06.12.2021
Ziya Gündüz, hertaraf.com’da Atasoy Müftüoğlu ile “Müslümanlar Modern Zamanlarda Paradigma Savaşlarını Kaybettiler” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yazıyı aşağıya alıntılıyoruz.
ATASOY MÜFTÜOĞLU: ZAMAN BİLE SAYILMAYAN ZAMANLAR
Düşünür Atasoy Müftüoğlu ile Mahya Yayınları arasından yeni çıkan “Popülist Zamanlar Ölümcül İyimserlikler” kitabı üzerine arkadaşımız Ziya Gündüz konuştu.
Atasoy Müftüoğlu, “İslam toplumları ve kültürleri, sömürgeci kültür tarafından zihinlerine ve ruhlarına vurulan prangalardan özgürleşinceye kadar iyi bir şey olmayacak” dedi.
Röportaj: Ziya Gündüz – Hertaraf Haber
Atasoy Ağabey, öncelikle yeni kitabın hayırlı olsun. Röportaja kitabın isminden başlayalım istiyorum. “Popülist Zamanlar Ölümcül İyimserlikler” kitaba neden böyle bir isim verdiniz?
Hangi toplumda olursa olsun, popülizmin yükselişi, normalleşmesi, toplumsallaşması, içselleştirilmesi/ ilgili toplumda niteliğin, bilincin, bilgeliğin düşüşü, değersizleşmesi anlamı taşır. Popülizmin normalleştiği, normalleştirilebildiği toplumlarda, bugün, Türkiye’de yaşandığı üzere, basmakalıp propaganda klişeleri, bayağı ve bayat genellemeler, zihinsel-düşünsel taşlanma, yüzeysellikler, bireysel çıkarların toplumsal çıkarların önüne geçişi, ahlak’a ve ahlaki niteliklere sahip olmak yerine, nesnelere sahip olma mücadelesinin bir hayat tarzına dönüşmesi, zaman bile sayılmayan zamanlarda, boşa giden zamanlarda yaşadığımıza işaret eder.
Popülist zamanlarda/toplumlarda, görüntüler, dış tezahürler/görünümler ve propaganda, somut bir gerçekliğe dönüşür. Bu tür toplumlarda farklı/nitelikli/derinlikli bir şimdi’yi tasavvur etmek mümkün olamaz. Popülizmin yükselişe geçtiği ve belirleyici olduğu toplumlarda dalkavukluk normalleşir, sıradanlaşır, kâr’lı ve ayrıcalıklı bir mesleğe dönüşür. Dalkavukluk, edilgen, pasif, ruhsuz kişiliklerle ilgilidir. Konformist toplumlar, popülist toplumlar/kültürler, yoğun bir biçimde dalkavuk/trol ve aparatçik üretir. Popülist toplumlarda ahlaki yanlışlar, ahlaki hastalıklar hiçbir şekilde sorgulama konusu yapılamaz.
Bu tür toplumlarda, insanlar, ya korkudan kaynaklanan itaat biçimini, ya da çıkar beklentilerine dayalı itaat biçimini tercih ederler. Popülist toplumlarda ahlaki cehalet içselleştirilir. Her popülizm aynı zamanda milliyetçilikler üretirken, her milliyetçilik de örtülü bir ırkçılık üretir. Popülist toplumlarda, kültürel hayatın yerini, güncel/oportünist popülist politik gündem alırken, kültürün yerini propaganda, kültür adamlarının yerini de troller ve aparatçikler alır.
BİR TARİH BİLİNCİNDEN, BİR TARİH FELSEFESİ BİLİNCİNDEN YOKSUNUZ
İslam toplumlarında neden siyasal bir dayanışma yok?
Ulus-devletler tarafından, ulus-devlet kutsalları adına asimilasyona tabi tutulan toplumlar/halklar/ülkeler için İslami bir gelecek ya da dayanışma düşünülemez. Bugün, İslam-ümmet, etnik-cografi sınırlara hapsedilmiş bulunuyor. Bu toplumlara bir yanda modernite dayatılırken, bir diğer yanda da, geçmişçi bir popülizm/hamaset/gelenekçilik dayatılıyor. Bugün, her toplumu sosyo-politik mühendislik projeleri belirliyor. Hepimizin İslami geçmişimizle ilgili romantik ve basmakalıp görüşlerimiz var. Her toplum, kendisini İslam’a nisbet eden her toplum ve kültür/tarihe kendi istediklerini, kendilerinin hoşuna gidecek şeyleri söyletmeye çalışarak tarihi çarptırıyor.
Bir tarih bilincinden, bir tarih felsefesi bilincinden yoksunuz. Her toplumun, her kültürün doğal olarak olumlu ve olumsuz yanları olur. Bizler, Müslümanlar olarak geçmişimizle ilgili, yalnızca geçmişimizin iyi yanları üzerinde dururken, iyi yanlarını ölçüsüz bir biçimde abartırken, olumsuz yanları hiçbir şekilde eleştirel gündem konusu yapamıyoruz.
Düşünce hayatının, kültür hayatının, edebiyat hayatının gündemini resmi doğrular, resmi çıkarlar, resmi kutsallar belirliyor. Bugün, özellikle İslami geçmiş konusunda eleştirel bir okuma yapamadığımız için, düşünce adamları, kültür adamları, edebiyat adamları bir türlü kendilerini aşırı idealleştirmelerden alıkoyamıyor.
Yirmibirinci yüzyıl için etkili/dönüştürücü düşünceler, fikirler, entelektüel çözümlemeler üretemediğimiz için, duygusal düşler/romantizmlerle oyalanıyoruz. İslami dayanışmadan, İslami tahayyül ve tasavvurlar üzerinde soyut spekülasyonlar yapmadan önce, İslam’ın bilinç alanından nasıl sürgün edildiğini, İslami otorite ve meşruiyet kaybının nereden ve nasıl kaynaklandığını konuşan/tartışan, bu konuda tarihsel yüzleşmelere cesaret eden kadrolar yetiştirmemiz gerekir. Bizler bugün, İslam toplamlarının düşüncesizleşmelerinin zihinsel sömürgecilikle ilgili olduğuna inandığımız için, bu düşüncesizleşmenin konformist-batıni-mistik bir gelenekten kaynaklandığını konuşmaya cesaret edemiyoruz.
BİZLER BUGÜN, İSLAM’IN SOMUT MESELELERİNİ KONUŞMUYORUZ
21. yüzyılda İslam toplumları romantik uykulardan uyanarak kendi hikayelerini yazmaları için ne yapmaları gerekiyor?
Duygusal, abartılı, ölçüsüz, narsisist, romantik idealleştirmeler, putlaştırmalar nedeniyle hiçbir şekilde gerçekleri/hakikatleri konuşmuyoruz. Bu nedenle, tarihe geç kaldık, özgürlüğe geç kaldık, bilince geç kaldık ve yoğun bir biçimde istismar ettiğimiz umut’lara geç kaldık. Bir düşünürü, bir alim ya da arif’i, bir politik lideri sevmek, takdir etmek yerine; onları putlaştıran bir geleneğimiz/hastalığımız var. İslam dünyası toplumları tarihin son yüzyıllarını ontolojik ve epistemolojik bir emperyalizme maruz kalarak geçirdiler. Bu emperyalizm bugün/halen en yoğun biçimde devam ediyor, devam ettiriliyor.
Bu emperyalizm İslam’ı gerçek dünyadan, gerçek tarihten, gerçek siyasetten uzaklaştırarak,’ tek boyuta, içsel boyuta mahkûm etti. Bunun içindir ki, bizler bugün, İslam’ın somut meselelerini konuşmuyoruz. İslam’ı bütün boyutlarıyla ve bir bütünlük içerisinde konuşabilmemiz için, ideolojik, yerli-milli yorum çerçevelerini aşan bir bilince, çok boyutlu bir yorum yeteneğine ihtiyacımız var. İslami düşünce, kültür, edebiyat, ilahiyat hayatının, İslam’ın bilinç alanına dönüşünü sağlayabilmek için, ontolojik/epistemolojik emperyalizmi farketmesi gerekirdi. Bu emperyalizmleri farketmeyen, bunlarla hesaplaşamayan, İslam’ın ontolojik ve epistemolojik özgürlüğünü/bağımsızlığını/otoritesini yeniden tesis etmek üzere çok yoğun, çok derin, çok kapsamlı, çok kuşatıcı sistematik çalışmalar yapmayan/yapamayan toplumların kendi hikayelerini yazmaları beklenemez.
Popülist toplumlar, gelenekçi/görenekçi/muhafazakar toplumlar, kolay başarılar, kolay zenginlikler, kolay çözümler, kolay hikayeler peşindeler. Bu nedenledir ki, İslami bütüne, bütünlüğe giden yol ve yöntemler üzerinde etnik-mezhepçi sınırları aşan çalışmalar yapılmıyor. Bugün, topluklarımızda yüksek ve nitelikli amaçların yerini, ütopik fantaziler almıştır. Bugün, entelektüel haçlı seferleri karşısında tanımlayamadığımız, hesaplaşamadığımız bu nedenle de, maalesef, içselleştirdiğimiz bağımlılıklar yaşıyoruz. Bütün popülizmler, popülizmlerin sınır tanımayan yükselişi, ilgili toplumların bir tükeniş ufku içerisinde yaşamaya devam ettiklerini gösterir. Bir tükeniş ufku içerisinde bağımsız/özgün ve gelecek ufkuna hitap eden hikayeler yazılamaz.
KAMUOYUNA ANCAK HAMASET’LE HİTAP EDEBİLİYOR, KAMUOYUNU HAMASETLE YÖNLENDİRİYORUZ
Kitapta ırkçılık ile haçlı ruhu arasında bir özdeşme olduğunu söylüyorsunuz. Neden bir özdeşme var?
Bugünün dünyası, özellikle de, İslam dünyası, kolonyal aklın/dilin/söylemin/bilgi’nin işgali altındadır. Bu işgal sebebiyle, zihinsel işgal sebebiyle İslami akıl/bilgi/dil/söylem büyük bir işlev kaybı yaşıyor. Sözünü ettiğim işlev kaybı sebebiyle, modern evrenselliğin, Avrupamerkezci/haçlı/ırkçı /ideolojik boyutlarını/içeriğini teşhiste zorluk çekiyoruz. Bugünün evren-selliğinin/evrenselciliğinin, araçsal aklın ve pragmatizmin ideolojik misyonerliği ile ilgili olduğunu neredeyse hiç tartışmadık. Yeryüzünü bütün boyutlarıyla ele geçirme ihtiraslarını, emperyalizmleri ve sömürgecilikleri “uygarlık” olarak dayatan, “beyaz adamın misyonu/üstünlüğü” olarak dayatan uygarlık misyonu dil’i/söylemi ile, İslami düşünce hayatı hiçbir şekilde entelektüel anlamda yüzleşmedi. Haçlı ruhu, Batı’nın bütün ırkçı girişimlerini himaye etti.
Haçlı ruhu tarafından himaye edilen ırkçılıklar ahlaki olan ya da olmayan, insani olan ya da olmayan, vicdani olan ya da olmayan’la hiçbir şekilde ilgilenmeyen bir dünya görüşü ve dünya sistemi oluşturdu. Akademik dil/bilimsel dil/uzmanların ve teknisyenlerin dili/profesyonellerin dili, iyi ile kötü, doğru ile yanlış, helal ile haram, ahlaki olan’la olmayan arasında bir ayrım yapmadığı için, tarih’le Müslümanca yüzleşemiyoruz. Kamuoyuna ancak hamaset’le hitap edebiliyor, kamuoyunu hamasetle yönlendiriyoruz.
Konformist, romantik, nostaljik bir zihniyet/gelenek hiçbir biçimde tarihin akışını etkileyemiyor, gidişatı değiştiremiyor, tarihsel çözümlemeler/analizler yapamıyor, maruz kaldığımız derin konformizm sebebiyle, enformasyon imparatorluklarını, dijital sömürgeciliği denetleyemiyor, karşı karşıya bulunduğumuz bilgi asimetrilerini nasıl aşabileceğimizi hiçbir biçimde konuşmuyoruz.
Tarihsel çözümlemeler yapabilmek için, her şeyden önce, radikal düşünürler, radikal kadrolarla birlikte bir bilinç hareketi inşa etmemiz gerekiyor. Bugün, bunları yapmak yerine maalesef, yalnızca politik ihtiraslar adına propaganda savaşları üzerinde yoğunlaşılıyor.
YENİ BİR MÜCADELE UFKU ANCAK YENİ BİR DİL’LE AÇILABİLİR
Kitapta birçok not aldım. Birçok cümlenin altını çizdim. Sıklıkla yeni bir dilin inşasından söz ediyorsunuz. Bu yeni dilden kastınız nedir?
Gerçekleri bütün boyutlarıyla konuşmayı sevmeyen, eleştiriyi hiç sevmeyen, duygusal/romantik/gelenekçi/görenekçi/hizipçi/nostaljik bir dil’imiz var. Bu dil’le bir bilinç mücadelesi verilemeyeceğini, bir bilinç yolculuğuna çıkılamayacağını bilmek/hatırlamak gerekir. Gerçekleri bütün boyutlarıyla konuşmayı sevmeyen sözünü ettiğimiz dil sebebiyle/bizler, Müslümanlar olarak/varoluşsal kaygılara, ilgilere ve sorumluluklara büyük ölçüde yabancılaştık.
Bu yabancılaşma sebebiyle İslami düşünce hayatının soluğu kesildi, İslamcılık iddialarının bir sayıklamadan ibaret olduğu anlaşıldı.
Aklın, felsefi idrakin ve hikmetin bütünlüğünü temsil yeteneğini kaybettik. İdeolojik karşıtlıklar, narsisist karşıtlıklar, bencil/politik karşıtlıklar/ihtiraslar İslami dili/varoluşu ve hayatı paramparça etti. Nitelikler lehinde tercih yapması gereken bir toplum, popülizm lehinde bir tercih yaptığında bunu çok ucuz başarılar, sayısal ve niceliksel başarılar için yapar. Bugün, toplumlarımızda, Türkiye’de de, muhafazakârlıklar milliyetçi popülizmlere dönüşüyor.
Daha önceleri de İslam’ın muhafazakarlığa dönüştürüldüğünü hatırlamak gerekiyor. Halen kullanageldiğimiz dil/söylem, İslam’ın bilinç alanından sürgün edilerek yerel bir kültüre dönüştürülmesi konusunda hiçbir eleştirel sorgulama yapmadı, yapamadı.
Popülizmin yükselişi ve niteliklerin düşüşüyle birlikte hiçbir şekilde, hiçbir alanda bir fark üretilemiyor. Maruz kaldığımız bu dil/söylem sebebiyle yirmibirinci yüzyıl entelektüel tarihine katkı sayılabilecek hiçbir şey üretmiyoruz. İslami bütünlük sağlanamayınca, bu bütünlüğü temsil eden bir dil-kültür ve bilinç de kurulamıyor.
Yeni bir mücadele ufku ancak yeni bir dil’le açılabilir. Bu dil’in etnik bencillikleri/bağnazlıkları, mezhepçi bencillikleri/bağnazlıkları, tarikatçı/hizipçi bencillikleri/bağnazlıkları aşarak, bütün insanlığın bilincine/kalbine hitap edecek bir kuşatıcılığı içermesi gerekir. Bugün kullandığınız dil, İslami bütünlüğün ruhunu-ufkunu yansıtmıyor, İslami bütünü ve bütünlüğü temsil etmiyor.
Bağnazlığın dilinin belirleyiciliği İslam dünyası çapında bir gerileme ve tükenişe işaret eder. Ortak bir dili/anlamı/yorumu imkânsız kılan bağnazlıkları yeni bir dilin imkânlarıyla aşabiliriz.
YAŞANDIĞI TOPLUMLARIMIZDA NİTELİKLER VE AHLAK ASKIYA ALINMIŞTIR
Peki, Ahlaki özgürlüğümüzü neden kaybettik?
Günümüzde İslam toplumları, Türkiye’de de, içerisinde yaşayarak gördüğümüz üzere, kapitalist/seküler/liberal küreselleşmenin bir parçası haline gelmiştir. Kapitalist/seküler/liberal hayat tarzı kamusal alanı bütünüyle belirlerken İslam bireysel/vicdani alana, folklorik alana kapatılmıştır. Böyle bir dünyada/toplumda Müslüman halklar, bir yanda, kamusal alanda seküler/pozitivist bir eğitim alırken; bir diğer yanda da, bireysel alanda içsel alanda mistik/batıni bir eğitim alıyor. Bu tür toplumlarda, Türkiye’de de kamusal alan, siyasal alan ahlaka ihtiyaç duymuyor, ahlak göreli hale geliyor.
Bilinç yoğunluklarına, hikmet yoğunluklarına, düşünsel yoğunluklara yabancılaşan, tüketimci-telaşlı-gerilimli-huzursuz varoluşların yaşandığı toplumlarımızda nitelikler ve ahlak askıya alınmıştır.
Hayatlarını çıkar/iktidar mücadelelerine ayıranlar, ahlaki özgürlüklerinden feragat ederler. Ahlaki bağımsızlığa, entelektüel bağımsızlığa sahip olanlar, onurları-kişilikleri için hiçbir çıkar ve iktidar ayrıcalığına tenezzül ve tevessül etmezler. Bugün, partizan sayıları, niceliksel sayıları çoğaltmak için mücadele ediliyor, nitelikler için, niteliksel ve ahlaki güç sahibi olmak için hiçbir çaba harcanmıyor. Ahlaki güce ihtiyaç duymayan bir toplum, ahlaki özgürlüğe de ihtiyaç duymuyor.
Kapitalist/seküler/liberal değerleri/hayat tarzını içselleştiren, bu değerlerle bütünleşen toplumlar, kendi kültür ve medeniyet değerlerini ancak sembolik anlamda temsil edebiliyor. Ahlak’a ve niteliklere yabancılaştığımız için, bugün içerisinde yaşadığımız toplumda da görülebileceği gibi, anti-sosyal suçlar/patolojiler toplumsallaşıyor, toplumsal hayat yozlaşıyor. İçerisinde yaşadığımız dönem-tarih, Müslüman olmanın kolay olduğu bir dönem-tarih değil. Bir yanda kapitalist/seküler/liberal değerlerle bütünleşen, bir diğer yanda da edilgen/teslimiyetçi/konformist/gelenekçi/görenekçi/yerli-milli değerlerle bütünleşen bir toplumda/toplumlarda ahlaki-entelektüel bağımsızlık-özgürlük mümkün olamaz.
MÜSLÜMAN ÜLKELER/HALKLAR/TOPLUMLAR İSRAİL KARŞISINDA MUTLAK BİR EDİLGENLİK İÇERİSİNDELER
“Bugün, Amerika’nın ve İsrail’in talepleri/çıkarları ve beklentileri doğrultusunda, Arap ülkeler, İran’ı yalnızlaştırmak ve kuşatmak üzere İsrail’le uzlaşmış bulunuyor.” Bu çok ciddi bir cümledir. Bu kanıya nasıl vardınız. Bununla ilgili bir delil, bilgi, belge var mı?
Bu konuda sayısız bilgi-belge ortaya konulabilir. Bu konu ile ilgili olarak, bugünlerde gerçekleşen yeni bir anlaşmadan söz edilebilir. İsrail ve Birleşik Arap Emirlikleri, bundan böyle ortak silah üretme kararı aldılar. Bugünün dünyasında yeni sömürgecilik, Müslüman ülkelere, halklara, toplumlara, siyasetlere, açıkça meydan okuyarak İsrail tarafından, Filistin’e karşı sürdürülüyor. Müslüman ülkeler/halklar/toplumlar İsrail karşısında mutlak bir edilgenlik içerisindeler. Yeni sömürgecilik karşısında Filistinlilere maddi/manevi kimi yardımlarda bulunuyoruz, ancak, kesinlikle siyasal yardımda bulunamıyoruz.
Maddi-manevi yardımlardan kastım gıda/ilaç/inşaat malzemesi yardımları; manevi yardımlar ise dua ve şiir yardımlarından ibarettir. Ancak, bugün İslam dünyası ülkeleri, Filistin’e siyasal yardım yapmak bir yana, Filistin sorununu, kendi halkları nezdinde, bir siyasal istismar konusu olarak da kullanıyor. Bugünün dünyasında, İslami siyasetin ufkunu taşralı politik figürlerin ihtirasları kapatıyor. Ulus-devlet kutsalları/bencillikleri/ realizmleri İslami geleceği imkânsız kılıyor. İsrail, yeni sömürgeciliği, modern dünyanın yorum egemenliğini paylaşarak sürdürüyor. Bugün, İslam toplumlarında modern-seküler yorumunun iktidarını-tahakkümünü istikrarsızlaştırabilecek hiçbir çalışma yapılmıyor. Böyle bir çalışma yapabilecek kadrolara sahip bulunmuyoruz. Bu durum zihinsel bir yoksulluğa işaret eder.
Toplumlarımız-halklarımız dinî ya da politik, tek karizmatik-popülist figürünü ufkuna kapatıldıkları için, hem yerel anlamda, hem de küresel anlamda resmi gerçekliğin sınırlarını aşamıyor, bu gerçekliğin sınırlarını aşma iradesi gösteremiyor, bu gerçeklikler tarafından yönlendiriliyor. Bunun için de, dünyada neler olup bittiğini bütün boyutlarıyla göremiyor, anlayamıyoruz. Resmi gerçekliğin sınırlarına mahkûm olan toplumlar ve kültürler, hakiki gerçekliğe hiçbir zaman ve hiçbir biçimde nüfuz edemezler.
İSLAMİ BİLGİYİ ÖZGÜRLEŞTİRMEK İÇİN HER ŞEYDEN ÖNCE İSLAMİ BİLGİYİ ÜRETMEK GEREKİYOR
Dünya ölçeğinde İslami bilgiyi özgürleştirmek adına herhangi bir çalışma var mı?
Eğri oturalım ancak, ne pahasına olursa olsun doğru konuşalım. Bu konuda maalesef sistematik kadro çalışmaları yok. İslam dünyası toplumlarında, Avrupamerkezli bilgi sistemleri, Avrupamerkezli rasyonalite ve bilgi yapılarının kurumsallaşması, bilgi ve iktidar sömürgeciliği, epistemik iktidar yapıları-sistemi, akademik iktidar sistemi ile ilgili nitelikli eleştirel çalışmalar yok. Bu konuda, merhum Faruki ve merhum Messiri’nin çalışmaları ne yazık ki tamamlanamadı, sürdürülemedi. Bizde, Hindistan’da faaliyetlerini sürdüren “Madun Araştırmaları Kolektifi” benzeri kuruluşlar-enstitüler yok. Bilginin bağımsızlaştırılması-Özgürleştirilmesi konusunda, daha çok Güney Amerikalı kimi bilim adamlarının çalışmaları var. Walter Mignolo (Arjantin), Anibal Quijano (Peru) Enrique Dussel (Meksika) Santiago Castro-Gómez (Kolombiya) gibi isimlerin Batılı olmayan bilgi yapılarının ötekileştirilmesi, değersizleştirilmesi, madunlaştırılması konusuyla ilgili çok etkili-eleştirel çalışmaları var. Bu isimler, modern dünya sisteminin sömürgecilik ve tahakküm üzerinde temellendirildiğini, sömürgeciliğin modern iktidar ve bilgi yapılarının, hayati boyutunu oluşturduğunu çok ikna edici felsefi bir çerçeve içerisinde kanıtlıyor. Bu isimler, epistemik ve siyasal bir yüzleşmeye/hesaplaşmaya cesaret ediyor. İslami bilgiyi özgürleştirmek için her şeyden önce İslami bilgiyi üretmek gerekiyor. Bugünün dünyası, bir yanda bilgi ve ideoloji üretirken, İslam dünyası toplumları duygusal temelde kültür-folklor üretiyor.
Aklı ve bilgi’yi edilgen kılan bir geleneğimiz var. Bu gelenek, maalesef, konformist-statükocu bir zihinsel çerçeve oluşturuyor. Türkiye’de, Cumhuriyet tarihi boyunca, sözünü ettiğim bu konformist çerçeve yalnızca merhum Mehmet Akif Ersoy tarafından sorgulandı, reddedildi. Merhum İzzetbegoviç’in de, sözünü ettiğim konformist-statükocu zihinsel çerçeveyi aştığını, günümüzde de Salman Sayyid’in bu bağlamda etkili çalışmalarını sürdürdüğünü kaydetmek gerekir.
BİLİM, İNSAN VE DÜNYA PUTLAŞTIRILARAK, HER ŞEY TEK BOYUTA İNDİRGENDİ
İslam ümmeti her alanda neden savruluyor neden sürükleniyor, bu konuda hiçbir umut yok mu?
İslam dünyasında, çok ağır ve çok derin yapısal sorunlara neden olan, bir daha tamir/tedavi/telafi edilmesi mümkün olmayan ilk ve büyük kırılma, İslam toplumlarının içe ve geçmişe kapanmalarıyla (15. yüzyıl) birlikte yaşandı. 13. yüzyıldan itibaren akli ilimler ve felsefe gözden düşmüştü. 16. yüzyılla birlikte Avrupa’nın yükselişi başladı. İslam toplumlarının içe ve geçmişe kapanmaları, tarihsel gerçekliğe, tarihsel gelişmelere ve oluşumlara karşı büyük bir kayıtsızlık/ umursamazlık içerisine girmelerine neden oldu. Avrupa’nın yükselişi ile birlikte Avrupamerkezci/seküler dünya görüşünün ve yorumun otoritesi, sömürgecilik yoluyla evrenselleştirildi. Bu otoritenin kurulması ve evrenselleştirilmesiyle birlikte, İslami otorite, ümmet otoritesi büyük ölçüde tarih dışı sayıldı, marjinalleştirildi, etkisizleştirildi.
Bu tarihten itibaren, Batı ile İslam toplumları arasında hiyerarşik bir ilişki, bir güç ilişkisi başladı. Bu tarihten itibaren İslam toplumları hayatın her alanında hep bir meydan okuma ile karşı karşıya bulunuyor, savunmacı tavrın sınırlarını aşamıyor, Fransız Aydınlanması tarafından ulus-devletin kutsanması, dokunulmaz kılınması, bir otorite ve meşruiyet kaynağı haline gelmesiyle birlikte, din-İslam-ümmet ulus- devlet kutsalları tarafından tanımlanan sınırlar içerisine kapatıldı.
Sözünü ettiğimiz bu süreçlerle birlikte İslam dünyası ontolojik ve epistemolojik bir geri çekilme içerisine girdi.
Bilim, insan ve dünya putlaştırılarak, her şey tek boyuta indirgendi. Ontolojik ve epistemolojik geri çekilmeyle birlikte, İslam toplumları zihinsel ve ruhsal bir kriz’le karşı karşıya geldiler. Sömürgeci kültür/bilgi/dünya görüşü/hayat tarzı karşısında ne yapabileceklerini, bu gerçekliklere nasıl cevap vereceklerini bir türlü belirleyemeyen İslam toplumları, hiçbir zaman, bugüne kadar nihai bir karar veremediler.
Modern dünya sistemini ya taklit ettiler, ya takdir ettiler, ya bu sistemden nefret ettiler, ya da reddettiler. Bugün, bilinmesi gereken en önemli husus, ulus-devlet mutlakiyetçiliklerinin hiçbir şekilde ümmet’e geçit vermeyecekleri hususudur. İslam toplumları ve kültürleri, sömürgeci kültür tarafından zihinlerine ve ruhlarına vurulan prangalardan özgürleşinceye kadar iyi bir şey olmayacak.
ELEŞTİRİYE HAYAT HAKKI TANIMAYAN ŞEYİN ADI, NEREDE OLURSA OLSUN DERİN BAĞNAZLIKTIR
Türkiye’de eleştirel düşünceye neden hayat hakkı tanınmıyor?
Tek akla, tek yoruma, tek boyuta, tek ufka, tek liderin liderliğine, geleneğin otoritesine, taklit’in otoritesine bağımlı kılınan toplumlar, hiç bir şekilde analitik ve eleştirel bir zihne sahip olamazlar, analitik ve eleştirel tercihlerde bulunamazlar. Analitik ve eleştirel zihinler için, entelektüel zenginliklere-niteliklere-üretkenliklere ihtiyaç olduğu açıktır. Türkiye’de politik popülizmin ve dinî popülizmin pervasızca ve ölçüsüz yükselişi/iktidarı, Türkiye’nin entelektüel anlamda ne kadar büyük bir yoksulluk/yoksunluk içerisinde bulunduğunu gösterir. Eleştiriye hayat hakkı tanımayan şeyin adı, nerede olursa olsun derin bağnazlıktır.
Bağnazlık, yenilenme ve değişimi imkânsız kılar. Bugün, toplumlarımızda, Türkiye’de de, radikal değişimin önündeki en büyük engeller, gelenekçilik, görenekçilik, yerellik, muhafazakarlık, taşralılıktır. Tek akla, tek yoruma ve tek ufka kapatılan, popülizmlere kapatılan toplumlarda bilinçli sorgulamalar yapılamaz.
Bilinçli sorgulamalar yapılmadığı için de, bu toplumlar hamasetin bayağılıklarına mahkum edilirler. Tek akla, tek yoruma tek ufka kapatılan toplum ve kültür, teslimiyetçilik ve eylemsizliğe mahkum olur. Teslimiyetçilik ve eylemsizlik de kötürümleşmeye neden olur. Bugün edilgen/savunmacı/teslimiyetçi geleneği, bu gelenek dokunulmaz kılındığı için sorgulayamıyoruz. Her tür edilgenliği içselleştiriyor ve bunlara katlanıyoruz.
Bugün, Müslümanlar olarak, yaşadıklarımızla, yaşamamız gerekenler arasında büyük boşluklar/uçurumlar var. Öteden beri biriktirdiğimiz bağnazlıklar, dinî ve politik popülizmler gerçeğin kendisi haline gelmiş bulunuyor. Hepimiz geçmişin mirası altında eziliyoruz. İslami ufku, kavramları yeniden tanımlayamıyoruz. Geçmişe ait çerçeveler bugünün sorunlarına cevap veremiyor. Patolojik bir toplumsallık içerisinde yaşadığımız halde, eleştiriye hayat hakkı tanımayan otoriter bir gelenek yüzünden bunları dile getiremiyoruz.
EVRENSEL ZİHİNLERE SAHİP OLMAK, EVRENSEL ZİHİNLER YETİŞTİRMEK GEREKİR
İnsanlığın ahlaki bir tarihe, ahlaki bir çağa, ahlaki bir dünyaya ihtiyacı olduğunu söylüyorsunuz bunu biraz daha açar mısınız?
İnsani bir tarih/çağ/dünya/toplum, ancak, bütün ideolojik alanları/ilgileri/etkileri aşarak, evrensel bir insanlık bilincinin/vicdanının imkânları üzerinde çalışarak, mevcut gerçekliği adalet ve hakkaniyet zemininde sorgulayarak/aşmaya çalışarak, sömürgeci işgal ve istilaya nasıl son verilebileceğine ilişkin bir entelektüel irade ortaya koyarak, rasyonel materyalizmle hesaplaşarak, araçsal aklın, ırkçı aklın tahakkümüne son verebilecek bilinç ortaklığı kurarak gerçekleşir. Bütün bunları yapabilmek için, İslam’ın, insanlığın, insani varoluşun hayati tüm sorunlarına/taleplerine/beklentilerine ikna edici cevaplar verebilecek bir dünya görüşü olduğuna yürekten inanan evrensel zihinlere sahip olmak, evrensel zihinler yetiştirmek gerekir. Günümüzde İslam toplumları, ne yazık ki, daha çok yerli-milli-mezhepçi-ulus-devletçi, muhafazakar-konformist zihinlerle malûl bulunuyor. İslami entelektüel hayat, bugüne kadar ne yazık ki, seküler aklın baskısından özgürleşebilmiş değil. Bu nedenle de, İslami entelektüel hayat İslami kavramsal sistemi yenileyemiyor, bu doğrultuda sistematik bir çalışma yapamıyor.
Politik ve dinî popülizmin hâkim olduğu toplumlarda hiç kimse kendi konumunu ve resmi gerçekliği sorgulayamıyor, hiç kimse yeteneklerini ve potansiyelini gerçekleştiremiyor. Dinî ve politik popülizmler, bütün ufukların kaybolduğu ya da daraldığı zamanlarda, geleceğin belirsizleştiği dönemlerde yoğun bir biçimde gündemde tutuluyor.
Yoğun popülist politik ve dinî propagandanın baskısı altında bulunan aydınlar, siyasal ve pratik hayatta hakikatin ifadesi olmaktan korkuyor, hiç kimse kralın çıplak olduğunu söylemeye cesaret edemiyor. Hangi toplumda ve kültürde olursa olsun, konformist düşünce-kültür zihinsel-ahlaki bir sefalete neden oluyor. Mümkün ufuklar üzerinde bağımsız çalışmalar yapabilmek için popülist ufkun dışında, yeni alanlar açmak gerekiyor. Ahlaki bir tarih/dünya/toplum, her tür materyalist/kapitalist/liberal/seküler etkiden nihai anlamda arındığımızda gündeme getirilebilir. Nihai bağımsızlık için de, risk ve sorumluluk alarak, ödenmesi gereken bedelleri ödemeye hazır bir ahlaki bilince sahip olmak gerekir.
MÜSLÜMANLAR MODERN ZAMANLARDA BÜTÜN PARADİGMA SAVAŞLARINI KAYBETTİLER
Müslümanlar olarak İslami bütünlüğe nasıl sahip olabiliriz?
Müslümanlar olarak, içerisinde yaşadığımız toplumlarda her gün karşı karşıya geldiğimiz üzere, “Türklerin öncülüğünde”, “Arapların öncülüğünde”, “Farsların öncülüğünde” gibi cümlelerle yola çıkan aydınlardan/düşünürlerden hiçbir zaman evrensel bir zihin/filozof/hikmet adamı vb. çıkmaz, çıkamaz. Kendisini etnik öncelikler/etnik üstünlükler ve etnik bencilliklerden, etnik kibirden arındırmayan bir aydının/düşünürün İslami bütünlüğe hiçbir şekilde olumlu bir katkısı olamaz. İslam hiçbir etnik aidiyetin mezhepçi aidiyetin, kabileci aidiyetin tekeli altına alınamaz. İslam hiçbir şekilde ulus-devlet ihtiraslarına alet edilemez.
Ulus-devlet çıkarları için sömürülemez. Siyasal iktidarların propaganda aracı olarak kullanılamaz. İslami bütünü ve bütünlüğü temsil edebilmek için, her şeyden önce, modern ya da geleneksel bütün meydan okumalara, kısıtlamalara, araçsallaştırmalara, sömürgeleştirmelere cevap verebilecek, kapsamlı-kuşatıcı bir düşünce sistemine ihtiyacımız var. Müslümanlar modern zamanlarda bütün paradigma savaşlarını kaybettiler. İslam yerel folklorun-kültürün bir parçası haline getirildi. Yerli-milli zihinlerle, İslami anlamda yeni bir paradigma savaşı verilemez, İslami paradigmanın/ufkun/yorumun özgürleştirilebilmesi için, İslami otorite ve meşruiyetin evrensel anlamda temsil edilebilecek şekilde yeniden kurulması gerekir. Aksi halde hamaset diliyle, popülist propaganda diliyle, etnik üstünlük iddialarıyla, şanlı tarih retoriğiyle İslami bütünlüğe ulaşılamaz.
Her şeyden önce İslami bütünlüğün dilini kurmak gerekir. Her aşırılık, etnik aşırılık, mezhepçi-kabileci-partizan aşırılık, insani-ahlaki yanımızın eksilmesine yol açar. Kabileciliklerin, milliyetçiliklerin, mezhepçiliklerin normalleştiği, heyecanla savunulabildiği bir dünyada/ortamda/toplumda, İslami bütünlükten kıyamete kadar söz edemeyiz. Müslümanlar olarak içerisinde yaşadığımız toplumlarda, entelektüel sorgulama yeteneğine sahip olmadığımız, bilinen olumsuz bir gerçektir. Aynı şekilde bir sorgulama kültürüne de sahip bulunmuyoruz. İslam’ın yükselişinin sorgulama kültürü ile başladığını, düşüşünün de kayıtsız-şartsız itaat kültürüyle sonuçlandığını hatırlamak-hatırlatmak gerekir.
MÜSLÜMAN HALKLARI, KENDİ KADERLERİNİN KURBANI HALİNE GETİRİYOR
Dini ve politik bir uyuşturucudan söz ediyorsunuz. Bu uyuşturucular nasıl bir tehlike oluşturuyor?
Çok yakın bir geçmişte, bir Amerikan projesi olan NeoNurculuk, menkıbe üretim merkezleri, menkıbe pazarlama merkezli aracılığıyla, sadece ve sadece menkıbe üreterek, bütün bir toplumu, bütün hayati kurumları ve hatta iktidarı bütünüyle ele geçirmişti. Acele edip askeri darbe yolunu seçmemiş olsalardı, çok zahmetsiz bir biçimde iktidar olacaklardı. Bu örnekte, dinî ve politik popülizm uyuşturucuları aracılığıyla bir toplumun nasıl bir Amerikan projesine canla başla, büyük fedakarlıklar üstlenerek hizmet ettiklerini, bütün boyutlarıyla görebiliyoruz.
İslam toplumları, dinî ve politik popülizm uyuşturucuları aracılığıyla düşüncesizleştiriliyor, kitlesel propaganda/manipülasyon çalışmalarına tabi tutuluyor, dinî ya da politik otoriter/karizmatik figürlere itaate koşullandırılıyor. Bu nedenledir ki, İslam dünyası toplumlarında eleştirel, özeleştirel dikkate, bilince sahip aydınlar, kamusal düşünürler, evrensel zihinler yetişmiyor. İktidarlar, saltanatlarını, cemaatler saltanatlarını, bu uyuşturucular yoluyla/yardımıyla sürdürebiliyor. Toplumlar yüzyıllardır bu tür uyuşturucular alageldikleri için, kesinlikle gerçeğe/ bilince/hakikate uyanmak istemiyor.
Dinî ve politik popülizm uyuşturucuları aracılığıyla İslam toplamlarında sistematik bir biçimde ölümcül edilgenlikler oluşturuluyor. Hamaset ve menkıbe dili/söylemi aracığıyla kitlelere ölümcül iyimserlikler, ölümcül umutlar telkin ediliyor. Bu uyuşturucular sebebiyle bugün İslam dünyasında İslami bütünü ve bütünlüğü temsil eden herhangi bir anaakım, okul, kadro yok. Yerel-mitolojik- geleneksel-mistik algı biçimleri’nin belirleyiciliği, Müslüman halkların evrensel tarihe, evrensel entelektüel hayata, evrensel insanlık bilincine uyanmalarına imkân vermiyor. Yerel-mitolojik-geleneksel-mistik dil-söylem Müslüman halkları, kendi kaderlerinin kurbanı haline getiriyor.
Sözünü ettiğimiz bu uyuşturucular sebebiyle, İslam günümüzde, günümüz gerçekliğine müdahale iradesi taşıyan yaşayan bir bilince dönüşmüyor, dönüştürülemiyor.
KORONAVİRÜSÜN İKTİDARI, MİKROPLARIN/VİRÜSLERİN İKTİDARI, BÜTÜN İKTİDARLARI SARSTI
Dünyayı etkisi altına alan coronavirüs hakkında da ilginç tespitler var kitapta. Coronavirüs hakkındaki düşüncelerinizi bizimle paylaşır mısınız?
Küstah ve kibirli modern çağ, kibirli bilim yaklaşımı salgınların Ortaçağ’a özgü olaylar olduğunu, bilimin bütün virüsleri yok ettiğini iddia ediyordu. Koronavirüs küresel sağlık krizi-terörünün bütün toplumlara, özellikle de emperyalist dünyaya, insanileşmenin hayati önemi ve önceliği ile ilgili ciddi bir uyarı olduğunu düşünüyorum. Pandemi döneminde, şimdiye kadar hatırlamadığımız, yalnız hayatları, yoksul ve çaresiz hayatları, yerlerinden yurtlarından edilmiş, gidecek yerleri ve yurtları olmayan, zulme, ayrımcılığa, ırkçılığa maruz kalan madunları/masumları, mazlumları daha çok hatırladık, imkânlarımız ölçüsünde onları paylaşmaya çalıştık. Pandemi döneminde dünya düzeninin insani bir yanı olmadığını, insanlıkla ilgili ciddi kaygıları olmadığını gördük, yaşadık.
Buradan hareketle, hepimizin insanlık hayatının gerçek meseleleri doğrultusunda yeni bir iklim/ortam/ çevre oluşturması gerektiğini düşündük. Pandemi kısıtlamaları gerçek ihtiyaçlarımız konusunda hepimiz için etkili bir uyarı oldu. Koronavirüs dünya ölçeğinde toplumsal/sosyal/ekolojik/ekonomik/siyasal/ruhsal/zihin- sel bir krize neden oldu. Bu dönemde, gündelik sıradan sorunların baskısının, hayati sorunları örtbas ettiği gerçeğini öğrendik.
Aynı şekilde kısa vadeli, fayda merkezli ekonomik/politik yaklaşımların bütün temel/ yapısal sorunlara hepimizi yabancılaştırdığını gördük. Koronavirüsün iktidarı, mikropların/virüslerin iktidarı, bütün iktidarları sarstı. Koronavirüs küresel sağlık krizi çok büyük belirsizliklere neden oldu. Küresel statüko için bir gelecek olmadığı anlaşıldı. Radikal bir değişim/dönüşüm için her şeyi yeniden düşünme/tanımlama ve yapılandırma ihtiyacı ortaya çıktı. Koronavirüsün küresel istilası, insanlığın yeni bir ahlaka/maneviyata acilen ihtiyaç duyduğunu ihtar etti. Bizler, sınırlarımızı, çaresizliklerimizi, zaaflarımızı, aczimizi somut olarak yaşayarak, tecrübe ederek, her türlü kibrin ne kadar büyük bir küstahlık olduğunu bir kez daha idrak ettik.
BU DÖNEMDE, SARI NOKTA HASTALIĞINA MARUZ KALARAK SOL GÖZÜMÜ KAYBETTİM
Pandemi sürecinde neler yapıyorsunuz, sağlığınız ne durumda?
Pandemi döneminde, özellikle biz yaşlılar için, bahçeli bir evde oturuyor olmaktan deha değerli bir mazhariyet olamazdı. Kapanma dönemlerinde, bir kitabevine gidememek katlanılması zor bir durumdu. Benim her hafta bir kitabevine gitmek gibi hiç aksatmadığım, heyecan verici bir sorumluluğum var. Bu dönemi daha çok okuyarak, daha çok düşünerek, daha çok paylaşarak, kimi zaman yazarak/konuşarak, zaman zaman konferanslar vererek, bahçemizdeki çok hareketli, çok sevimli, çok sıcak kedilerle meşgul olarak, yürüyüşler yaparak, kimi günlerde, alınması gereken tedbirleri alarak öğrencilerle /arkadaşlarla buluşarak geçirdim. Bu dönemde, sarı nokta hastalığına maruz kalarak sol gözümü kaybettim. Bu durum okuma ve yazma çalışmalarımı büyük ölçüde olumsuz etkiledi.
Bugünlerde yaşlılık kendisini bütün boyutlarıyla hissettiriyor, insanın bütün melekeleri yavaşlıyor. Merhum Cahit Tanyol’un “boşver” şiirindeki bir dizede belirttiği gibi, “ölüm kuyruğunda sıra bekliyoruz” Allah Tebarek Teala Hazretleri hepimizin akıbetimizi hayra tebdil eylesin. Allah Tebarek Teala Hazretleri hepimize rızasına muvafık ameller nasibeylesin.
ÖNYARGILARA HAPSOLMAK BÜTÜN UFUKLARI KAYBETMEK ANLAMI TAŞIR
Son olarak genç kuşaklara neler tavsiye etmek istersiniz. Gençler eleştirel okumaları nasıl gerçekleştirebilirler nereden başlamaları gerekiyor?
Büyük farkındalıklara sahip olmayanların, büyük umutlara istihkakı olamaz, genç kuşakların her şeyden önce gündelik olanın yüzeyselliklerini aşan eleştirel bir dikkate, eleştirel bir seçiciliğe ihtiyaçları olduğunu söylemek isterim. İtaati geleneğe dönüştüren bir anlayış, düşünceye/tefekküre/bağımsız üretkenliğe ve etkinliğe ihtiyaç duymaz. Genç kuşaklar, resmi tarihin ve resmi gerçekliğin ötesine geçmedikleri takdirde, farklı hikayeleri, etkili hikayeleri öğrenme imkânı bulamazlar. Geçmişle yüzleşmediğimiz takdirde, geçmişi eleştirel bir değerlendirmeye tabi tutmadığımız takdirde, geçmiş hep devam eder ve geleceğin ufkunu kapatır.
Başkalarının düşüncelerini, farklı yorumları anlamaya çalışmayanlar, bireysel önyargılarından, benmerkezciliklerinden kurtulamazlar. Farklı yorumları anlamaya çalışarak, bir diğerkamlık içerisinde bulunduğumuzda, geniş ufuklara açılma imkânı bulabiliriz. Önyargılara hapsolmak bütün ufukları kaybetmek anlamı taşır.
Genç kuşaklar, dijital sömürgecilik karşısında İslami bir dikkati/teyakkuzu hiçbir şekilde ihmal etmemeli, varoluşsal sorumluluklar yüklenebilmek için, samimiyeti, sadakati, sahiciliği, adanmayı yoğunlaştırmalı, varoluşlarının/hayatlarının, kişiliklerinin bütünlüklerinin parçalanmasına izin vermemelidir. Bizler, “bize gelmeyin, kendinize gelin” şiarı doğrultusunda, gençlerle, eleştirel bir dikkat içerisinde, önce temel İslami dünya görüşü çerçevesi/ufku/bilinci ne sahip olmak üzere temel metinler okuyor, daha sonra ırkçı ve ideolojik saplantıları olmaması koşuluyla, bütün kültürleri, farklı kültürlerden düşünürleri okuyor, dünya entelektüel hayatının nabzını tutmaya çalışıyoruz.
Kitabı bitirmiş birisi olarak Atasoy ağabey sana çok teşekkür ediyorum.
Ben de sana bin can ile teşekkür ve dua ediyorum.
Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.