Fahrettin Dağlı: Def’i Mefâsid Celb-İ Menafiden Evladır

02.02.2022

Fahrettin Dağlı, fahrettindagli.com “Def’i Mefâsid Celb-İ Menafiden Evladır” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yazıyı aşağıya alıntılıyoruz. 

Burada zaman zaman yazılarıma gelen tenkitleri de paylaşıyorum. Eğer kişilerin tenkitleri akla ve ilme yaraşır bir esas ve üslupla ifade edilmişse ona cevap veriyorum. Eğer iddiasına veya izahına yönelik bir sözüm varsa onu ifade ediyor; yok, eğer tenkidini veya izahatını doğru bulmuşsam kendi görüşümü tashih edip muhatabıma teşekkür ediyorum.

Ancak bazı takipçilerim, “isim vermeden genel tenkitler yapsanız veya başka bir ifadeyle, kişilerin, kurumların isimlerini vermeden onların kötülüklerini, yanlışlarını sıralamadan daha genel ifadelerle iyilikleri, güzellikleri ifade etseniz, paylaşsanız daha etkili olur.” diye önerilerde bulunuyorlar. Yani, yanlışları değil, iyilikleri yaygınlaştıralım; çoğaltalım…

Bunu iyi niyetle dillendirenler olduğu gibi önemli bir kısmının iktidar aktörlerini koruma saikı ile seslendirdikleri kanaatindeyim.

Aslında söylemek isteyip de söyleyemedikleri gerçek şu (belki az da olsa istisnaları vardır); “Yoğun bir şekilde iktidar icraatlarını eleştiriyorsunuz. Ama bilin ki, sizi takip eden ciddi bir iktidar taraftarı var. Onlar iktidara yönelik bu tenkitlerinizi kabullenmekte zorlanıyorlar. Belki tenkitlerin özü doğru ama malum bu iktidardan başka bir alternatif de görünmüyor. Dolayısıyla iktidarın zarar görmesini arzu etmiyorlar.” Veya en iyimser izahı ile “Aslında ifade ettikleriniz doğru ama bu çevrelerce kabul görmesi için iktidar aktörlerini, partisini mevzubahis etmeden genel beyanlarla ifade etseniz…” Üç aşağı, beş yukarı böyle…

Yani, “kötü uygulamaları seslendirmek yerine iyilikleri, güzellikleri konuşup çoğaltalım.” İlk bakışta makul ve sempatik gibi geliyor değil mi?

Hayır, bu ifade hangi saikla söyleniyor tam olarak bilme imkânımız yok ama mahiyeti itibariyle şeytanın sağdan yaklaşmasıdır.

Halbuki inanma iddiasında bulunduğumuz Allah ilk önce “la ilahe” ve arkasında “illallah” diye tamamlıyor cümleyi. İlk önce olumsuzu, kötüyü ret/mahkûm ve arkasından da hakikati tasdik…

Kimse ne kendisini ve ne de başkasını aldatmaya kalkışmasın. Bilerek veya bilmeyerek yanlışların, günahların, haramların sözcülüğünü de yapmasın.

Mecellenin temel ilkesi; “Def’i mefâsid celb-i menafiden evladır.” (Zararların önlenmesi, yarar elde etmeye çalışmaktan önceliklidir”. Veya başka bir ifadeyle “Kötülüklerin ortadan kaldırılması katıksız iyiliktir.”

Yine bir Fransız atasözü; “Hırsıza hırsız olduğunu unutturursanız, size ahlak öğretmeye kalkar…”

Fikir, düşünce, açıklama ve yayma özgürlüğü, kişilerin doğuştan sahipleri oldukları haklardır. Kimsenin bunu engellemeye, sınır koymaya hakkı ve yetkisi yoktur; bu devlet de olsa…

O halde neden bu hakkı kendinde bulanlar var? Veya neden bundan rahatsız olanlar var? Haklı olanlar, fikrine, düşüncesine ve icraatlarına güvenenler neden bundan korksunlar, çekinsinler?

Malum, İslam inancına göre gıybet haramdır. Müslümanların bundan kaçınmaları gerekir. Bu temel kaide ortada dururken bakıyorum Müslümanlık iddiasındaki onca insan sabahtan akşama kadar kişilerin zemmini etmekte hiçbir beis görmüyorlar. Ne zaman ki, siz onların saygı gösterdiklerine, değer verdiklerine, kıymetli gördüklerine söz ettiğiniz zaman, sözüm ona sana bunun gıybet olduğunu hatırlatırlar. Halbuki fakihler, kamu haklarını ilgilendiren mevzularda konuşmayı istisna tutmuşlardır. Yani, bizleri yöneten yönetici kesime sesli olarak hakkı ve adaleti hatırlatmak gibi bir görevimiz, sorumluluğumuz var. Farz olan bir görevden bahsediyorum.

Neden bu durum gıybet olmaz? Çünkü söylenenler tüm toplumu (kamuyu) ilgilendiriyor. Dolayısıyla herkesin duyması ve tavır almaları icap eder. Onların da görevi, iddia edilen hususlarda kamuya açıklamalarda bulunmak; yanlışsa doğrusunu söylemek, doğruysa gereğini yapmak durumundadırlar.

Peki, ben konuşmazsam, yazmasam; sizler de susarsanız; aman iktidarımıza bir zarar ziyan gelmesin derseniz; yanlışlar nasıl anlaşılacak ve gereği yapılacak? Bu durum birilerini layusel kılmaz mı? Dillerimize pelesenk olan o “Sen yanlış yaparsan seni kılıçlarımızla yola getiririz” ifadesi nerede kalır?

İyilikleri çoğaltmanın yolu, öncelikle zararlı olanları ortadan kaldırmaktır. Yanı “La” demektir. Zararlı, hasarlı, kötünün üzerinde iyiyi, güzeli, hayırlı olanı inşa edemezsiniz. Faniler zarar görmesin diye yanlışların üzerini örtemezsiniz.

Dikkat buyurun lütfen, Allah bu dinin Peygamberini ayetiyle şiddetli bir şekilde uyarmıştır/ikaz etmiştir. Hâşa Allah, Peygamberine başka bir yöntemle, çevresine duyurmadan, ayetle kitaba işlemeden uyarmaz mıydı? Hayır? O, kendisinden sonra gelecek milyarların Peygamberi olarak bir örneklik ortaya koyacaksa bunların yazılı bir kaideye dönüşmesi gerekir.

Hatta zaman zaman arkadaşlarıyla istişare ettiğinde, kendi görüşü istikametinde çoğunluk reyi ile karar oluştuğunda, yine Allah bu kararın yanlış olduğunu ve onun yerine azınlık kalan görüşün doğru/isabetli olduğunu ayetiyle Kitaba derç etmiştir. Müfessirler, Kur’an’ın üç yerinde kabul gören görüşün aksine görüş ifade eden Hz. Ömer’in görüşünün isim verilmeden ayetle tasdik gördüğünü ifade etmişlerdir.

Adalet Fatihi İmam Ebu Hanife, hiçbir mülahazaya takılmadan hem Emevi ve hem de Abbasi hilafetini açık bir şekilde tenkit etmiş; uyarmış/ikaz etmiştir. Hiçbir zaman “bu yaptığım devlete, ümmete zarar verir” gibi bir mülahazaya kapılmamıştır. Elbette ona da çok şiddetli muhalefet edenler olmuş. Hatta tekfir edenler bile olmuş.

Onun için Allah’a güvenin, itimat edin ve hiçbir dünyevi mülahazaya takılmadan Allah için hakkı ve adaleti hatırlatın. Zulmü, yanlışı, kötüyü mahkûm etmeden iyiyi, güzeli, hayırlıyı inşa edemeyiz.

Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.

Önerilen Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.