik işkenceye tabi tutulduğu bir kolu sakat kaldı.
Yani o dönemin bütün yöneticileri görünüşte, sözde, uygulamada İslamcıydılar.
İslamcıydılar derken bu tabii İslamcılık tabi sonradan uyduruldu ama yani dindardılar, sakallıydılar, sağlıklıydılar, namaz kılıyorlardı, oruç tutuyorlardı.
Ama bir itirazları oldu bunun.
Zaten Şia yani Şiilik, ilk günden itibaren muhalif tavrını, yönetimlere karşı sürdürdü.
İşte Türkiye’de de maalesef İslami kesim devlete yerleşti.
Hatta yerleşsin, yani bir sorun yok. Kürt de yerleşsin, Alevi de yerleşsin, dindar da yerleşsin, liberal de yerleşsin.
Herkes yerleşsin, ama asli kimliğiyle olduğu gibi kendini bozmadan, düşüncelerini bozmadan, yanlış işler yapmadan yerleşsin oraya.
Maalesef öyle olmadı. Ankara iyi kötü herkesi biraz kendine benzetti.
Şimdi gelinen noktada tabii tekrar bir yeni Türkiye inşa edilebilir mi?
Tekrar İslami kesim, geniş Kürt muhalefeti -tabii Kürtlerin büyük bir kısmı da İslami kesimin içerisinde-, liberaller, Aleviler, işte hakkı hukuku yenilmiş herkes, yani hiçbir isimlendirme, sınıflandırmaya gitmeden birlikte yeni bir Türkiye kurabilirler mi?
Teorik olarak kurabilirler tabii ki.
Ama maalesef bu malın bugün müşterisi yok.
En kötü durum bu.
Yani bu malın müşterisi yok derken, bu olması gereken kümenin en büyük kesimini oluşturan İslami kesimin böyle bir endişesi kalmadı.
İstisnaları saymazsak tabii, Genel olarak anlatıyorum.
Yani hallerinden memnunlar.
Bir demokrasi, hak, hukuk, özgürlük talepleri de yok; böyle bir endişeleri de artık yok.
Devletle, milliyetçilikle, dindarlığı karıştırdılar.
E bu da hiç lezzetli bir yemek olmadı.
Hani Nasrettin Hoca’ya atfedilen meşhur bir lafı var:
Balla sarımsağı karıştırarak yemeği ilk ben icat ettim. Ama ben de beğenmedim.
Böyle bir sentez çıktı ortaya.
E Kürt siyaseti darmaduman; hala doğru düzgün bir zemine oturabilmiş değil.
Yerli, içeriden Suriye, Irak, bütün bir Ortadoğu’yla bütün Kürtlerle, Araplarla uyumlu geçinebilecek yeni Türkiye’nin içinde konuşlanacak bir siyasetten çok uzak; fikir olarak da uzak, kadrolar olarak da uzak.
E zaten liberaller de dediğim gibi, zaten az sayıdaydılar, toplumsal bir temelleri yoktu. Onlar da böyle perişan bir haldeler.
E tabii yani bu karamsar tablo e düzelir mi?
Tekrar o istediğimiz günler gelir mi?
Yani dediğim gibi işte bir Özal döneminde bir ufukta bir şeyler gözüktü.
Arkadan çözüm süreci çok önemliydi tabii.
Çözüm sürecinde yeni Türkiye umudu belirdi;
Maalesef orada hem içeriden hem dışarıdan çürütüldü ve dağıtıldı.
Allah’tan ümit kesilmez.
Biz yine söylediklerimizi söylemeye devam edeceğiz ama söylediklerimizin müşterisinin çok az olduğunun da bilincinde olarak.