28.05.2024
Fahrettin Dağlı, fahrettindagli.com’da “Milli Olan mı Yoksa İslami Olan mı?” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yazıyı aşağıya alıntılıyoruz.
Ak Parti’nin son 10 yılda sürdürdüğü politik çizgi, özellikle MHP ile ortaklığından sonra yeni bir siyasi forma dönüştü. Eski İslamcılık anlayışı biraz İslami, biraz da milli unsurların karışımından oluşan arabesk bir anlayışa evirildi. Nihayet günümüzde AKP milli olanı, gelenekten tevarüs edileni çok rahat bir şekilde İslami bir değer olarak takdim edebiliyor.
Bugün her ne kadar dinin temel kaynağı olan Kur’an vahyedildiği şekliyle elimizdeyse de değerler dünyamızda muazzam bir tahrifat yaşanmaktadır. Dinde olmayan onca şeyin varmış gibi dinin itikat esasları arasında sayılmaya başlanması dini alanı ifsat ederek nevzuhur bir dindarlığın gelişmesine zemin oluşturdu. Onun için bugün yaşanan dindarlık ahlak değil, zulüm üretmektedir.
Allah’ın dininin yaşanırlığını kendi arzu ve heveslerine göre yorumlayıp, tevil etmek, siyasi ve zümrevi emellere ulaşmak için araçsallaştırmak büyük bir günahtır ve manevi sonuçları da ağır olur. Allahualem bugün yaşadıklarımız böyle bir iklimin eseri olabilir.
Dindar muhitten bu tehlikeye dikkat çeken olduğunda bunu iktidar yani Erdoğan karşıtlığına ve hatta bir adım sonra ihanet içerisinde bulunmaya yoranlar oluyor. Hatta daha erken tarihlere gidiyor ve Osmanlı’yı yıkıma götüren sebeplerden birisi olarak Elmalılı Hamdi, Said-i Nursi, Mustafa Sabri, Mehmet Akif ve Said Halim Paşa’nın da Abdülhamit’e karşı muhalefet ederek ulu hakanı(!) devirmeye çalıştığına, netice de yıkılmakta olan Osmanlı’yı yaşatmak için 33 yıl mücadele eden Abdulhamid’i yalnız bıraktıklarına ve imparatorluğu yıkıma götürenlerle aynı safta muhalefet eden bu aydınların sonunda kemalizmin zülmüyle karşılık bulduklarına işaret ediyorlar.
O gün benzer suçlamalara karşı Said Halim Paşa şu tek cümlelik hikmetli cevabı vermişti:
“Sultan Hamid dünyaya gelmemiş olsaydı, çağdaşları başka bir Sultan Hamid’in meydana gelmesine sebep olacaklardı.”
Tercümesi şu: Gerek imparatorluk yönetimi ve gerekse toplum yaptıkları ve yapmadıklarıyla zaten böyle bir neticeyi kendi elleriyle hazırlamıştı. Zaten yıkılış turnikesine girmiş bulunan imparatorluğun ömrü zorlamalar sayesinde biraz daha uzamış oldu.
Ne yazık ki, kimse İslam’ın bu mevzudaki prensibi üzerinde düşünme zahmetinde bulunmuyor: Zulüm rejimlerinin ömrü uzun olmaz. Meşhur ifadeyle; “Küfür ile abad olunur, zulümle abad olunmaz.” Kevn ve fesad (oluş ve bozuluş) aleminde devletler de diğer tüm canlı organizmalar gibi doğar, gelişir, olgunluk çağını yaşar ve bir süre sonra aşağıya doğru inişe geçerler ve ölürler.
Said Halim Paşa anılarında Osmanlı’nın yıkılış sürecinin emarelerini tek tek sayar. Farklı alanlarda vuku bulan zulümlerin altını çizer. İhtiyarlayan ve bazı hastalıklarla malul hale gelen Osmanlı imparatorluğunun yıkılışının önüne geçme imkanının olmadığından, belki de bu çabanın rejimin zalim uygulamalarına can suyu taşıyıp ömrünü uzatmaya sebep olduğundan bahseder.
Zulmün kemalizme inkılap etmiş olması da hayatın yasalarıyla izah edilebilir. Ancak bu bahis yazının konusu değil.
Müslümanın görevi ne pahasına olursa olsun devleti değil, adaleti yaşatmaktır. Zulmetmek pahasına devleti korumaya çalışmak, zulmün karşısında sessiz kalmak (dilsiz şeytan kesilmek) bir müslüman için asla onaylanacak bir hal ve davranış değildir.
Zulme meyletmemek ve karşı çıkmak müslümanın sorumluluğudur. Ancak dün olduğu gibi bugün de bazı müslümanlar da “zalim bizdendir” diye zulme karşı tepkisiz kalmaktadırlar. Nasıl bugün halen bu sebepten mütevellit Elmalılı Hamdi, Said-i Nursi, Mustafa Sabri, Mehmet Akif ve Said Halim Paşa gibiler itham ediliyorsa bugün bizler de aynı sebeple yargılanıyoruz. “Adaletten ayrılırsanız seni kılıçlarımızla yola getiririz” sözünü dillerinden düşürmedikleri halde bu anlayışı tevil ederek aksini yapmakta hiçbir mahzur görmeyen bir yönetimden de başka türlüsü beklenemez.
Ahlakı, erdemi sadece şekli birtakım ritüellere indirgeyen, hapseden bir anlayışın adaletten, hukuktan hiç de hazzetmediğini görüyoruz. Halbuki modern dünyanın ahlak teorisyenleri, “doğruluk, dürüstlük, sadakat, saygı v.s.” gibi ahlaki erdemler için “bunlar kölelerin erdemleridir” özgür insanların erdemi ise, zulme ve haksızlıklara karşı çıkmak, kendisi mağdur olacaksa bile zulme karşı dik durmaktır.” diye bir ayırım yapmışlardır. Sevgili Peygamberimiz de bunu tasdik etmektedir: “Bir saat veya bir gün adaletle hükmetmek, bir sene (ya da altmış sene) nafile ibadetten hayırlıdır.”
Sonuçta bugün toplumda yaşanan din önemli ölçüde Allah’ın kitabından ve Hz. Peygamberin risaletinden uzaklaşmıştır. Geleneğin de etkisiyle yer yer tanınmayacak bir düzeye varmıştır. Milli ve dini kavramların birbirine karıştırılarak tahrif edilmesi Allah’ın dinine zulmedilmesine yol açmıştır. Bu iklimde hiçbir olumlu gelişmeden bahsedilemez. Aksine Allah’ın vazettiği yasalar gereğince kötülüğün daha da artmasından endişe ederiz.-Allah muhafaza-.
Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.