17.02.2021
İslam Özkan, Gazete Duvar’da “İslamcılığın muhafazakarlaşması mı muhafazakarlığın İslamcılaşması mı?” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yazıyı aşağıya alıntılıyoruz.
Her konuda aynı şeyi düşünen evrensel, genel geçer bir siyasal İslam olduğu yönünde genel bir algı olsa da aslında birbirinden farklı, geniş bir networka ait yapılanmalarla muhatabız. Hem farklı ülkelerdeki İslami hareketler arasında hem de aynı ülke ve hatta aynı örgütsel yapı içerisinde ciddi yaklaşım farklılıkları olduğu bir gerçek. Dolayısıyla bu durum, çok kaba genellemeler üzerinden tespit ortaya koymayı zorlaştıran bir şey. Ancak yine de ortak noktalara odaklanmak mümkün.
Bu tespite rağmen İslami siyasi grup ve partilerin bazı faktörlerin etkisiyle son dönemlerde giderek birbirine daha benzer hale geldiği söylenebilir. Bunda AKP’nin İslam dünyasında öne çıkması ve dominant hale gelmesinin rolü elbette büyük. Genel olarak ona karşı takdir hisleriyle dolu oldukları için İslami hareketler AKP’nin içinde bulunduğu durumu objektif bir şekilde analiz edebilecek konumda değiller, daha çok duygusal tutumlar söz konusu. Bunun iki nedeni var, birincisi gerçekliğe ne kadar tekabül ettiği pek bilinemeyen bir hayranlık hissi, ikincisi de ülkelerinde kovuşturmaya maruz kalan İslamcılara kapılarını açan, zor günlerinde onlara yardımcı olmuş bir siyasi yapıya bağımlılıkları. Takdir ve hayranlık hissinin altında Türkiye’nin jeo-stratejik konumunun ve tarihsel mevkiinin perçinlediği askeri, siyasi ve ekonomik gücü yatıyor. İslami hareketler, bu gücün kendisinden yararlanmak istiyor, ona yöneltilecek eleştirileri kendi konumlarını zayıflatmaya dönük hamleler olarak görüyorlar.
Öte yandan AKP içerisindeki kadrolarda ya da tabanda ortaya çıkan “İslamilik” aslında milliyetçilikle, devletçilikle meczolmuş, orijinaliyle pek alakası kalmamış, giderek radikal sağa doğru evrilen bir devinim içerisinde. Bir başka nokta ise AKP’nin başka birçok konuda olduğu gibi din konusunda da ortaya koyduğu pragmatizm ve idare-i maslahatçı tavır. Bu iki husus, AKP’nin nevi şahsına münhasır özellikleri olarak ortaya çıkıyor. Aslında muhafazakârlık ve İslamcılık (aynı olduğu zannedilen bu iki şeyin aslında tamamen ayrı şeyler olduğu noktasında aklı başında uzmanlar hemfikirdir) son derece iç içe geçmiş yapılar olması hasebiyle hep birbirine karıştırılıyor, biri diğeri yerine kullanılıyor. Halbuki modern anlamda İslami bir devlet kurmayı amaçlayan, devlet aygıtlarını İslami anlamda dönüştürmeyi esas alan, İslam ekonomisi diye kapitalizmden de sosyalizmden de ayrı bir ekonomi olduğuna inanan, İslami bir anayasa yapma hedefi olan İslamcılıkla, eski ihtişamlı günlerin özlemi üzerinden nostaljik bir Osmanlı Devleti hayaliyle kendisini avutan, faaliyetlerini politik aktivizmden çok kültürel değerlere hasreden melankolik muhafazakarlık elbette birbirinden farklı şeyler.
Gerek dine bakışta gerekse siyasi olguları ele alışta bu keskin farklılıklara rağmen, her ikisinin AKP çatısı altında toplanmalarının beraberinde getirdiği iç içelik halinin aradaki geçişkenliği kolaylaştırdığı da bir gerçek. O yüzden aslında son derece rasyonel, en azından fikri planda dışarıya açık, başka ideolojilerle interaktif etkileşime girmekten çekinmeyen 90’lı yılların radikal İslamcılığının yerinde yeller esiyorsa bunun nedeni Türkiye İslamcılığının giderek muhafazakarlığa kaymasıdır.
İslamcılığın evrensel ölçekte ortaya koymuş olduğu temel argümanları ele almak gerekirse bu konuların Arap dünyasında belirli ölçeklerde tartışılmakla birlikte Türkiye’de garip bir şekilde bunun ıskalandığını görüyoruz. Adil Dahir adlı Lübnanlı bir yazarın 2001 yılında yayınladığı “Aklın önceliği: Siyasal İslam Tezlerinin Eleştirisi” adlı kitabında İslamcıların aralarındaki belirli farklılıklara rağmen ortak savundukları temel noktaları şöyle özetlemekte:
- Nakil (Dini metin ve rivayetler) akıldan önce gelir ve ona üstünlüğü vardır.
- İslam din ve devlettir, birbirinden ayrılamaz.
- İnsan, dünya işlerini ilahi bir yönlendirme olmaksızın yürütemez.
- Nassın (hakkında kesin dini hükmün) olduğu yerde içtihat yoktur.
- İslam devletiyle demokrasi arasında çelişki yoktur. (S. Kutup çizgisindeki İslamcılarda ise tam tersine, İslam dışı bir siyasi yapıdır.)
Adil Zahir’in ortaya koyduğu bu esasların dünyadaki Müslüman Kardeşler hareketinin genel karakteristiği olduğunu söyleyebiliriz. Ancak Türkiye’deki İslamcılar her ne kadar belirli dergilerde bu konulara sınırlı bir şekilde eğilmiş olsalar da bu konuları kapsamlı ve derinlemesine tartıştıklarını söylemek zordur. Öte yandan İslamcılığı daha bilinçli bir şekilde savunan kesimlerin vurgusu Masonluk değil Siyonizm üzerinedir, anti-Semitik değildir, en azından anti-siyonizmle anti-semitizm arasındaki ayrımın farkındadır. İslamcılık doğrudan Amerika ve İsrail’i hedef alır, küresel dünya devleti gibi ne idüğü belirsiz kavramlardan genel itibarıyla uzak durmaya çalışır. Buna karşın Türkiye’deki muhafazakârların büyük bir bölümünde dünyayı masonların yönettiği, gizli dünya devleti, küresel dünya sisteminin Yahudilerin elinde olduğu yönündeki bir damarla büyük ölçüde ortak noktalara ve yaklaşımlara sahip olduğu görülür. Siyasal hedefleri olmayan, Seyyit Kutup, Mevdudi, Ali Şeriati ve Ali İzzetbegoviç gibi çağdaş İslami yazarlardan beslenmeyen, dışavurumunu daha çok tarikat ve tasavvuf üzerinden gerçekleştiren bütün geleneksel cemaat yapılarını, söz konusu muhafazakarlık kavramı altında birleştirmek mümkündür. Hayalcilikleri, kurgusal dünyaları, hakikati eğip bükme eğilimi, gerçekliklerle müthiş bir husumet içerisinde olma, ben-merkezli dünya anlayışı, tezlerini somut dünya gerçekliğinde karşılığı olmayan donelerle temellendirme, komploculuk vs. Türkiye muhafazakarlık söylemine egemen olan ana unsurlardır.
Birbirine karışmış gibi görünse de farklı tarlaları, meraları sulamak için yola çıkmış iki nehir/mecra Türkiye gerçekliğinde aynı denize dökülerek benzer işlevleri yerine getirmekte, şu an ikinci baharını yaşıyormuş gibi görünse de aslında kendisini tek bir siyasi partiye mahkûm etmenin beraberinde getirdiği bütün olumsuzlukları yaşamaktadır. İslamcılıkla muhafazakârlık arasında kerhen meydana gelmiş bu evliliğin her iki taraf üzerindeki yıkıcı sonuçlarını çok uzak olmayan bir gelecekte görebiliriz. Her iki çizginin kendisine mündemiç olduğu ve şekillendirdiği AKP, ülke gerçekliğine ilişkin inanmadığı bir tasavvura sahip görünürken, ortaya çıkan ikili gerçekliğin bocalamasını yaşamaktadır. Parti programında son derece demokrat, liberal, özgürlükçü bir çizginin yılmaz savunucuymuş gibi bir portre çizerken ülke yönetiminde tam tersine bir o kadar otoriter, demokrasi karşıtı, milliyetçi bir tutum ortaya koymasının nedeni kim bilir belki de budur.
Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.