29.04.2022
Altan Tan, indyturk.com’da “Osman Kavala davası” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yazıyı aşağıya alıntılıyoruz.
Kambersiz düğün olmaz!
Osman Kavala davası ile ilgili herkes bir şeyler söyleyip yazınca ben de birkaç kelam edeyim dedim.
Yakın arkadaşlarım;
‘Yahu her konuda fikir beyan etmek zorunda mısın? Hem söyleyeceklerinin kastı aşan bir şekilde yorumlanma ihtimali de bir hayli yüksek. Bu sefer olsun topa girme’ deyince vazgeçeceğime daha da bir heveslendim.
Arapların Nasreddin Hocası Cuha gibi bazı nasihatların tersini yapma gibi bir huyum var!
Her neyse! Mevzuya gelecek olursak;
Osman Kavala Türkiye kamuoyunun yakından tanıdığı bir isim.
Ben de kendisini yıllardır tanırım. Onlarca etkinliğe birlikte katıldık.
Ancak her nedense, aynı ‘mahallede’ dolaşmamıza (hak hukuk, demokrasi mücadelesi sokağı!) birçok kez yolumuz kesişmesine ve mahalleden onlarca ortak arkadaşımız olmasına rağmen doğru düzgün bir selam sabahımız olmadı.
Dünya görüşümüz ve Türkiye siyasetindeki siyasal duruşumuzun, iç ve dışarıdaki koordinatlarımızın farklılığından mıdır bilmem, yıldızımız hiçbir zaman barışmadı.
Samimi bir arkadaşlık ve dostluk kuramadık.
Kavala en az 50-60 kez bölgeye gelmesine, Diyarbakır’da onlarca kişi ile bürolarına, evlerine gidecek kadar yakın ilişkiler kurmasına, yurt dışındaki organizasyonlarına çağırmasına, maddi destekler sağlamasına rağmen, bir kez bile olsun beni aramadı.
‘Ne var bunda? Demek ki ajandasına girecek kadar dikkate şayan biri değilsin! Niye bunu dert ediyorsun? Yoksa kendini çok mu önemli biri olarak görüyorsun?’ diyebilirsiniz.
Haklısınız!
Ben de çok dert etmedim zaten.
‘Sev seni seveni, kel ise mundar ise;
Sevme seni sevmeyeni Mısır’a sultan ise’ özdeyişinin gereğini yaptım.
Sevmek, sevilmemek, sevememek… konularını bir yana bırakalım.
‘Din ayrı, kin ayrı’ demişler.
Osman Kavala ve birlikte yargılandığı kişilerin aldıkları mahkumiyet kararlarını şu veya bu şekilde hukuka uygun bulmak mümkün değil.
Ben avukat değilim.
Ancak yıllardır mahkeme, mahkeme geze geze ve defalarca hüküm ala ala (halen de Kobani Davasında ağırlaştırılmış müebbetle yargılanıyorum) iyi kötü bir şeyler öğrendim.
Yaşanılan tuluatı meşru görebilecek hiçbir gerekçe yok.
Uzun uzadıya hukuk tartışmalarına girmek istemiyorum.
Ağırlaştırılmış müebbet hapis ve 18’er yıl ceza alan bu kişiler daha birkaç yıl önce aynı Türkiye Cumhuriyeti mahkemelerinde beraat ettiler.
Üst mahkeme bu kararı bozarak yargılanmanın tekrar yapılmasını istedi.
Bu son mahkemede de karar ancak ikiye bir oyla alınabildi.
İki hakimin müebbet dediği dosyaya, hemen yanlarında oturan arkadaşları üçüncü hakim beraat dedi.
İşin en trajikomik yanı da bu.
Yan yana oturan aynı devletin, aynı mahkemenin üç hakimi birbirine tamamen zıt iki ayrı karara imza atıyor!
Ağırlaştırılmış müebbet ve beraat!
İdam ve hiçbir suçun yok çık git!
Dünyanın hiçbir adil mahkemesinde bu kadar büyük bir çelişki yaşanamaz.
Birkaç kelam da bu mahkeme kararları ile ilgili tepkiler hakkında etmek istiyorum.
Dünya yansa dönüp bakmayan ve adeta ölüme kadar susma yemini etmiş eski cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer karara karşı şiddetli bir tepki verdi.
Yeminini niye bozduğunu çok merak etmiyorum!
İlginç olan en önemli süreçlerde bile ‘soğukkanlılığını’ koruyarak topa girmeyen ve bizim gibi fakir-i pür taksirlere sürekli ‘Devlet adamlığı’ dersi veren (hani biz de o akıl!) bir önceki cumhurbaşkanı Abdullah Gül‘ün Kavala Davası sonrası suskunluğunu bozması.
Silahla, şiddetle terörle ilişkisi olmayan, onlarca Müslüman, liberal, demokrat Kürt cezaevlerinde çürürken es geçen Abdullah Gül esti gürledi, verdi veriştirdi!
Neler neler demedi ki?
İnan edin Osman Kavala’nın 40 yıl önce vefat etmiş olan babası hayatta olsaydı bu kadar ağır kelamlar etmezdi!
Söylenecek çok söz var!
Lakin ne diyelim!
Yer demir, gök bakır!
Rahmetli Mahzuni’nin;
Angara’da dayısı olmayan Mamudo’su gibi bahtımıza yanalım!
Kıskananlar çatlasın!