Osman Can: Yeni Anayasa mı? Eyvah!

16.06.2021

Osman Can, politik.com’da “Yeni Anayasa mı? Eyvah!” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yazıyı aşağıya alıntılıyoruz. 

AKP cenahından son dönemlerde, MHP ile uyum içinde, yeni anayasaya ilişkin açıklamalar geliyor. Genel Başkanvekillerinden biri iki gün önce Türkiye’nin esas reform beklentisinin “sivil, demokrat, kapsayıcı bir Anayasa” olduğu ve bu doğrultuda çalışmalarının son noktaya geldiğini açıkladı. Açıklamalardan, Türkiye’nin beklenti içinde olduğu reformun Cumhurbaşkanlığı sistemine geçilmesinin finali olduğunu çıkarmak mümkün. Eski anayasalarda kan izi olduğunu ve darbecilerin emriyle hocaların bir odaya çekilip metinleri ortaya çıkardığı ve halka göstermelik bir şekilde onaylatıldığı, yeni anayasanın AKP, CHP veya MHP’nin değil milletin anayasası olması gerektiğini, nihayetinde partilerin samimiyetle bu sürece girmelerini beklediğini de eklemiş. Hafızamızı sıfırlayıp, deneyimlerimizi bir kenara atarsak, bir de konuşmanın üçte ikisini yok sayarsak, evet, partilerin değil, halkın anayasası olması gerektiği ve bu sürece samimiyetle girilmesi gerektiği düşüncesine katılabiliriz. Ancak hafıza bu, kendi kendimizi kandırıp deneyimleri unutmaya çalışsak da bilinçaltında yer almaya devam ediyor ve bazen nedenini tam anlayamadığımız şekillerde ve zamanlarda kabuslar yaşatabiliyor.

Anayasa meselesi 150 yıllık bir rüya, aynı zamanda 150 yıllık bir travma. Konuşulması bile ağırlık ve karamsarlık uyandıran bir konu. Türkiye tarihinin yüksek beklentilerle karşılaşıp ardından derin yıkımlarla sonuçlanan konularından biri de diyebiliriz. Demokratikleşme ve toplumsal barış gibi.

Anayasa konusunda Stephenson deneylerine tecrübe eden koca bir toplum gibiyiz.

Bilindiği gibi Stephenson, bir kafese beş maymun yerleştiriyor. Kafesin ortasına asılı bir muz, altına muzu almak için bir merdiven ve tüm maymunları ıslatabilecek basınçlı soğuk su düzeneğini kuruyor. Maymunlardan biri merdiveni tırmanıp muzu almaya yeltendiğinde basınçlı su sistemi devreye giriyor ve tüm maymunlar basınçlı soğuk suya maruz kalıyor. Bir süre sonra aralarından biri muza yeltendiğinde bu defa diğer maymunlar saldırıyor ve muzu almasını engelliyorlar. Zamanla hiçbir maymun muza uzanmıyor. Sonraki aşamada sırayla maymunlar değiştiriyor. Yeni gelen maymun muza uzandığında diğer maymunların saldırısına uğruyor. Deneyin sonunda kafesteki tüm maymunlar değişmiş ve soğuk suya maruz kalmış hiçbir maymun kalmamış olsa dahi, tüm maymunlar muzun bekçiliğini yapıp muza dokundurtmuyorlar.

İlk anayasa tecrübemiz 1876 tarihli Kanuni Esasi idi. Artık fermanlar yerini Anayasaya bırakacak, din farkı gözetmeksizin her farklı unsur eşit Osmanlı kimliğinin kurucu unsuru olacak, Avrupa’daki gibi anayasal yurttaşlık toplumsal barışın güvencesi olacaktı. Ancak ülke kısa süre sonra 33 yıl boyunca Osmanlı tarihinin en ağır despotik rejimlerinden birini yaşadı. 1908’de “hürriyet, eşitlik, kardeşlik ve adalet” sloganlarıyla İkinci Meşrutiyet ilan edildi. Türkler, Ermeniler, Rumlar, Bulgarlar, Makedonlar, Araplar, Kürtler… yeni bir hayalle işe koyuldular. Ancak sonuç çok ağır oldu. Kısa sürede farklılıkları dışlayan İttihat ve Terakkinin tek parti diktatörlüğü, birbirini takip eden savaşlar, tehcirler, katliamlar, Anadolu’nun gayrimüslimlerden arındırılması, yıkılan imparatorluk deneyimledik. 1920’de bu defa yıkılan Osmanlı’nın kalıntıları üzerinde Anadolu’da Anasır-ı İslamiyeden oluşan etnik, mezhepsel, kültürel farklılıkları kurucu kabul eden yeni bir başlangıç yapıldı. Meşrutiyetin yanlışlarından ve istibdattan dersler çıkarılarak işe girişildi ve gerçekten de bu topraklarda bugüne kadarki en katılımcı ve kapsayıcı anayasası yapıldı. Ancak çok zaman geçmeden Meclis feshedildi, tek bir siyasi çizgide muhalefetsiz yeni bir meclis oluşturuldu. Tek parti kongresi gibi işlev gören bu Meclis farklılıkları dışlayan katı merkeziyetçi yeni bir Anayasa yaptı, Türkiye yeniden tek parti hegemonyasına tabi hale geldi. Bu ve bunu takip eden anayasalar ise sadece anayasayı yapma gücüne kavuşan grupların ötekiler üzerinde tahakkümünün aracı olarak işlev gördü, hukuki meşruiyet sağladı. Evet anayasa yapımına kan da bulandı, sonrasında da kan eksik olmadı. Çünkü barışın, gönüllü birlikteliğin, tüm farklılıkları eşdeğerli görmenin ve kabul etmenin aracı ve imkânı olmadı, olamazdı da. Yapımında dışlayıcı olan bir anayasanın kapsayıcı olması, barışı temin etmesi eşyanın tabiatına aykırı. Dışlayıcı bir anayasayı tesis eden güçlerin şimdi daha fazla demokratikleşelim, reform yapalım şeklindeki iddiaları da bu nedenle samimiyetten ve ciddiyetten uzak. Gerçekte bu şekildeki taleplerin alt metinlerinde, iktidarının tanınması ve itaat talebi yer alıyor. Karşılıklı tanınma söz konusu değil. Bu yüzden demokratik değil, eşitlikçi değil, ahlaki zaten olamaz.

Türkiye tarihinin, belki 1920’yi de aşan (1920’de Gayrimüslimlere yer yoktu çünkü) ilk çoğulcu ve kapsayıcı Anayasa girişimi için 90 yıl beklemek gerekti. 2010 Referandumunun hemen ardından başlayan toplumsal anayasa talepleri siyasette karşılık buldu ve 2011 seçimlerinden sonra TBMM’de özel bir anayasa komisyonu kuruldu. Beklenti olağanüstü yüksekti. Bu beklentiye çözüm süreciyle birlikte Kürt sorununun çözülmesi ihtimali de eklenince gerçekten tarihi günler ve aylar yaşandı. Bu bir Türkiye projesiydi. Bu projeyi 7 Haziran 2015 seçimlerinin ardından hayata geçirme imkânı yakalanmıştı. Ancak Türkiye adına büyük bir başarı hikayesi yazılabilecekken, AKP ve yönetimi kişisel/grup başarısına öncelik verdi, politika değişikliğine gitti ve 1924, 61 ve 82 Anayasalarından daha fazla dışlayıcı, çatışmacı ve antidemokratik bir anayasal sistem getirdi. Aynen Genel Başkanvekili’nin ifade ettiği gibi, liderlerin emrine tabi birkaç kişi bir odaya kapanmak suretiyle anayasa değişikliği metni hazırladı, Meclis’in ve ilgili partinin vekillerinin bilgisi olmaksızın son şekli verilen metin müzakere edilmeden Meclis’e sunuldu, Anayasa ihlalleri eşliğine meclisten geçirtildi, sonra da tartışma ve eleştirinin pek mümkün olmadığı Olağanüstü Hal rejiminin yardımıyla ve oldukça tartışmalı bir oylama yöntemiyle kabul ettirildi. 1982 bu kadar kapalı kapılar ardında hazırlanmadı. 1924 ve 1961 kıyaslanamaz bile. Venedik Komisyonu kendi tarihinin herhalde en ağır eleştirel görüşünü bu değişiklikler hakkında hazırladı ve “kişiselleştirilmiş otoriteryen bir rejime geçiliyor, bu değişiklikler derhal geri” alınmalı dedi.

Türkiye Anayasa tarihinin karanlık sayfaları çok. Ancak 2017 değişiklikleri galiba ilk sıraya yerleşmiş durumda. 2011-12’lerde bir demokrasi devrimi yaratabilecekken, bugün Türkiye yarı demokrasi statüsünden, demokratik olmayan ülke statüsüne geriledi. Hukuk devleti sıralamasında ise artık kanun devleti bile sayılmayan ülkelerin gerisine düşmüş durumda. AB perspektifi ortadan kalktı, insan hakları ihlalleri nedeniyle Avrupa Konseyince yaptırım mekanizmaları devreye sokuluyor.

Şimdi bu değişikliklerin mimarı ve paydaşı siyasi aktörler yeni anayasadan söz ettiğinde eyvah dememek mümkün mü? Özellikle 2017 felaketiyle yüzleşmeden ortaya atılacak bir anayasa gündeminin samimiyetinden söz edilebilir mi?

Demokrasi, toplumsal barış ve kapsayıcılık diye her yola çıktığımızda, bu hedeflerden daha uzaklara savrulduk ve yeni başlangıç için gerekli olan güven daha fazla zarar gördü. Travmatize olmuş bir toplumun önce rehabilitasyonu gerekli, güveni yeniden tesis edebilmek için.

Türkiye’nin yeni anayasa ihtiyacı her zamankinden daha can yakıcı ve acil, bu kesin. Ama böyle değil…

Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.

Önerilen Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.