11.03.2021
Murat Sevinç, gazeteduvar.com’da “Talihsiz Bir Kişilik Özelliği, Sağcılık” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yazıyı aşağıya alıntılıyoruz.
Akademisyenleri atanlarla, zamanında türban yasaklayanlar aynı kişi ve kişilikler. Bir yerde olmaya, orada kalmaya, hatta yapışmaya yeminliler. Uğruna mücadele edip bedel ödemeyi göze alacakları tek bir değerleri yok.
İnsanın başına gelebilecek en talihsiz durumlardan biri, ‘sağcı kişiliğe’ sahip olması, ‘sağcılaştırmaya’ maruz kalması bana kalırsa. Bir sağ partiye oy vermekten söz etmiyorum. Sağ partiye oy veren biri sol, sol partiye oy veren biri sağcı kişilik özelliklerine sahip olabilir. Bu bir davranış biçimi, başka türlü yapamama ve düşünememe hali. Öğreniliyor.
Tahammül edilmez, güvenilmez insanlar bunlar. Her yerdeler. Sokakta, bir mağaza tezgahının arkasında, sporda, medyada, siyasette, sahnede, bayram seyran gezmesinde, akademide…
İlk kez, rahmetli babamın dükkanında zaman geçirirken fark ettim sanırım, çeşitli partilere verilen oy ile oy verenin kişilik özelliğinin örtüşmeyebileceğini. Sol bir partiye oy verdiğini bildiğim ama hiç de sol kişilikte olmayanlarla karşılaşınca. Ağızdan duayı eksiltmeyip dindarlığın dürüstlük barındıran haliyle nasıl hiç bağ kurulmayabileceğine de, o dükkânda tanık olmuştum. Esnaf çocuğu olmanın bir iki (ama fazla değil yalnızca bir iki) iyi yanı vardı demek ki!
Tabii, ‘sol kişilik nedir?’ derseniz; herhalde en basit haliyle, biraz olsun eşitlikten, adaletten yana, ezilenleri dert edinen ve diğerkam olan derim. Solculuğun asgarisi, hiç olmazsa bunlar değil midir? Yoksa, herhangi bir ideolojinin mensubunu öyle iki sözcükle tanımlamak elbette kolay iş değil. Solculuk çubuğunun üzerinde de ‘devrimcilikten’ ‘türkü evi’ne uzanan sayısız durak var.
Sözünü ettiğim sağcı kişilik, kapsamlı düşünmeyi ve özenli ayrımları hak eden bir tür değil. Görüp de iki kelime konuşulduğunda hemen ele veriyor kendisini. Düz, dümdüz biri sayılır. Öylesine güven telkin etmiyor ki, yüz yüzeyken dahi kulak vermek mümkün olamıyor. Çünkü sizinle konuşmadığını, bir şey anlatmadığını, söylediklerini ‘kastetmediğini’ hissediyorsunuz. Yarın tam tersini söyleyebilir. Her sözcüğünü inkâr edebilir. Herkesle birlikte olabilir, konuşabilir, destekleyebilir. Ve ardından o ‘herkesi’ yüz üstü bırakabilir.
Son yıllarda dindar kesimde çeşitli gerekçelerle yaşanan büyük yarılmaların tarafları, betimlemeye çalıştığım ‘sağcı kişiliğin’ örneklerini sunuyor. Şunca günahsız, gariban sempatizanın canı yanmışken hâlâ yurt dışından, arsızlara özgü bir üslupla zırvalayan cemaat mensupları bir yanda; kırk yıllık eşini dostunu yirmi dört saatte terk edip hain ilan eden, telefon numarasını silip selamı sabahı kesenler diğer yanda. Sağcı kişilikler arasında mide kaldıran kapışma. İtirafçı olunca ekranlara çıkarılan insanlar, örneğin. Ya da ‘vatan hainleri mezarlığı’ önerisi, ancak sağcılığın hakkını veren bir zihnin ürünü olabilirdi.
Sağcılık, her ne kadar ‘muhalif’ siyasetçi, yurttaş ve basın-yayın organlarının bir kısmının paçasından akıyorsa da, yazının konusu onlar değil.
Uzun süredir iktidar mensuplarına bu gözle bakıyorum. Muhafazakâr, dindar, hatta siyasal İslamcı gibi sıfatlar yanında, apaçık sağcı kişilikler olarak. Bir dindar, sağcı olmak zorunda değil. Yukarıda solcu denildiğinde akla gelen asgari davranış tercihleri, pekâlâ inançlı biri için de geçerli. Siyasal İslam, on yıllar boyu özenle sağcılaştırılmış dindarlığın (ve dindarların) vücut bulup dile gelmiş hali gibi. ABD askerini protesto eden solculara saldıranların, sağcılığı. 1950’den bugüne, önce DP ama özellikle Demirel ve muadillerinin (anti-komünizm histerisiyle) sağcılaştırma etkisi/işlevi gözardı edilemez. “Dün dündür, bugün bugündür” cümlesi ile “gidip teröristlerle konuştular” arasında, “bana sağcılar/milliyetçiler adam öldürüyor dedirtemezsiniz” cümlesi ile “fona bayrak yerleştirilen Zarrab” fotoğrafı arasında, “benim memurum işini bilir” cümlesi ile “dava için” söylemi arasında, mesafeden çok zaman farkı var. Sağcılaştırmanın beklenebilir ürünü sağcı kişilikler, artık her yerde ve hayatlarımızı örümcek ağı gibi sarmış haldeler.
Geçenlerde Irvin Cemil Schick’in, yeni rejimin giderek popülerleşen matrak simalarından biriyle ilgili yazısını okudum, belki siz de görmüşsünüzdür. Schick’in, o lüzumundan fazla heyecanlı kişiyi tasviri, harika bir sağcı kişilik betimlemesiydi. Üniversitede çalışırken tanımış ki hakikaten de, özellikle akademik camiada çok belirgindir sağcı kişilikler. “Benim bir sözüm var” diyecek iddiaya sahip insanların toplandığı bir yerde, her sözün tonu ve içeriği haliyle daha fazla dikkat çeker. Bir de ne olursa olsun, siyasi gelişmeler karşısında az çok tavır almayı gerektiren bir dünyadır akademi.
Anlatmaya doyamadıkları ‘türban yasakları’ devam ederken, bizim fakültede (muhtemelen diğerlerinde de benzerdir!) yasağa tepki gösteren öğretim elemanlarının tamamına yakını solcu kişiliklerdi. Sağcı kişilikler (içlerinde solculuğu kimselere kaptırmayan kimi hızlı solcuların da olduğu) her zamanki gibi kokmaz bulaşmazdı. Hiçbirinin, yasaklara karşı bir gün olsun tek cümle kurduğuna tanık olmadım. Dindar insanlardı, Ramazan’da oruç tutuyorlardı ama kadın öğrencilerin kampüs kapısında peruk takmak zorunda kalmalarına ‘gık’ çıkarmadılar. Akademisyenleri atanlarla, zamanında türban yasaklayanlar aynı kişi ve kişilikler. Bir yerde olmaya, orada kalmaya, hatta yapışmaya yeminliler. Uğruna mücadele edip bedel ödemeyi göze alacakları tek bir değerleri yok.
Başbakanlıktan kovulunca parti kuran kibir abidesi siyasetçi, örneğin; imzacı akademisyenlere çok sinirlenmiş ve hicap duyduğunu vs. açıklamıştı. Düşünüyorum, üç beş asırlık mağduriyet konusu çıkardıkları ’28 Şubat’ sürecinde ne yapıyordu acaba? Bir ara harp okulunda derse girdiği biliniyor! Neye karşı çıkmıştır, bir yerlere imza atıp dönemin generallerine tepki göstermiş midir? Sağcı kişiliklerin yaşam tarzına uygun değil böyle refleksler, fıtratlarında yok. Bu nedenle, muhalif olanı anlamakta zorlanıp çok öfkeleniyorlar. Her zaman, yaşadıkları dönemin geçmesini bekliyor ve beklerken ‘koşullardan’ azami yarar sağlamaya çalışıyorlar. Birilerinin bir şeylere kişisel çıkar beklentisi olmadan karşı çıkabileceğini kesinlikle akıl edemiyor, kabullenemiyorlar.
İçlerinde Ayşe Buğra ya da Üstün Ergüder’in öğrencisi olmuş çok insan vardır. Bakın tek cümle kurmadı zavallılar. Tanıdıkları, zamanında çevresinde pervane oldukları insanlar, kurumlar neler neler yaşarken, başlarını çeviriyorlar. Fakat değişmiş filan değiller, hep böyleydiler, bunu anlatmaya çalışıyorum. O zaman solcu dergilerde makale yayınlamak işlerine geliyordu, şimdi liderlerine ilahi bestelemekten memnunlar. Her yerde, herkesle olabilir, her cümleyi kurabilirler. Fıkrada olduğu gibi “patlıcanın değil, sultanın dalkavukları!” Bakın hiçbiri, üç gün önce yazıp söylediğinin arkasında duramıyor. Duramazlar. Yayın yasakları, yayın yasaklarına ilişkin yasın yasakları…
Nuri Bilge Ceylan’ın “Bir Zamanlar Anadolu’da” adlı filminde, kasaba sakinlerinden birinin, yerde yuvarlanan kavunu, içinde cenaze olan araç bagajına sıkıştırma sahnesi vardı, seyredenler hatırlar. Hâlihazırda tanık olduğumuz iktidar çevresi, bana o film kahramanını hatırlatıyor. Sağcı kişiliklerin, başka biri olamamalarının ve bunun efkârıyla kavrulmalarının hikâyesini seyrediyoruz. Sağcılığın hikâyesi ve memlekete ettiklerini. Bir iktidarın sırtını ‘sağcı kişiliğe’ dayamış olması, onun için iyi midir kötü müdür, bu da onların onulmaz derdi olsun…
Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.