17.01.2022
Taha Akyol, karar.com’da Prof. Dr. Ümit Özlale ile “Kur koruma maliyeti en az 12.5 milyar TL” başlıklı bir söyleşi gerçekleştirdi. Aşağıya alıntılıyoruz.
İktisatçı Prof. Dr. Ümit Özlale, Taha Akyol’un sorularını cevapladı:
“Ortada ‘faiz sebeptir, enflasyon sonuçtur’ Ortada bu tezi destekleyecek herhangi bir veri yok. Esprisini yapıyoruz ama maalesef ülkece Sayın Erdoğan’ın akılla bilimle bağdaşmayan ekonomi anlayışını hayata geçirmesinin ağır faturasını ödüyoruz. Ödemeye de devam edeceğiz gibi duruyor.”
“TCMB’nin faizleri indirdiğinde ekonomideki diğer faizlerin de düşeceğini sanan, izlenen politikaların enflasyon-devalüasyon sarmalıyla sonuçlanacağını göremeyen, ülkenin dış finansman ihtiyacını cari açıktan ibaret sanan, istihdamın ve yatırımların sadece değersiz TL ile artacağını düşünecek kadar ekonomiye basite indirgeyen bu anlayışın iktisadi bir akılla hareket ettiğini söylemek güç.”
“Çok iyimser bir senaryoyla döviz kurunun 2022 yılında piyasa katılımcıları anketindeki enflasyon beklentisi kadar yükseleceğini varsayalım. Bu koşulda devletin cebinden en az 12.5 milyar TL çıkacak. 2022 bütçesinde tarımsal destekleme bütçesinin 25 milyar TL olduğunu düşünürsek, bütün çiftçilere ödenen destek miktarının yarısını devlet faiz desteği olarak mevduat sahiplerine ödeyecek.”
İktisatta ‘faiz sebeptir, enflasyon sonuçtur’ diye bir teori var mı?
Nadiren de olsa yüksek faizin enflasyona sebep olacağı bir makroekonomik ortam var. Kamu borcunun çok yüksek olduğu bir ekonomide (Türkiye’de henüz böyle bir durum yok) sıkı bir para politikası izlenirse (böyle bir durum da yok) artan faizler kamu borcunun finansmanını daha maliyetli getirip borcun sürdürülebilirliği ile ilgili endişeleri arttırabilir. Bu endişe de ülke risk priminin ve sonrasında da döviz kurunun artmasına yol açar. Türkiye gibi döviz kurundan fiyatlara geçişkenliğin yüksek olduğu ekonomilerde de artan döviz kuru enflasyonu arttırır. Özetle, yukarıda bahsettiğim makroekonomik koşullarda yüksek faiz enflasyona yol açabilir ama Sayın Erdoğan’ın “faiz sebeptir, enflasyon sonuçtur” tezini bu yukarıda anlattığım makroekonomik çerçeveye dayanarak ortaya attığını sanmıyorum.
Erdoğan ‘benim tezim’ diyor, bu tezin iktisat teorisi yapılabilir mi?
Yukarıda dediğim tablonun oluşması durumunda sıkı para politikası enflasyona yol açabilir. Türkiye’nin mevcut ekonomik durumu ise bu tabloyla uyumlu değil. Yani Sayın Erdoğan’ın tezi bir iktisat teorisi yapılabilir ama Türkiye’nin mevcut gerçekleriyle taban tabana zıt bir durumu işaret eder.
BİLİMLE ZITLAŞMAK…
“Sayın Erdoğan’a seslenmek istiyoruz, gün piyasayla akılla bilimle ekonominin gerçekleriyle zıtlaşma günü değildir” dediniz. Bu ne demek?
Eylül ayında TCMB’nin faiz kararıyla beraber girdiğimiz kriz ortamı tamamen Sayın Erdoğan’ın akılla bilimle bağdaşmayan iktisat anlayışı sonucu oluştu. O yüzden Gelecek Partisi’ndeki saygıdeğer meslektaşım Kerim Rota’nın bu geldiğimiz durumu “Erdoğan krizi” olarak tanımlaması çok doğru bir tespit. TCMB’nin faizleri indirdiğinde ekonomideki diğer faizlerin de düşeceğini sanan, izlenen politikaların enflasyon-devalüasyon sarmalıyla sonuçlanacağını göremeyen, ülkenin dış finansman ihtiyacını cari açıktan ibaret sanan, istihdamın ve yatırımların sadece değersiz TL ile artacağını düşünecek kadar ekonomiye basite indirgeyen bu anlayışın iktisadi bir akılla hareket ettiğini söylemek güç.
KKM MALİYETİ 12.5 MİLYAR TL
Kur artışı herkesi yakıyor. Kur Korumalı Mevduat ile istikrara kavuştu mu, kavuşur mu?
KKM ile tasarrufunu döviz kurunda değerlendirmek isteyenlere önemli bir alternatif sunuldu. Bu sistem döviz tevdiat hesaplarında bir çözülmeye yol açmasa da dövize yönelebilecek tasarrufların TL’de kalmasını sağlar. İlk gelen veriler de bu yönde zaten. Ama hangi maliyetle? Sayın Nebati geçen gün yaptığı açıklamada sistemde 131 milyar TL biriktiğini söyledi. Çok iyimser bir senaryoyla döviz kurunun 2022 yılında piyasa katılımcıları anketindeki enflasyon beklentisi kadar yükseleceğini varsayalım. Bu koşulda devletin cebinden en az 12.5 milyar TL çıkacak. 2022 bütçesinde tarımsal destekleme bütçesinin 25 milyar TL olduğunu düşünürsek, bütün çiftçilere ödenen destek miktarının yarısını devlet faiz desteği olarak mevduat sahiplerine ödeyecek. Yani uyguladığı politikalarla Türk Lirası’nda güveni tesis edemeyip tasarruf sahibinin dövize yönelmesine engel olamayan ekonomi yönetimi, çiftçiden, öğrenciden, emekliden esirgediği parayla tesis edemediği güvenin maliyetini bizlere ödetecek. Bu servet aktarımından başka bir şey değil.
Üstelik daha önce 1970’li yıllarda denenmiş ve çok yüksek bir maliyetle sonuçlanmış bu sistemin döviz kurunda bir istikrarı tek başına sağlaması mümkün değil. Ekonomi yönetimi şu anda en büyük problem olarak gördüğüm enflasyon-devalüasyon sarmalını çözmek için itibarlı bir enflasyonla mücadele programı uygulamazsa makroekonomik görünümün çok kırılgan bir hal alır. O zaman da yukarıda yaptığım basit hesabın çok ötesinde bir faiz yüküyle karşılaşırız.
FAİZ DEĞİL FAİZLER
Merkez Bankası politika faizini indiriyor, piyasadaki faizler yükseliyor, neden?
Bu sorunun cevabı basit: Ekonomide tek bir faiz yok. TCMB enflasyonun çok altında bir faizle bankalara bir haftalık repo imkanı tanıyınca orta ve uzun vadede enflasyon beklentileri olumsuz etkileniyor. Bu yüzden tasarruflarınızı orta ve uzun vadeli bir TL varlıkta değerlendirmek istemiyorsunuz. Bu da tahvil fiyatlarının düşmesine, dolayısıyla da faizlerin artmasına yol açıyor. İşin ilginç tarafı da biz bütün bu konuları uygulamalı olarak üniversitelerin iktisat bölümlerinde ikinci ya da üçüncü sınıf öğrencilerine öğretiyoruz. Bir başka deyişle, sınıfımızda olsa dersten kalacak öğrencilerin ülkeyi yönetmesinin bedelini ödüyoruz.
PROGRAM SORUNU
Piyasada faizleri düşürmenin yolu ne?
İlk ve en kestirme yolu enflasyonla mücadelede etkili ve itibarlı bir program açıklamak. Orta ve uzun vadeli enflasyon beklentilerini düşürecek bir program açıklanırsa piyasadaki faizler de düşer. Yani kilit sözcük beklenti yönetimi. Ne yazık ki bununla ilgili Sayın Nebati’nin cılız açıklamalarından başka bir şey duymuyoruz. İşin acı tarafı, bu dönemde fiyat istikrarı ile ilgili konuşması gereken ilk (ve belki de tek) kişi olan TCMB Başkanı’nı da ortalıkta göremiyoruz. Maalesef iktidar partisi en iyi bildiği şey olan polisiye tedbirleri enflasyonu düşürmede de kullanıyor. Bunun bir işe yaramayacağını, mağaralarda soğan patates teröristlerine baskın yapılan dönemden biliyoruz.
CB SİSTEMİNİN ETKİSİ
CB sistemi, ekonomiyi nasıl etkiledi? Neden?
Bu soruyu bana geçenlerde bir radyo programında izleyicilerden biri sordu. Ben de kendisine iyiye giden tek bir ekonomik gösterge bulmasını söyledim. Uzun süre sessizlik oldu! Benim aklıma gelen tek bir olumlu gösterge yok. Burada pandemi süreci gerekçe olarak gösterilebilir. Kısmen de olsa katılırım ama ekonomik göstergelerde bozulma (işgücüne katılım, enflasyon, yoksulluk oranındaki artış) pandemiden önce başlamıştı.
NEDEN BAĞIMSIZ MERKEZ BANKASI
Merkez Bankası’nın bağımsızlığı neden önemli? Ekonomiyi nasıl etkiliyor?
Dünyada siyasetçiler kısa vadeli düşünür. O yüzden de çoğu zaman uzun vadede oluşabilecek itibar kaybını ve ekonomik kayıpları gözetmeden kısa vadedeki kazançları tercih edebilirler. Bunun çok güncel bir örneğini yaşıyoruz. Sayın Erdoğan seçim dönemine canlı bir talep ortamı yaratarak girmek istiyor. Gerçi, bu ortamı sağlamak için seçtiği yol da yanlış, ama olsun! Eğer bağımsız bir merkez bankası olsa, bu suni olarak canlandırılmaya çalışılan talebin orta ve uzun vadede yol açabileceği zararları engelleyecek bir para politikası izlenirdi ve sonunda kazanan da Türkiye ekonomisi olurdu. Özetle bağımsız ve liyakat sahibi bir bürokrasiye kısa vadede yeniden seçilmekten başka bir kaygısı olmayan siyasetçileri dizginlemek için ihtiyaç duyuyoruz.
2023’e kadar ekonomiyi nasıl görüyorsunuz?
Öncelikle 2023’e giden süreçte en büyük risk olarak kendi cehaletine hapsolmuş, aldığı keyfi kararların hesabını vermek zorunda hissetmeyen kibirli ekonomi yönetimini görüyorum. Kibarlık olsun diye yönetim dedim ama esasında tek bir kişiden bahsettiğimi anlamışsınızdır. Bu anlayış, faizleri düşürmekle mucizevi bir büyüme sağlanacağını düşünecek kadar ekonomiyi basite indirgeyen, istediği sonuçları alamayınca yanlışında adeta el yükselterek ısrar eden, sığ ve tehlikeli bir anlayış. O yüzden 2023’e kadar geçen süreçte bu adına model denen şeyin yakın zamanda terk edileceğini, bunun sorumluluğunun ekonomi yönetiminden başka herkese yükleneceğini düşünüyorum. Daha sonra alelacele alınmış yeni kararların önümüze yeni mucize reçete olarak sunulması sürpriz olmaz. Beni para ve finans piyasalarındaki bu gelişmelerden daha fazla kadar tedirgin eden gelişmeler ise artan yoksulluk ve fırsat eşitsizliği, mesleksizlik ile beraber gelen istihdam sorunu, olumsuz sonuçlarını sandığımızdan daha erken görmeye başladığımız iklim değişikliği ve değişen demografik yapı. Bütün bu yapısal sorunları konuşacağımız yerde enerjimizin neredeyse tamamını para ve finans piyasalarına vermek zorunda kaldığımız olumsuz bir süreçten geçiyoruz.
NE YAPMALI?
Yetki sizde olsa, ekonomide acilen alacağınız öncelikli üç karar ya da icraat ne olurdu?
İlk olarak ekonomi yönetimine (TCMB, BDDK, Hazine ve Maliye Bakanlığı) liyakati tartışılmayan ve siyasi çıkarlardan bağımsız hareket edecek bir kadro atayıp etkili bir enflasyonla mücadele programı izlerdim. Enflasyonun beraberinde fakirliği ve gelir eşitsizliğini de getirdiğini çoğu zaman atlıyoruz. O yüzden enflasyonla mücadeleyi sadece bir makroekonomik istikrar programının parçası olarak değil, toplumsal bir politika olarak da görmek gerekir.
İkinci olarak üzerinde çalıştığımız ve yakında açıklayacağımız tarımda reform programını başlatırdım. İklim değişikliğiyle uyumlu, çiftçiye hangi ürünü, ne zaman ve nerede ekeceğini söyleyip karşılığında minimum bir kazancı garanti eden bir model hazırladık. Bu modelin ana eksenlerinden birini verimliliği arttırıcı politikalar oluşturuyor. Böylece hem milli güvenlik sorunu olarak da gördüğümüz gıda arzı problemini çözerdim hem de gıda enflasyonunu düşürerek yoksulluğu azaltırdım.
Üçüncü olarak da daha önce duyurduğumuz okulda yemek programını (rüzgar gülü projesi) başlatırdım. Bugün ülkede 7 milyon civarında yoksul çocuğumuz var. Bu çocuklarımız sağlıklı beslenemedikleri için hastalanıyorlar, okula gidemiyorlar, eğitimlerinde başarılı olamıyorlar. Eğer biz devlet okullarında okuyan 15 milyon çocuğumuza sağlıklı bir kahvaltı ve öğle yemeği sağlarsak 1.9 milyon çocuğumuz hastalanmayacak, PISA skorlarında bir aşama kaydedeceğiz ve 1.6 milyon kişi de yoksulluktan kurtulacak. Sosyal bir devlet olmanın gereği olarak çocuklarımıza fırsat eşitliği ilkesi kapsamında sağlıklı bir beslenme imkanı sağlayacak bu projeyi de hemen hayata geçirirdim.
Bunun dışında bir madde de ben ekleyeyim izninizle. ARTAGAN projemizle vergiyi tabana yayıp vergi oranlarını düşürerek ekonomide hakkaniyet duygusunu ve refahı arttırırdım. Meraklı okuyucularınız bu projeyle ilgili de detaylı bilgiyi sosyal medya hesaplarımızdan
öğrenebilirler.
PROF. DR. ÜMİT ÖZLALE KİMDİR?
2001 yılında Boston College’dan ekonomi doktorasını alan Prof. Dr. Ümit Özlale, 2006 yılında doçentlik, 2011 yılında da profesörlük derecesini aldı. Temel çalışma alanları, Türkiye ekonomisi, maliye politikası ve para politikası olan Ümit Özlale, 2003 yılından itibaren çeşitli dönemlerde Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’na ve Maliye Bakanlığı’na danışmanlık yaptı. 11. Kalkınma Planı çerçevesinde “Enflasyonla Mücadele” Özel İhtisas Komisyonu raporunu kaleme aldı. Halen İYİ Parti Kalkınma Politikaları Başkanı’dır.
Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.