Altan Tan: Şeyh Said kıyamı mahkeme zabıtları (6)

13.08.2021
Altan Tan, indyturk.com’da “Şeyh Said kıyamı mahkeme zabıtları (6)” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yazıyı aşağıya alıntılıyoruz.

Şeyh Said ve kendisiyle birlikte idam edilen Hanili Salih Bey ve arkadaşları / Fotoğraf: Biyografya

Hanili Salih Bey

Hanili Salih Bey, Şeyh Said Kıyamı sonrası Şeyh Said Efendi ile birlikte idam edilen 47 kişi içinde hem alim hem de entelektüel denilebilecek tek kişidir.

Bölgede beylik yapmış, kökeni Abbasilere kadar dayanan, eski ve nüfuzlu bir ailenin çok iyi eğitim görmüş bir ferdidir.

(Şeyh Said kıyamında 14 yaşında olduğu için idam edilmeyerek sürgüne gönderilen oğlu Hasan Bora 1950-1960 yılları arasında Hani Belediye Başkanlığı, torunu Ferit Bora ise önce Hani Belediye Başkanlığı, 1987-1991 yılları arasında DYP, 1995- 1999 yılları arasında ise Erbakan’ın Fazilet Partisi’nden Diyarbakır milletvekilliği yapmıştır.) 

Bizzat mahkeme zabıtlarında da ifade edildiği gibi Türkçe, Arapça, Farsça, Kürtçe (Kurmanci), Zazaca (Dımili), biraz Fransızca ve İngilizce bilmektedir. 

Mahkemede ‘İngilizceyi bir Ermeni mualliminden biraz okudum, ancak konuşamam’ şeklinde beyanı vardır. 

Hanili Salih Bey kadılık ve müftülük görevlerinde bulunmuş biridir, en son vazifesi Maden Müftülüğünden yeni uygulamaları kabul etmediğinden dolayı kendi isteği ile ayrılmıştır. 

Şeyh Said Efendi’nin arkadaşlarının neredeyse tamamının dolaylı, bir kısmının ise doğrudan tek sorumlu olarak Şeyh Said Efendi’yi suçlamalarına karşın Hanili Salih Bey son ana kadar üzerine düşen sorumluluğu yüklenmekten kaçınmamış

Ve mahkeme reisinin; 

“Sizi Şeyh Said Efendi mi iğfal etti? Yoksa bu cereyana kendiliğinizden mi kapıldınız?” sorusuna büyük bir cesaret ve vakarla;

“Hayır, ben iğfale kapılacak adam değilim. 

Şeyh Said Efendi ne beni kandırabilir ne de icbar edebilir.

Hükümetin mugayir-i şer’i şerif harekatı bu vaziyeti izhar etmişti, Şeyh Said Efendi bir kibritti. 

O olmasa idi başka birisi yapardı.

Kabiliyet hazırlanmıştı, bu işin başına Şeyh Said değil kim geçse olacaktı” cevabını vermiştir.

(Şark İstiklal Mahkemesi Şeyh Said Mahkeme Tutanakları s.323-331)

Şeyh Said Efendi de ifadelerinde çok sevip takdir ettiğini açıkça ifade ettiği ‘ilim itibarı ile 4 ağaya mukabil’ (Şark İstiklal Mahkemesi Şeyh Said Mahkeme Tutanakları s.331) dediği arkadaşı Hanili Salih Bey ile aynı vakur tavrı sergilemiştir. 

Hakimin, “Bak Şeyh Said, herkes inkar ediyor” sorusu üzerine, arkadaşlarının hiç birine kızmadan ve hiç birini de azarlamadan ve onlarla herhangi bir polemiğe de girmeden ifadesinde “Ben ne diyeyim? İlallahi müşteka (şikayet Allah’a)” demektedir. 

Mahkeme reisinin “Siz müçtehit misiniz?” sorusuna Şeyh Said Efendi; 

“Hayır, müçtehit değilim. 

İslami kuralların hepsi değil ama bir kısmı bırakılmıştı, ben öyle anladım” demiş. 

Hâkimin “Kürdistan Krallığı yapacaktınız, öyle mi?” sorusuna ise;

“Krallık falan bizim niyetimizde yoktu. 

Amacımız şeriat ahkâmını uygulamaktı. Ben ne başkanlık kabul ederim ne de elimden gelirdi” diye cevap vermiştir. 

Hanili Salih Bey’in mahkeme süresince verdiği ifadeler de Şeyh Said Efendi ile aynı doğrultudadır:

Maksat bizim bu havalide dinden ibarettir. 

Evvel emirde medreselerin seddi (kapatılması), ahalinin zihnini hırpaladı. Bizim bu havalide her köyde bir medrese bulunur, iaşe ederler, beş on talebe de bulunur. 

Medarisin seddi emri verilince her tarafta sui tesir yaptı, dinlerini öğretmek men olunca teessür başladı. 

Hukuk-u Aile Kanunu (Medeni Kanun) ve ila ahir değişti. Galeyan arttı… Başka bir saik (neden) katiyen yoktur…

Hanili Salih Bey, İngiltere tarafından desteklendikleri iddialarına ise; “Allah İngiltere’nin belasını versin” diyerek kesin bir dille, karşı çıkmaktadır. (Hanili Salih Bey ifadesi, Şark İstiklal Mahkemesi Şeyh Said Davası Mahkeme Tutanakları s.328) 

Çağının tüm fikri, edebi ve siyasi tartışmalarını yakından takip eden, bir dönem hemşerisi Ziya Gökalp‘le Diyarbekir’de yakın arkadaş olan, sonraları Ziya Gökalp’in Türkçü ve Turancı fikirleri benimsemesiyle onunla yolunu ayırarak şiddetli tartışmalara giren biridir. 

Ziya Gökalp’in hece vezniyle ve arı bir Türkçe ile yazdığı ve sonları hep, “gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım” dizeleriyle biten şiirine karşılık olarak aynı vezin ve arı bir Türkçe ile yazdığı hicviyesi meşhurdur: 

BİR İTTİHADÇININ AĞZINDAN

İttihadın oğluyum
Gayri anam babam yok!
Cemiyet amalini
Yürütmeye borçluyum.
Ne buyursa yaparım,
Haklı haksız emrine
Körü körüne taparım.
Bu hususta hayam yok.
Severim her hâlini
Hatta anın uğruna,
İmanım bulunmazsa;
‘Gözlerimi kaparım’
Vicdanımı satarım.

Atilla büyük babam
Hiçbir zaman unutmam.
Tahribatla anarşi,
Babamın yadigarı.
Hep insanlara karşı
Ruhumda var intikam.
Anı asla uyutmam,
Uğradığım yerleri
Yakar ‘Turan’ yaparım.
Başka işim olmazsa,
Yani mamureleri;
‘Gözlerimi kaparım’
Yakıp viran yaparım.

Amucem Timuçin’in
Kanunumdur yasası.
Türkçülük ayininin
İşte odur esası.
Hatırımdan çıkmıyor
‘Karakurum’ yaylası.
Dimağımı sarsıyor,
Hele ‘Kızılelma’da
Cihangirlik hülyası.
Aklımı çıldırtıyor
Yağmacılık sevdası.
Mümkün ise rüyada
Uyanıkken olmazsa;
‘Gözlerimi kaparım’
Cihangirlik yaparım.

‘Ergenekon’dur benim
Asıl ana vatanım.
Orada tahtım, tacım,
Derneğim, kurultayım.
Ben anda bir kalfayım,
Sanmayın ki dilmacım
Han oğlu Han Giray’ım.
İman eden olursa
Jön Türklere yalvacım.
Münkirler bulunmazsa;
‘Gözlerimi kaparım’
Peygamberlik satarım.

Geçmişlerim, ecdadım
Hep kahraman gürbüzler.
Hulagular, Oğuzlar,
Nümünedir meydanda;
Yakutlarla Tunguzlar.
Kendimi Türk sanırım,
Neden söylenmez adım.
Ben de bu son zamanda
Bir inkılap yaparım;
Hem bir şan kazanırım,
Hem bir külah kaparım.
İstediğim olmazsa;
‘Gözlerimi kaparım’

Avrupa’ya kaçarım.
O da ele girmezse,
Malta’ya can atarım
Yan gelir de yatarım.

Meşrutiyet sonrası İttihatçıların gerçek yüzlerinin ortaya çıkması üzerine Namık Kemal‘in: 

“Ne efsunkâr imişsin ey didar-ı hürriyet 
 

Esir-i aşkın olduk, gerçi kurtulduk esaretten” mısraına nazire olarak tamamı 112 beyit olan bir şiir yazar. 

Şiirin bazı mısraları şöyledir: 

MEVLİD-İ HÜRRİYET

Görünce Jönleri gümrah-i minhâc-i hürriyetten
Emin olduk ki artık hayr umulmaz bu hükümetten
Yerinde sevgili hürriyetin yeller eser eyvah
Eser yoktur adaletten, müsavattan, uhuvvetten
Vücudu yok imiş medlulu meşrutiyetin
güya İbaretmiş o da anka gibi sade şöhretten
Yaşa binler yaşa ey laft-i bi-ma’na-i hürriyet
Ne efsunkâr imişsin ah ey gaddar-i hürriyet
Ayırdın milleti cebrin ile cüz’i iradetten
Temeddün namına hep hüsn-i ahlâkı feda ettik
Tecerrüt eyledik her bir faziletten, meziyetten.

Hanili Salih Bey, idam edileceği son dakikaya kadar cesaret ve metanetini korumuş, idama gitmekte olan arkadaşlarına da inançlı ve dik durmalarını söyleyerek moral vermiştir.

İdam edilmeden önce hapishanede kaleme aldığı gazel ise şöyledir: 

GAZEL

Gerçi enzâr-i ahibbadan dahi dur olmuşuz
Rahmet-i mevlaya yaklaşmakla mesrür olmuşuz
Bu dünyada müflis u hane harap olduksa da
Bu harabat ile biz ma’nada ma’mür olmuşuz
Kul bizi zülm ile mücazat etse perva etmeyiz
Şüphemiz yoktur ki indallahta me’cür olmuşuz
Ehl-i Hakkız korkmayız i’damiden ber dariden
Çünki te’yid-i ilahi ile Mansur olmuşuz
SALİH’im, ehl-i salâh’ım, dine can kıldım fedâ
Lütf-i hakla teşnegâne ab-ı Kevser olmuşuz.

Şeyh Said’in idama giderkenki tavrı da arkadaşı Hanili Salih Bey gibidir:

Şeyh gecenin kucağında idam sehpasına yürürken, biraz ötesinde idamları seyre gelen İstiklal Mahkemesi’nin Ankara nezdindeki gizli reisi Ali Saib’i (Ali Saib Ursavaş aslen Kerküklü bir Kürttü) fark etti.

Yavaşça başını çevirir ve dudaklarından dökülen şu sözler, gecenin yanağında bir tokat gibi şaklar:

‘Mahşer günü seninle hesaplaşacağız. Boynuzsuz keçinin ahını boynuzludan alırlar.’

Şeyhe idam gömleğini giydirdiler. Dudakları belli belirsiz hareket ediyordu. Yaşından beklenmeyecek bir çeviklikle darağacına doğru yürüdü.

Sehpaya geldiğinde Son Saat Gazetesi’nin özel muhabirinin, hatıra olsun diye uzattığı deftere, Mekke müşriklerince asılan ilk şehit Hubeyb’in;

‘Eğer Allah ve din için kavga vermişsem,
basit dallarda asılmaktan perva etmem’

anlamındaki şu Arapça beyti yazacak kadar serinkanlı ve mütevekkildi:

‘Vela-u bali bi-salbi ala cüzui-n-nahl
Lev kane masrai fillahi ve fiddin.’

Muhammed Said Palevi El Amedi, 28 Haziran1925, saat 02.30
Şevket Beysanoğlu, c. 3, s. 979 233 Mustafa İslamoğlu, s. 654 234)

Şeyh Said’in;

‘Bütün rüfekamın (arkadaşlarımın) içinde ilmi, iktidarı, fazlı itibariyle en şayan-ı itimad kişi’ dediği Hanili Salih Bey’in idam sehpasına yürürken, ünlü divan şairi Urfalı Nabi’nin şu beytini irticalen söylediği nakledilir: 

Kimdir bizi men eyleyecek bağ-ı cinandan?
Hane bizim miras-ı pederdir, gideriz biz.

(Cennet bağına girmekten bizi alıkoyacak olan kimdir?
Cennet bize babadan kalmış bir miras gibidir.)

Allah rahmet eylesin. 

Önerilen Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir