01.05.2021
Naman Bakaç, indyturk.com’da “ “Samanyolunda Ziyafet”e hazır mısınız?” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yazıyı aşağıya alıntılıyoruz.
Fırtına’ isimli şiirinde “Dünya bir köy köpüğüdür” diyen Sezai Karakoç, köpük metaforu üzerinden dünyanın geçiciliğini bizlere bir kez daha hatırlatır şair duyarlılığıyla.
Geçici dünyanın Seyr-u Sülüğünde bir durak mesabesindeki orucun, gelip kalbimize değmesini ise şu mısralarla dile getirir:
Oruç, ruhun sesi gelir her yıl
Gümüş topraklarını dokundurur kalbimize
Vücut dönmeğe başlar bir tapınağa kurban gibi
Yapılır, örülür uçurumları, yakan dualardan
Karakoç, orucu sadece ruhun sesi olarak değil, ‘Samanyolunda Ziyafet’ 1isimli eserinde, insanın her yıl bir ay boyunca katıldığı ruh şölenine de benzetir.
Bu ruh şölenine özgür iradesiyle katılan davetlilere adeta tabiatüstü bir ziyafet sunduğunu ise Hz. İsa‘nın gök sofrasını andıran pratiğiyle şöyle özetler:
Oruç, samanyolunda ziyafettir.
Varlık ile metafiziğin içiçe oluşuna gönderme yapan bu teşbih, kozmik âlemin uyum içinde sürdürülmesine dair biz fanilerin dünya hayatındaki Seyr-u Sülûğüne küpe takar gibi adeta.
Karakoç’un fikri kitapları ile şiir dünyasında gördüğümüz bu metafizik duyarlılık, kimi zaman didaktik kimi zaman da lirik dil anlatımı ile adeta okuru akleden bir kalbe çağırır gibi.
‘Lirik’ diyoruz, zira bu kitabın sayfalarında ilerlerken duygu devinimini ve ruh çağıltılarını hissetmemek elde değil.
‘Didaktik’ dil diyoruz, zira bu da orucun bilişsel, kültürel ve toplumsal alana temas ettiği dayanışma ruhu, şahsiyet kazandırıcı boyutu ve gündelik hayatta bereketli oluşuna dair Karakoç’un anlatımında görmekteyiz.
Zaman zaman Karakoç’u fazla Spiritüalist görenler olsa da, ondaki düşünsel ve toplumsal olana dönük vurgular da fazlasıyla mevcut.
Karakoç’un ‘Samanyolunda Ziyafet’ eseri, ramazan aylarında, farklı dergi ve gazetelerde yazdığı oruç üzerine yazılarından oluşmaktadır.
Doğal olarak ramazana dair şu terimler fazlasıyla kitabın sayfalarında kendine yer bulmaktadır:
Kadir Gecesi, Teravih, Sahur, İftar, Bayram, Bereket, Kur’an…
Bu terimler kuru, soğuk ve ruhsuz bir şekilde anlatılmaz kitapta. Şair kimliğinin yansımalarını bizatihi müşahede eder okur satır aralarında.
Kendini satır aralarında kimi zaman diriltici bir rüzgâra, kimi zaman betonları delen bir silaha, kimi zaman diriliş veren bir saate, kimi zaman bir ruh şölenine kimi zamanda bir yolcu üzerinden işleyerek şiirsel bir hava yansıtır Karakoç.
Kitapta geçen şu mısralarda olduğu gibi:
Ey oruç, diriltici rüzgâr, İslam baharı
Es insan ruhuna inip yüce ilham dağından
Kevser içir, ab-ı hayat boşat kristal bardağından
Susamış ufuklara, insan kalbinin ufuklarına
Her ilahiyatçı, mutasavvıf, yazar, şair, düşünür, akademisyen, imam veya müftünün, oruca dair bazen uzun bazen kısa ama çarpıcı anlatımları vardır.
Mutasavvıf meselenin bir boyutunu, ilahiyatçı bir başka boyutunu, akademisyen ise bu ikisinin dışında belki de daha kuru ve soğuk boyutunu anlatırken, Karakoç’un eserinde geçen şu cümle, sanki oruç ile ilgili birden çok boyutu bir cümlede toplamayı başarmış görüntüsü veriyor biz okurlara.
Bu cümlede, didaktik dil ile lirik dilin evliliğini rahatlıkla görmek pekâlâ mümkün. Şöyle ki:
Oruç ayı, yüzünde nur, elinde Kur’an, dudaklarında salâvat, yüreğinde Allah sevgisi ve korkusu, hayalinde ideal İslam yurdu, kafasında gurursuz akıl, ruhunda ve bedeninde namaz yani mümin ve Müslüman bir aydır bu gelen ay.
Eğer illa da bir ziyafetten bahsedilecekse şayet, cismani bir yer sofrasının ziyafetinden çok, arka planında kazandıracağı manevi ziyafete kalpleri ve aklı doğrultmak ya da bunları bizatihi pratikleştirmek, kişiyi samanyolunda ziyafete hazırlıklı kılacaktır.
Kuşkusuz her kitapta okurun kendine yakın bulduğu veya çarpıcı gördüğü bölümler vardır.
Kişisel olarak kitapta bunu orucun bir aylığına misafir olunan yolcuya benzetildiği bölümü görmemizdeki gerekçe, Atasoy Müftüoğlu‘nun ifadesiyle “Bilinç Işıklarını Yakan” anlatım ile edebi dilin meczedildiği peygamber veya tarihi şahsiyetler galerisinin geçtiği bölümler olsa gerektir.
Hz. Nuh ile Hz. İbrahim‘in ortamına kanatlandırarak götürmekle kalmaz bizleri Karakoç, Ashab-ı Kehf ile mağaradaki hayata dair bizlere verdiği havf ve haşyet duygularıyla oruç ile peygamberlerin aynı misyonu ifa eden farklı kulvarlar olduğunu zihinlerimize kazımaya da çalışır.
Orucun, Allah’a adanmışlığını Hz. İbrahim’in adanmışlığı üzerinden, orucun sabrı kuşanan tarafını ise Hz. Nuh’un sabırlı mücadelesi yönüyle, Ashab-ı Kehf ile de yıllanmış, kaşarlanmış, tozlanmış ruh ve bedenimizi dirilen tarafına telmih yoluyla vermeye çalışmaktadır.
‘Hızırla Kırk Saat’ şiirinde “Yüze yeni gelmiş bir vahiy gibi” mısrası sanki burada yerini buluyor gibi.
‘Samanyolunda Ziyafet’ kitabının son bölümünde Karakoç, kişisel dünyasına dair özel bilgileri paylaşmakla kalmamış, Türkiye’nin siyasi ve düşünce hayatına dair kesitleri az da olsa vermekten de geri durmamış denilebilir.
Zira kitap, farklı dergi ve gazetelerdeki yazıların derlemesinden oluştuğu için, salt ramazan ve oruca değinmekle yetinilmemiş.
Karakoç’un çocukluk hatıralarından tutun memuriyet yıllarına, mahkemelerdeki yargılanmalarından parasız kaldığı dönemlere oradan da İslami camianın ilklerinden olan ve ardından birçok derginin çıkmasına ilham kaynağı olan Diriliş Dergisi‘ne kadar birçok başlığa dair önemli didaktik bilgileri okumaktayız ‘Samanyolunda Ziyafet’ kitabında.
Yazıyı Sezai Karakoç’un çocuklara dair hayret duygusunun yok oluşunu, hilalin bir zamanlar çocukluğunda gözetleyişini ve sanki çocukluk döneminin hep uzamasını arzulayışını hülasa çocukluğundaki ramazanı betimlediği ‘Samanyolunda Veba’ isimli mısralarıyla bitirelim:
Nerde çocuklar gece yarılarından sonra
Çıkıp Samanyoluna bakan
Bakarak çocukluğu uzatmaya çalışan
İşleri güneşin doğuşunu yayınlamak
Bütün O çocuklar nerdeler
Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.