29.04.2024
Birgun.net’te “Nancy Fraser: Almanya Beni Filistin’i Desteklediğim İçin Kabul Etmedi” başlıklı bir yazı kaleme alındı. Yazıyı aşağıya alıntılıyoruz.
Eğer, kimi siyasi konularda belli görüşleri ifade etmeye kalkarsanız, burada (Almanya’da) hoş karşılanmazsınız. İnsanların siyasi ifade özgürlüğüne dair ürpertici bir yaptırım.
Köln Üniversitesi, felsefeci Nancy Fraser’in önceden planlanmış misafir kürsü davetini, Filistin’i destekleyen bir mektuba imza attığı için iptal etti. Bu iptalin ardından kendisiyle yapılan ilk röportajda, Fraser Almanya’nın kendisini Filistin’in yanında olmaktan alıkoyamayacağını söylüyor.
Köln Üniversitesi size Albetus Magnus kürsüsüne davetini geri çekti. Bu davet neyi kapsıyordu?
Bu görev, açık diyaloğa odaklı bir program dahilinde, birkaç gün misafir profesör olarak dersler vermeyi kapsıyordu. Ders içeriğini, kapitalist toplumda emeğin üç yüzüne dair sürmekte olan bir kitap projeme dayandırmaya karar vermiştim, bu konunun ne İsrail ile ne Filistin ile doğrudan bir ilgisi yoktu. Ders içeriklerini hazırlamak için de çok uğraşmıştım. Pahalı da bir uçak bileti almıştım bu arada.
İptal süreci nasıl gerçekleşti?
Birkaç gün önce, Köln’de bu programları düzenleyen profesör Andreas Speer’den bir e-mail aldım. Bana üniversite rektörünün kasım ayında yayınlanan “Filistin için Felsefe” mektubunu imzalamamdan endişe duyduğunu ve bu konudaki duruşumu belirtmemi istediğini söyledi. Ne terbiyesizlik! Yani benim Ortadoğu hakkındaki görüşlerimden ona ne? Özgür bir iradem var, ne istersem onu imzalayabilirim.
Diğer yandan, çok da zıtlaşarak konuşmak istemedim. O yüzden cevap olarak, tabii ki İsrail ve Filistin meselesinde birçok farklı bakış açısı var, iki tarafın da acıları var, benim de bir Yahudi olarak tecrübe ettiğim acılar var. Fakat ortada tartışmaya açık olmayan tek bir şey var. Üniversite rektörünün, okulun web sayfasında paylaştığı, açık ve saygı çerçevesinde iletişimin önemine dair konuşmasından alıntı yaptım. Bay Speer’e, mesele açık ve saygı çerçevesinde bir tartışma olduğunda bana güvenebileceklerini rektörlerine iletmelerini söyledim.
Bunun konuyu kapatacağını düşündüm. Fakat birkaç gün sonra, doğrudan rektörden, daveti geri çekmekten başka bir çaresi kalmadığına dair bir e-mail aldım. Açık şekilde, sebebinin mektubu imzalamış olmam ve bu kısa diyaloğumuzda da bunu inkâr etmemem sebebiyle reddedildiğim yazıyordu.
Anlaşılamayan temel mesele neydi? Apartheid ve soykırım ifadelerinin kullanılması mı? Yoksa mektubun okurlarından talep ettiği şekilde İsrail kuruluşlarının boykot edilmesi mi?
Tam olarak bilmiyorum çünkü başka da bir açıklama gelmedi. Rektör telefonla ya da video konferansla görüşlerini detaylı olarak açıklayabileceğini söyledi. Ona bir yanıt vermedim. Bu kamuya açık bir mesele. Bence hepimizin kayda geçmesi gerekiyor. O yüzden bu konuda kendi pozisyonunu açıklaması gereken o. Ayrıca üniversitenin web sayfasında şu an bir açıklama var. Bana göre, bunların çoğu saptırma. Üniversitenin kendi belirttiği duruşunun ve Albertus Magnus isminin içerdiği değerlerin de ihlali.
Bu değerler özellikle akademik özgürlüğün, düşünce özgürlüğünün, ifade özgürlüğünün ve açık tartışma ortamının değerleridir. Bu süreçte bu değerlere saygısızlık edilmediği iddiasına dair sunulan karmaşık bahaneler inandırıcı gelmiyor. Ayrıca üniversitelerdeki, akademideki herkese de açık bir sinyal veriyor: Eğer, kimi siyasi konularda belli görüşleri ifade etmeye kalkarsanız, burada (Almanya’da) hoş karşılanmazsınız. İnsanların siyasi ifade özgürlüğüne dair ürpertici bir yaptırım.
Bunun bir trende dönüştüğünü düşünüyor musunuz?
Evet ve çok da endişeliyim. Bunun Almanya’yı ve kısmen de Avusturya’yı etkisi altına alan bir veba olduğunu düşünüyorum. Çok zararlı. Ayrıca Almanların Museviliğin karmaşıklığına derinliğine, onun tarihi ve bakış açısına dair bazı şeyleri anlaması gerektiğini düşünüyorum. İsrail’e koşulsuz destek fikrinin Almanların sorumluluğu olduğu fikrine dair.
İsrail’in şu anda yaptıklarını düşünürseniz, bu bence bir tarih, bakış açısı ve fikir olarak Museviliğe en büyük ihanet. Maimonides ve Spinoza’nın, Freud’un, Heinrich Heine ve Ernst Bloch’un museviliğini kastediyorum.
Bunu biraz açabilir misiniz?
Museviliğe dair bu diğer gelenek, bu dini yalnızca bir milliyetçiliğe değil, şu an ayak seslerini duyduğumuz, Gazze şeridini yok eden bir aşırı milliyetçiliğe indirgiyor. Bu arada bir mektup daha imzaladım! Pişman olduğum düşünülmesin yani. İsrail’in “eğitim cinayetine” yani Gazze’de üniversiteleri ve okulları yıkmasına karşı bir mektup.
Orada yüzden fazla profesör öldürüldü. 9 üniversite rektörü öldürüldü. Biraz önce size bahsettiğim isimler ilk aklıma gelenler, dahası da var. Sadece Albert Einstein’ı düşünün, kendisine İsrail devlet başkanlığı teklif edildi ve reddetti. Bu insanlar, bizatihi Musevilikleri ile evrensel hakları savunan insanlar, onu bir kabile kimliğine daraltanlar değil.
Masha Gessen gibi eleştirmenler, Almanya’nın İsrail’e dair “Staatsrason” (ulusal çıkar) konusunda çok spesifik yaklaşımının AfD gibi aşırı sağcılara yaradığını söyledi. Katılır mısınız?
Özel olarak AfD’ye dair yorum yapamam. Fakat size şunu söyleyebilirim ki ABD’de, Hıristiyan Evanjelik sağının, Susan Neiman’dan alıntıyla kendince yorumladıkları bir “Yahudisever McCarthyism” kavramları var. Ve temelinde son derece antisemit bir teolojik nedensellik de kuruyorlar buna dair. Ancak beni Almanya konusunda en çok endişelendiren şey AfD değil.
Nedir?
Kamuoyunun asıl ağırlığını oluşturan sağcı bir merkezcilik fikriyatı. Bana göre son derece düzme argümanlarla kolayca savunulabiliyor. Mesela bana yönelik daveti iptal etmenin kimsenin akademik özgürlüğünü ihlal etmediğini söyleyebilirler, ancak en yalın şekilde, benim sahip olduğum değerlere sahip olanları onurlandırmak istemiyorlar.
*Jacobin.com web sitesinden kısaltılarak çevrilmiştir.
Çevirmen: Yusuf Tuna Koç
Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.