Levent Baştürk: Afganistan’da ikinci Taliban dönemi ve biz

Hem iç hem de dış olaylar açısından çok hızlı bir biçimde gündem tüketen bir ülkeyiz. Ayrıca gündemimiz olan dış olaylar anında bir iç mesele, hatta siyasî ve sosyal kamplaşma meselesi haline de dönüşebiliyor. Yaklaşık bir ay önce vuku bulan Tunus’ta Cumhurbaşkanı Kays Said’in ‘anayasal darbe’si de anında Türkiye’nin bir iç meselesi gibi tartışılır hale gelmişti. İktidara yakın medya ve troll ordusu bunu ‘Erdoğan’a karşı darbe’ olarak ele alırken karşı kampta da, Kays’ın parlamenter sisteme müdahalesi ‘Erdoğan’ın İslamcı müttefiklerinin tasfiyesi’ olarak alkışlandı.

Afganistan’da Taliban güçlerinin Kabil’e girmesi ve ülkenin yüzde 90’ı üzerinde denetim sağlaması hadisesi de ülkemizde çabucak bir iç siyaset gündemine dönüştü ve siyasî kamplaşma meselesi oldu: Bir yanda Taliban’ın sahip olduğu dünya görüşü ve sivillere karşı şiddeti de içeren icraatları ve yöntemiyle ona karşı çıkanlar… Diğer yanda da bir yandan yabancı işgaline karşı mücadele vermiş ‘İslamî’ bir oluşum olması nedeniyle Taliban’a eleştirel bakmayı neredeyse bir hainlik ve kafirlik alameti sayanlar! Meseleye bu şekilde bakmak Taliban’ın Kabil’e girmesinden önce hiç bir surette mevzubahis olmamıştı.

28 Şubat döneminde dinî/muhafazakâr kesime yönelik cadı avında en aktif rol oynayanlardan biri olan Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, “20 yıldır Afgan milleti Taliban’ın önderliğinde ABD’ye karşı savaştı. ABD emperyalizmini Taliban yendi. … Taliban, Mustafa Kemal Paşa’nın Türkiye’de yaptığı gibi Afganistan’ın kurtuluş savaşını başardı. Afganistan’dan Mustafa Kemal çıkmadı da Taliban çıktı” diyerek pek beklenmeyen bir destek açıklamasında bulunuyordu. Perinçek’in 15 Temmuz darbe girişiminden bugüne Erdoğan rejimine yakın durması bir sır değil. Ancak Perinçek’ten Taliban’a gelen bu destek yine de şaşırtıcıydı. Vatan Parti doğrultusundaki Cumhuriyet Kadınları Derneği’nin açıklamasında da  ‘Bağımsız Afganistan’ı/Taliban’ı tanımayan kadın oluşumları Afganistan’daki Amerikan işgalinin savunucu olarak görülüyor ve ‘tek kıblesi emperyalist Batı olanlar’ şeklinde nitelendiriliyordu.

TALİBAN SEVCİLİĞİ

AK Parti yandaşı ve muhafazakâr cephede daha hararetli bir Taliban savunuculuğu vardı. İlk dikkati çekenlerden birisi Ayasofya Camii eski baş imamı Prof. Mehmet Boynukalın’ın Twitter paylaşımı oldu. Tivitinde şöyle demekte: “Afgan halkının büyük çoğunluğuna göre Taliban işgale karşı duran bir milli mücadele hareketidir. Ülkenin tamamını neredeyse savaşsız teslim almışlardır.”

Gazeteci Mustafa Özcan da Taliban’ı ‘canlı bir Asr-ı Saadet müzesi’ne benzeterek ‘Taliban düşmanlığı yapanlar’ olarak nitelediklerini ‘öte yakanın dinsizleri’ ve ‘bizim yakanın ahlaksızları’ olarak ikiye ayırıyordu. Bu Taliban savunucularına göre Türkiye’de Taliban’a eleştirel bakanlar ‘içimizdeki İslam düşmanı mandacılar ve ABD seviciler’di. Bunlar ‘Taliban karşıtlığı adına İslam düşmanlığı’ yapmaktaydılar. Dolayısıyla Müslümanlar ‘Taliban aleyhine yaratılan algılar yüzünden zihinlerine pranga vurulmasına’ izin vermemeliydiler.

İslam’ın kılıcı pozunda olan, gerçekte ise kendini bilen her Müslüman’a ‘ben Akit’in dininden değilim’ dedirten Akit Gazetesi de Taliban savunucularının ön safında yerini almıştı. Öyle ki, genelde muhafazakâr camia içinde müspet bir şahsiyet olarak kabul edilen Habertürk programcısı Mehmet Akif Ersoy bile Akit’in şerrinden kendini kurtaramayacaktı. Akit’e göre şu an Kabil’de gelişmeleri yerinden izleyen Ersoy, “Afganistan’dan canlı bağlantılarla Taliban’ı karalayarak hedef almıştı”!

Yeni Şafak’ta köşe yazıları yazan bir ilahiyatçı yazar Taliban’ın Kabil’e girişini Hz. Muhammed’in Mekke’ye girişine benzetiyordu. Yine aynı gazetedeki köşe yazısında eski milletvekili, genel başkan yardımcısı ve de şimdi de genel başkan danışmanı olan ‘sosyolog profesör’ (Pensilvanya’daki pozu ve Abant Geceleri’nde ud fasıllarıyla da bilinir) ‘Taliban’ı ABD’ye karşı bağımsızlık mücadelesi veren bir güç’ olarak niteliyordu. ‘Sosyolog profesör’e göre Taliban’a terörizm suçlaması bir iftiradan ibaretti, onların bu bakımdan Usame bin Laden’i ağırlamak dışında yaptıkları bir yanlışları yoktu. “Belli ki herkesin Taliban hakkında duyduğu ve bildiği her şeyi unutmak gereken bir noktadayız,” diyen ‘sosyolog’umuz şöyle devam ediyordu: “Taliban’ı hayretle izlemeye devam edeceğiz. Muhtemelen bu esnada ya Taliban çok değişmiş diyeceğiz veya belki de Taliban hakkında üretilmiş birçok algı operasyonunun nasıl kurbanı olduğumuzu her seferinde hayretle göreceğiz.”

‘Danışman sosyolog’un algıların kurbanı edilmemizden söz ettiği sırada Habertürk programcısı Ersoy’un Kabil’de bir kadınla röportaj yaparken bir Taliban muhafızının müdahalesine maruz kaldığı haberi geliyordu. ‘Sosyolog profesör’ün ‘algı operasyonlarının kurbanı edildiğimiz algısını oluşturma’ çabasını alt üst eden bir haberdi bu.

TALİBAN NEDİR, TALİBAN KİMDİR?

Bunu söylerken elbette iddiamız Taliban hakkında üretilen her olumsuz malumatın doğru olduğunu iddia etmek değil. Hele hele Taliban hakkında üretilen pek çok rivayetin sadece Taliban’ı anlatmak veya tanıtmak için olmadığını da biliyorum. Taliban odaklı pek çok manipülatif haber ve yorumun aslında İslamofobi Endüstrisi’nin faaliyet alanının bir parçası olarak Taliban üzerinden Müslümanları ve İslam dinini şeytanlaştırma çabalarının bir parçası olduğunun da farkındayım.

Ancak Taliban’ın belli bir din yorumunu bizatihi dinin kendisi olarak dayatan ve dayatırken de şiddet kullanmayı meşru gören totaliter bir yapı veya oluşum olduğunu da görmemezlikten gelemeyiz. Yalnız Taliban’ın geçmişten ders aldıklarını gösterir bazı taktiksel karar ve uygulamarı da gözden kaçmamaktadır. Bu şartler altında şunu söylemek mümkün: Öz veya temel değerler, ideoloji ve kültür zaviyesinden bakıldığında Taliban’ın herhangi bir dönüşüm geçirmiş olduğunu iddia etmek zor. Lakin artık devleti yönetme için önünde bir engel kalmamış olan Taliban’ın siyaseten ciddi bir pragmatizm geliştirmiş olduğu da dikkatlerden kaçmıyor.

Karşımızda diplomasiyi öğrenmiş ve halkla ilişkileri önemseyen/önemser gibi davranan bir siyasi entite var. Bir yandan uluslararası meşruiyet temin etme amacıyla diplomasiyi öncelerden diğer taraftan kendi yönetimini halka kabul ettirmede gücün yanısıra rıza üretmesi gerektiği bilinciyle hareket ediyor.

Bu pragmatizmin bir takiye ve dolayısıyla geçici olup olmadığını bize zaman gösterecek. Bu yazıda da benim asıl amacım genel olarak bir Taliban analizi yapmak değil. Burada benim asıl niyetim ülkemizde birden kendini gösteren Taliban muhabbetinin üzerinde durmak.

BU DUYGUNUN ARKASINDA NE VAR?

Şimdi asıl konuya şu soruyu sorarak dönelim: Yukarıda da özetlemiş olduğumuz Taliban’ın Kabil’e girmesinin ardından birden bire sosyal medyada, Perinçek kültüne ait medyada ve iktidarın doğrudan kontrolü altındaki yayın organlarında boy gösteren Taliban sempatizanı veya pro-Taliban coşkunun arkasında ne var?

 Burada bir yanlış anlamaya sebebiyet vermemek için bir hususu belirtme gereği duyuyorum: Elbette Taliban hakkında sarfedilmiş olumlu kanaat ve onu savunan duruş sadece benim yukarıda alıntı yapmış olduğum mahfillerle sınırlı değil. Ancak benim aşağıda ifade edeceğim görüşlerim yazımın girişinde açıklamalarına yer vermiş olduğum çevrelerin motivasyonuna yönelik bir değerlendirme olacak.

Doğu Perinçek ve ona bağlı oluşumların takındıkları pro-Taliban tavra ilişkin açıklamalarda emperyalist ABD’ye karşı kazanılmış ezilen bir ulusun bağımsızlık mücadelesi üzerinden okumanın yanıltıcı olacağı kanaatindeyim. Bunun iki sebebi var: Birincisi, Perinçek’in bizzat 28 Şubat sürecinde ABD-İsrail ittifağını merkeze alan çevrelerle kol kola oynadığı roldür. Bu onun tavırlarının en belirleyici vasfını anti-Amerikanizm oluşturmadığını gösteriyor. Ayrıca onun emperyalizm karşıtlığı asimetrik güce sahip iki devlet arasındaki ilişkilerde, daha güçlü olanın zayıf olan üzerinde siyasi ve ekonomik nüfus tesis etmesine karşı bir tavır olsaydı, Çin’e karşı da eleştirel bir tutum sahibi olurdu. Perinçek’de bunları göremiyoruz.

Peki ya Perinçek’in ve onun kültüne bağlı oluşumların tavrını 15 Temmuz sonrası AK Parti’yle geliştirmiş olduğu ‘özel ilişki’ belirlemiş olamaz mı? Perinçek medyasının da kamu bankalarının reklam rantından pay aldığını yakın zaman önce öğrendik. Perinçek’in iktidarla arasındaki ilişki sadece bir siyasi işbirliği değil, aynı zamanda bir akçelı kazanç ilişkisi.

Ancak asıl belirleyici faktör akçeli boyutu da olan özel ilişkiden ziyade Çin faktöründe aranmalı. Bu bakımdan Taliban’ın Kabil’e girmesinin ardından Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hua Chunying’in açıklaması çok önemli. Bu açıklamada özellikle de sözcünün ‘Afgan halkının kendi kaderine ve geleceğine bağımsız olarak karar verme hakkına saygı gösterdiklerini, Afganistan’la komşuluk, dostluk ve iş birliğine dayalı ilişkiler geliştireceklerini ve Afganistan’ın barışı ve yeniden yapılanması için rol oynamaya devam edeceklerini’ belirtmesi özel önem taşıyor. Buradan da anlaşılacağı gibi, Taliban yönetimini tanıma konusunda Çin stratejik ortağı Rusya’nın aksine herhangi bir çekinceye sahip değil. Elbette bazı kırmızı çizgileri var; fakat bu hususlarda Taliban gerekli garantileri Çin’e vermiş durumda. Bir başka deyişle bizimkilerin “ideal Müslüman, mücahit ve özgürlük savaşçısı” olarak parlatmak istediği Taliban reelpolitik küpüne çoktan batmış ve kendi menfaati için Uygur din kardeşinin derdine sırtını dönmüş durumda. Bu sebeple ‘hiç bir gücün Çin’e zarar veren eylemlerde bulunmak için Afgan topraklarını kullanamayacağı konusundaki taahhüt’te bulunuyor.

Şimdi gelelim Taliban’ı tasdik ve tasvip etmeyi sadece bir vatanseverlik şartı olarak görmekle yetinmeyip bir de neredeyse imanın şartı gibi dayatmaya kalkanlara…Şunu unutmamak gerekiyor: ABD’ye/Batı’ya karşı istiklal mücadelesi verme hiç bir hareketi tek başına her yönden ak kaşık yapmaz; hiç bir doğru, bütün yanlışları temize çıkarmaz. Taliban zihniyeti de Müslüman ümmeti düze çıkarmaz. Müslümanların tek derdi yabancı tahakkümünden kurtulmak değil. Her türlü totaliter ve otoriter rejimlerin boyunduruğundan da kurtulması gerekir İslam dünyasının. Bu açıdan bakınca Taliban zihniyeti Müslümanlar için bir alternatif sunmuyor.

2012-2013 yıllarında, Suriye’deki rejimle rejim karşıtı güçlerin arasındaki çatışmanın en sert geçtiği günlerde Nusra’yı övmek, bugün Taliban’ı öven muhafazakâr mukaddesatçı çevrede çok popülerdi (iktidar Nusra’yı terörist listesine koymak zorunda kaldıktan sonra bu değişti). O zamanlar Nusra’ya yönelik neden bir teveccüh olduğu ayrı bir konu, ama bugün Taliban’a yönelik olumlu tavırla aralarında bir kaç yönden bağ olduğunu belirtmekle yetinelim.

Şu konuda şüpheye mahal yok: Taliban bir askerî işgale karşı mücadele etti ve bunda amacına ulaştı. Taliban’ın zaferi ABD’nin Orta Asya’daki güç mücadelesinden tamamen çekilmesi sonucunu doğurdu.

Bu hakikatten yola çıktığı iddiasında olan eski Nusra sevicisi yeni yetme Taliban seven zümre Taliban’a sempatik duruş sergileme modunda. Lakin ben bu Taliban’a yönelik muhabbetin samimiyetinin sorgulanması gerektiğine inanıyorum.

Eğer AK Partili Cumhurbaşkanı  Erdoğan “Türkiye’nin Taliban inancıyla alakalı ters bir yanı yok. Daha iyi anlaşabileceğimize ihtimal veriyorum” dememiş olsaydı ne gazete olma iddiasındaki Akit bugün Talibancı olurdu ne de Yeni Şafak yazarı (aynı zamanda Fethullah Gülen Hocaefendi Fıkhı isimli eserin sahibi) ilahiyat profesörü Taliban’ın Kabil’e girişini İslam Peygamberi’nin Mekke’ye girişine benzetirdi.

Bunların Taliban övgüsünün temelinde önce NATO misyonunun uzantısı olarak Afganistan’da kalmak isteyen iktidarın şimdi de Taliban’la anlaşarak Afganistan’da Türkiye’nin askeri varlığını devam ettirme arzusu var. Taliban’ın Müslüman bir hareket oluşu ve işgale karşı mücadeleyi kazanmış olması aslında işin teferruat tarafı.

Ancak ‘işgale karşı mücadele’ hususunu öne çıkararak Talibanseviciliği meşrulaştırma gayreti içinde olan çevreler nedense Türkiye’nin, o işgal dedikleri şeyde ortak olduğunu da hep atlıyorlar!

Oysa, Akif Beki’nin de 18 Ağustos’ta Karar Gazetesi’ndeki köşesinde değindiği gibi, “Türkiye 20 yıldır bu mücadelede Taliban’ın karşısındaki tarafta yer alıyordu.”

BM ve NATO görevleri çerçevesinde ve ABD’nin öncülüğünde Türkiye, Afganistan’daki yabancı askeri güçlerin bir parçası olarak yer aldı ve onların misyonlarına aktif katkıda bulundu. Türkiye’nin katkısının amacı ve niteliği, TSK’nın sitesinde de  anlatılmakta. TSK’nın Afganistan’da üstlendiği birçok görevin arasında ABD tarafından kurulan ve donatılan “Afgan Milli Savunma ve Güvenlik Kuvvetlerinin Afganistan’ın güvenliğini tek başına sağlayabilecek yeterliliğe ulaştırılması” için eğitimi de vardı.

“Reis Taliban’a sıcak bakıyor” diyerek Talibancılık yaparken ve Taliban’ı sevmeyi ve saymayı adeta vatanseverliğin ölçütü ve imanın şartı olarak ele alırken Türkiye’nin 20 yıldır Afganistan’da üstlenmiş olduğu misyonu da hatırlamak gerekiyor.

Tamam, Türkiye askerleri çatışmacı misyon yüklenmediler ve saldırıya da uğramadılar. Ancak resmi olarak mevcut iktidar bizzat işgalci güçlerin yanında ve işgalin içinde konumlanmıştı. Çarpışan güç olmama ve saldırıya uğramama bir defa bu gerçeği değiştirmiyor.

TALİBAN TERÖRİST Mİ?

Şahsım olarak ben terörist kelimesini, Taliban dahil, hiç kimse için kolay kolay kullanmam çünkü bu sıfatı en çok kullanan ülkelerin hemen hemen hepsi devlet terörizmi uyguluyor. Ayrıca birinin teröristi diğerinin sevgilisi olabiliyor. Buna Taliban örneğinde de şahit olmaktayız.

Dolayısıyla devlet şiddetinde abes görmeyip bu şiddete karşı direnişe terörist diyen terminolojiye mesafeli durmayı tercih ederim. Yalnız Taliban’a terörist denmesi ‘sosyolog’ başkan danışmanının iddia ettiği gibi sadece işgalcilerin öyle demesiyle alakalı değil. Ayrıca Afganistan dışında faaliyet göstermemeleri de terörizm iddialarını çürütmez. Her terör tanımının en değişmez şartı yapılan şiddet eylemlerinde sivillerin de hedef olarak seçilmiş olmasıdır. Taliban da sivillere şiddet uygulamış ve sivilleri hedef alan şiddet eylemlerini üstlenmiştir.

Taliban’ı övmek için işgale karşı mücadeleyi önplana çıkarırken Türkiye’nin 20 yıldır işgalci güç içinde asker bulundurduğuna sünger çeken cambazlar Taliban’ın sivillere karşı şiddet uygulamış bir yapı olduğu gerçeğini de gönüle hoş gelen işgale karşı mücadeleyle örtme çabasındalar.

Ayrıca Taliban’ın verili ‘güncellenmemiş Maturidi-Hanefî gelenek’ten geliyor olmaları da onların bir artısı değil. Aksine bu verili geleneği bize sorgulatması gereken bir durum. Ama işgale karşı mücadele yanında bu gelenekten geliyor olması neredeyse bir aklama bahanesi yapılıyor.

Kısaca, sırf önce NATO misyonuyla, baktı olmadı bu sefer Taliban’la anlaşarak, Erdoğan’ın Afganistan’da kalmak istemesini bu topluma hoş gelecek gerekçeler üretip Taliban güzellemesi yapmanın halkı aldatmaya çalışmaktan öte gitmediğini ve hiç de dürüst bir tutum olmadığını belirtmek isterim.

Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.

Önerilen Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.