16.04.2024
Mücahit Bilici serbestiyet.com’da “Dücane Cündioğlu Naifliği Diye Bir Şey” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yazıyı aşağıya alıntılıyoruz.
Cündioğlu’nun yaptığı şey dava felsefeciliğini (misyonerce düşünceyi) felsefe sayılmaktan çıkarma çabası. Kelam felsefe değil. Niye? Çünkü bir tapınağın bekçiliğini yapıyor. Marksizm felsefe değil. Niye? Çünkü bir hayale hakikat rengi veriyor. Cündioğlu böyle yaparak bir naifliği ifşa etme fazileti gösterdiğini düşünüyor. Halbuki, bir anlama çabası olarak felsefeyi bu denli abartmak yani tarihselliğin dışına çıkartmak için elimizde bir gerekçe var mı? Yok. Bir ideolojik önkabuller manzumesine dayanan düşünme (veya felsefe yapma) çabalarını felsefeden saymayarak felsefeyi “tutarlılık adına eleştiri” seviyesine kadar yalınlaştırmak istiyor. Hata yapıyor. Çünkü felsefe tarihi bile bu tarz dayanılacak “önkabulleri haram kılma fetvası”nı doğrulamıyor.
Geçen hafta felsefenin yükselişine değinmiştim. Bununla bağlantılı bir de dinin sorgulanması süreci yaşanıyor. Selçuk Orhan’ın not ettiği üzere, aslında asıl dişe dokunur fikrî hareketlilik ilâhiyat tartışmalarında yaşanıyor. Felsefeye teveccühün önemli bir kısmı, felsefenin dinden kopuş sonrası bir çare ve ikame olacağı varsayımını içeriyor.
Bu genel çözülmede ve el’an iptidai olan felsefe ilgisinde, Dücane Cündioğlu başta olmak üzere, dinle hesaplaşma süreçlerini kamusal bir kurtuluş teolojisine çevirmiş figürler kuşkusuz büyük rol oynuyor. Son zamanlarda bu minvaldeki kimi tartışmalar bazı açılardan dikkat çekici ve öğretici. Mesela Cündioğlu’nun Marksizmin felsefe yapamayacağı veya Marksistlerin felsefe adına yaptıkları şeylerin (onun tabiriyle) tevil anlamında “sıvama”dan ibaret olduğunu söylemesi, ortamı gerdi. Zira aynı kabullerle dile getirdiği, dindarların felsefe yapamayacağı iddiasına pek de itiraz etmeyecek ilerici insanlar, ilerici bir din olan Marksizm hakkında söylenen bu ithamdaki insafsızlığı görüp infial yaşadılar. Doğan Göçmen gibi akademik felsefeciler ve Sadık Usta gibi amatör felsefe tarihçiliği yapanlarla atışmalarında, anlam veremediği bir “anlayış-sızlık”la karşılaştığını düşünüyor olmalı Cündioğlu. Kendini neredeyse bir bilim (yahut bilimsel felsefe) gibi gören Marksizmi bu büyük imtiyazından iskat etmek kolay kabul edilecek bir hamle olmaz. Tabii felsefeyi ideolojilerden tenzih etme konusundaki bu şiddet ve celâl ne kadar isabetli?
Marksistler, düşünsel basitlik ve ideolojik heyecanlarına rağmen, son tahlilde umudu zorla felsefeye (ve utanmadıklarında bilime) sokmaya çalışıyorlar. Bu halleriyle Cündioğlu’nun durduğu yerden daha ‘hayata dost’ bir yerdeler. Felsefe veya başka bir şey adına olsun, safi bir eleştirellik, çocukça bir yıkıcılıktan öteye geçemez. İllüzyonları yıkma şehveti son tahlilde hayata adavetten ibaret kalacaktır. Yani tutarsızlıklarla dolu olarak yaşanan hayata düşmanlık. Tutarlılık ısrarı, aklı tarihselleştiremeyen düz akıllıların harcıdır. Düşmanı oldukları putperestliğin putunu, onu kırabilmek için ayakta tutma suçunu işlediklerini görmezler.
Halbuki o puta tapanlar zımni olarak o putkırıcılardan daha az o puta inanırlar ve onların onları yıkma hışmına istihza ile bakarlar. Putlar değişebilir. Genellikle töresel ve ilkel görünen din konusunda boşaltılan put-kırıcı şarjörler, modern ve sofistike görünen bilim ve/ya Marksizm için kullanıldığında, bu bir yanlışlık olarak görülmeye başlıyor. İki sebepten: Birincisi, ikinci gruptakilerin, modern bir versiyonu oldukları dinden kendilerini üstün görmeleri. İkincisi, dine karşı sarf edildiğinde meşru ve gerekli gördükleri eleştirel insafsızlığı, kendi ideolojilerine karşı kullanılırken yanlış görmeleri. Onlar tutarsız ama Cündioğlu haklı değil. Yani muhatapları tutarsız çıksa bile bu Cündioğlu’nu doğru yapmıyor.
Cündioğlu’nun yaptığı şey, dâvâ felsefeciliğini (misyonerce düşünceyi) felsefe sayılmaktan çıkarma çabası. Kelâm felsefe değil. Niye? Çünkü bir tapınağın bekçiliğini yapıyor. Marksizm felsefe değil. Niye? Çünkü bir hayale hakikat rengi veriyor. Cündioğlu böyle yaparak bir naifliği ifşa etme fazileti gösterdiğini düşünüyor. Halbuki, bir anlama çabası olarak felsefeyi bu denli abartmak, yani tarihselliğin dışına çıkartmak için elimizde bir gerekçe var mı? Yok. Bir ideolojik ön kabuller manzumesine dayanan düşünme (veya felsefe yapma) çabalarını felsefeden saymayarak, felsefeyi “tutarlılık adına eleştiri” seviyesine kadar yalınlaştırmak istiyor. Hatâ yapıyor. Çünkü felsefe tarihi bile bu tarz, dayanılacak “ön kabulleri haram kılma fetvası”nı doğrulamıyor. Onlara en fazla kötü yapılmış felsefe denebilir, ama felsefe değiller denemez. Eğer o kötü felsefe yapma biçimlerinin bir suçu misyonerlik ise, daha büyük bir suçu (kibir suçunu), kendini onlardan tenzih eden felsefe biçimleri, onlara benzemezlik ısrarıyla işliyor. Asıl maharet, ön kabullerini sürekli tevillerle kurtarmaya çalışan dini veya seküler epistemik cemaatleri ifşa etmek değildir. Asıl maharet bundan ari bir konumun olmadığını görmek, kabul etmektir. Tarihin dışında bir aklın (ve dolayısıyla zamanlar üstü bir eleştiri imkanının) mevcut olmadığını anlamaktır. Dünün tanrıları bugünün putlarına dönüşürken, dünün kurtuluş felsefeleri bugünün naif ideolojileri olarak ofsayta düşüyor. Aynı şekilde, bugünün felsefi maksimalizmleri de yarının tevillerine dönüşecek ise, ne gerek var bu kadar kendimizi abartmaya? Eğer felsefede bir fazilet aranacaksa, bu, ne adına olursa olsun bir radikal eleştiri değil, aklın kendisini tarihselleştirebilen bir radikal tevazu olmalıdır.
Cündioğlu felsefenin kendisini hayatın içindeki yeri itibariyle tarihselleştirmiyor. Kendisi nasıl tanımlarsa tanımlasın, felsefenin kendisinin de dinler, ideolojiler ve bilim gibi diğer eskimeye mahkum insanî kavrama çabalarından sadece biri olduğunu göremiyor. Eleştiriye kadar yalınlaştırıp kılıçlaştırdığı felsefeye, bir dinin mümininin dine inandığı gibi inanıyor. Onun adına cihadı, en yüksek değer sayıyor. Eleştirdiklerindeki naifliği, başka şey adına kendi kendisinde yeniden üretiyor. İllüzyonsuz olmayan, olamayan hayatı, tutarlılık çeliğinden yapılmış eleştiri kılıcıyla biçiyor olmanın, hakikati açığa çıkarmak olduğunu düşünüyor. Bu değillemeci terörü, pek âlî bir felsefi konum sayıyor. Edip Yüksel’in çocuksu Kur’ancılığının veya 19’unun yerine daha üst bir hakikatlılık kriteri yerleştirerek, tutarlılık ısrarını yeniden üretiyor. Onun “sünni müşrikler” ve “ateistler”le cihadına benzer şekilde, dindarlık ve Marksizm putlarına savaş açıyor. Kendini içinde bulduğu polemikler ve karşısına aldığı düşmanları ile Edip’inkiler arasındaki paralellik bile, kendisine bir uyarı olarak yeter.
Tutarlılık ısrarcıları, genellikle mantık veya bilim kutsayıcısı olarak karşımıza çıkarlar. Dindeki tutarsızlığı görmenin heyecanıyla, ama dine inançtaki kurtuluş varsayımını, bu kez bilim (veya Cündioğlu örneğinde felsefe) adına kullanmak üzere korurlar. En hararetli put-kırıcılar genelde istemeseler de yeni put inşa etmekten kurtulamazlar. Putsuz bir dünya isteyenlerin put-kırmak yerine mesailerini belki put ihtiyacı ve değişen putların fonksiyonel sembolizmini düşünmeye ayırması, herkes için daha faydalı olur.
Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.