Şerif Karataş: Prof. Dr. Hamit Bozarslan: İktidarın Meşrulaştırılmaması Gerekiyor

07.05.2024

Şerif Karataş, Prof. Dr. Hamit Bozarslan ile evrensel.net’te “İktidarın Meşrulaştırılmaması Gerekiyor” başlıklı bir söyleşi gerçekleştirdi. Yazıyı aşağıda alıntılıyoruz.

“Demokratik mücadeleler düzeyinde Türkiye’yi ve toplumunu yok eden bir iktidar var. Böyle bir iktidarın meşrulaştırılması oldukça tehlikeli bir senaryoyu da beraberinde getirebilir”

Şerif KARATAŞ

İstanbul

31 Mart seçimlerinin sonuçları siyasetteki tartışmaları yoğunlaştırıldı. CHP’nin seçimden birinci parti çıkmasının siyasete etkileri sürerken, CHP Genel Başkanı Özgür Özel ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın görüşmesi siyasetteki tartışmaları alevlendirdi. Siyasetteki hareketliliği Paris Sosyal Bilimler Yüksekokulu Öğretim Üyesi, Sosyolog ve Tarihçi Prof. Dr. Hamit Bozarslan Evrensel’e değerlendirdi. Bozarslan “Demokratik mücadeleler düzeyinde Türkiye’yi ve toplumunu yok eden bir iktidar var. Böyle bir iktidarın meşrulaştırılması oldukça tehlikeli bir senaryoyu da beraberinde getirebilir” dedi.

31 Mart yerel seçimlerinin sonuçlarını genel hatlarıyla nasıl değerlendirdiğinizle başlayalım. AKP’nin tarihinde ilk kez ikinci parti konumuna düşüren sonucu temel olarak hangi koşullar sağladı?

Türkiye’de 2023’te de o görülüyordu. Ciddi bir değişim beklentisi var. Ama bu değişim beklentisi henüz demokratik bir beklenti değil. Dönüştürülmesi gerekiyor. Demokrasinin meşru bir mücadele olarak kabul edilmesini gerektirmekte. Ve bu mücadelenin temelinde de istesek de istemesek de Kürt meselesi var. 1974 ve 1978 arasında İspanya’da olan olup bitenlerin biraz araştırılması gerekiyor. İspanya’da bütün zorluklara rağmen, geçmişin bütün acılarına rağmen savaşın mirasına rağmen bu demokrasiyi mümkün kılan demokrasi beklentisinin kabul edilmesi ve meşrulaştırılması ve bu meşrulaştırma aynı zamanda yeni alternatiflerin oluşmasıyla mümkün olabilmişti. Ve bu meşrulaştırmanın temelinde sadece İspanya’da demokrasi meselesi ortaya konulmamaktaydı. Aynı zamanda da Katalan ve BASK meseleleri, meşru meseleler olarak görülüyordu.

Şu anda Türkiye’de eksik olan bu. Evet bir değişim beklentisi, iktidarın anlamsızlaşması olgusu var. Son 20 yılda olup bitenlere baktığımız zaman iktidarın bütün zikzakları, dış politika, ekonomi politikasındaki çöküşü, Kürt meselesindeki çöküşü bütün bunlar açık bir şekilde ortaya çıkmakta. Bütün bunlar henüz demokratik bir alternatif oluşmasına yol açmamakta. Demokratik alternatif oluşabilecek mi? Bu demokratik alternatif oluşabilmesi için, Türk Sünni katmanında bazı gelişmelerin olması gerekiyor. Bunu CHP yapabilecek mi? CHP dışında bazı alternatifler oluşabilecek mi? Bunları bilemiyorum şu anda. Fakat bu yönde ciddi bir adım atılmazsa 31 Mart yerel seçimleri belki de geçici bir zafer olarak kalabilir. Her şeyden önce AKP’ye ilk kez bir ret oyunun verilmesi çok önemli. Fakat onun dışında okumalarda çok dikkatli olmamız gerekiyor.

“SEÇİMLER ÖNEMLİ AMA DİKKAT ŞART”

Seçim sonrası muhalefet cephesinde oluşan “31 Mart, Erdoğan rejiminin otoriterliğinin kalıcılaşmasının önüne önemli bir fren olacak!” değerlendirmelerine katılır mısınız? Fren metaforu hangi şartlarda gerçekleşebilir?

6’lı masa Türkiye için büyük bir felaketti. Çünkü 6’lı masa alternatiflerin oluşmasının engellenmesiydi. Bu 6’lı masanın temelinde şu yatmaktaydı: Biz de sizin kadar muhafazakarız, milliyetçiyiz, bizim de zaten herhangi bir demokrasi talebimiz yok gibi bir program geliştirmekteydi. İktidarın iflası derken sadece Erdoğan’dan, AKP’den bahsetmiyorum. 31 Mart’ı bir ret oyu olarak algılamak gerekiyor. Türkiye için artık zaten otoriterizm kavramını da kullanmıyorum. Yani doğrudan dolayı antidemokratik kavramını kullanıyorum. Fakat yani bu antidemokratik sistemin çökmesini ya da frenlenmesini beraberinde getirecek herhangi bir gelişimi şimdilik göremiyorum. Bu artık toplumsal muhalefetlere bağlı. Bu dediğim gibi demokratik alternatiflerin oluşmasına bağlı. Kendiliğinden olacak bir olgu değil. O yüzden de hem seçimlerin çok önemli olduğunu dile getiriyorum ama aynı zamanda dikkatli olmak gerektiğini de belirteyim.

“TEHLİKELİ SENARYO KAPIMIZDA OLABİLİR”

AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan ile CHP Lideri Özel’in görüşmesi, basına yansıyan kısmına göre iki taraf da görüşmeden memnun ayrıldı. Bu görüşmeyi nasıl yorumlarsınız?

İktidar blokunun daha medeni bir seviyeye daha medeni bir dile varacağını düşünmüyorum. Onun için de bekleyebileceğim özel bir olgu yok. Ama şu çok çok önemli: İktidarın meşrulaştırılmaması gerekiyor. Çünkü iktidar için meşrulaşma olgusu sadece seçimlerin kazanılması değil. İktidarın son on yıl boyunca içinde Türkiye’yi tümüyle felç ettiği, Türkiye’nin iç ve dış politikasında, Kürt meselesinde… Demokratik mücadeleler düzeyinde Türkiye’yi ve toplumunu yok eden bir iktidar olarak çıktı. Böyle bir iktidarın meşrulaştırılması oldukça tehlikeli bir senaryoyu da beraberinde getirebilir.

“DEM’İN BAŞARISI DEMOKRASİYE KATKI”

DEM bölgede aldığı belediye sayılarını arttırmakla birlikte gerek sandığa katılım gerekse seçmen sayısındaki artışa rağmen oy oranı konusunda düşüş yaşadı. Neden olarak, Kürt halkının Kürt sorununun demokratik çözümüne inancın azalmasından, parti içindeki tartışmalara kadar çeşitli faktörler sıralanıyor. Bölgedeki tablo için sizin gözleminiz ne?

DEM Parti’nin başarısı çok önemli. Çok büyük seçim hilelerinin yaşandığı koşullarda DEM önemli bir zafer kazandı. Şırnak, Bitlis, Kars, meselesi… Bununla birlikte DEM Parti, 6’lı masa prangasından kurtuldu. Kendi başına bir alternatif oluşturmayı Kürdistan’da becerebildi. Aynı zamanda kayyumlar atansa bile belediye başkanları en fazla bir ay belediyelerde kalabilse bile bu kendi başına çok önemli bir zafer. DEM’in batıda oy kaybetmesi çok önemli değil. Çünkü her halükarda Kürdistani bir olgu. DEM’in Türkiye’nin demokratikleşmesine çok önemli bir katkısı olabilir. Fakat bunun için Türk toplumunda, özellikle de Türk-Sünni toplumunda demokratik bir alternatif oluşması gerekiyor. Kürdistan şu anda sosyolojik olarak Türkiye’den tümüyle farklı, tümüyle farklılaşmış olan bir şey. Ve bunu son 15 yıldır görüyoruz. Farklılaşma hem kültür düzeyinde görülüyor, hem siyaset düzeyinde görülüyor, hem seçim düzeyinde görülüyor. Kürdistan’ın bu özelliğini göz ardı etmemek gerekiyor. DEM’in bunun ötesine geçebilmesi için, Türkiye’de bir alternatifin oluşması gerekiyor.

Seçim sürecinde yükseltilen “Yeni bir açılım sürecinin başlayabileceği” yönündeki iyimser yorumlar, seçim sonrası Kürt siyaseti cephesinde gücünü yitirse de, AKP çevrelerinde sürdürülüyor. Erdoğan ve ortağı Bahçeli hemen her gün ters yönde söylemlerde bulunmasına rağmen “Erdoğan kuruluş ayarlarına geri dönecek, Kürtlerin gönlünü yeniden kazanacak” şeklindeki yorumların sürdürülmesindeki maksat ne?

Bu konuda elimde bir bilgi yok. Şu çok açık: Genel olarak Kürt sahasını ele aldığınızda, özellikle Irak-Kürdistan’ında Türkiye’yle yeni bir müzakere sürecinin başlatılmasını isteyenlerin sayısı oldukça yüksek. Sanıyorum Batı çevrelerinde de özellikle 2023 cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra bu yönde bazı girişimler olabilir. Bir yığın tartışma ya da söylenti var. Fakat bu söylentilerin ötesine gidilir mi bilmem mümkün değil. En azından Irak Kürtleri arasında bu işlerin böyle gidemeyeceği Türkiye’nin muhakkak yeni bir açılıma ihtiyacı olduğunu söylemek son derece yaygın. Biden yönetiminde de birçok büyük ihtimalle böyle bir inisiyatif ya da teşebbüs olabilir. Hele özellikle eğer Biden yeniden seçilebilirse. Fakat tüm bunlara pek kulak asmamak gerekiyor. Çünkü bunlar şu anda söylenti düzeyinde. Bu söylentilerin senaryoya dönüşebilmesi mümkün mü, değil mi? Bunu kesinlikle bilemiyorum. Unutmamak gerekiyor Türkiye’de Erdoğanizmden bahsediliyor ve sanıyorum bu çok önemli bir kavram. Aynı zamanda iktidar blokunu ele almak gerekiyor. Bu iktidar blokunu ele aldığınızda onun içinde çok önemli bir şekilde MHP var, ulusalcılık var, diğer radikal milliyetçi akımlar var. Türkiye’nin paramiliter bir nitelik kazandığını unutmayalım. Yani bütün bu faktörleri gözden uzak tutmamak gerekiyor.  

“KÜRT SORUNU DA IRAK SORUNU DA BÖYLE ÇÖZÜLMEZ”

Erdoğan, Irak’a 12 yıl sonra ziyaret yaptı. Kalkınma yolunun hayata geçebilmesinin şartlarından biri olarak ifade ettiği “PKK’ye büyük operasyon”la ilgili de anlaşma yapacağı duyurulmuştu. Kalkınma yolu projesinin bölgedeki halklar için ifadesi nedir? Bu konuda neler söylersiniz?

Şu anda hem Türkiye, hem İran; hem Irak Kürdistan’ını genel olarak hem de Irak’ı neredeyse bir tutsak durumuna düşürmek istiyor. Yani nüfuz mücadeleleri ve kendi aralarında son derece itilaflı olan iki ülke bunları unutmamak gerekiyor. Kürdistan’ın oluşmasının engellenmesi, Kürtler arasında entegrasyonun olmaması çok büyük bir felaket. Kürtler arasında entegrasyon oluşmamasının en önemli nedenlerinden birisi Türkiye’nin ve İran’ın yüklü baskıları. Türkiye açısından kalkınma yolu, biraz GAP (Güneydoğu Anadolu projesi) meselesi gibi. GAP’ı unutmamak gerekiyor. GAP’ı hatırlarsak zaten ekonomik olarak entegrasyonunu sağlar ve ekonomi olarak milli sorunun açılmasını sağlar ve Kürtler bu şekilde Kürtlüklerini unuturlar. Sanıyorum burada da böyle bir perspektif var. Bunun bölgeye ne kadar faydalı olabileceğini kesinlikle bilemiyorum. Çin’in İpekyolu var, Türkiye buna kalkınma yoluyla cevap veriyor. Diğer bazı ülkeler de nüfuz mücadelelerini bu şekilde geliştiriyorlar. Hayır, bunların pek bir yere varabileceğini sanmıyorum. En azından Kürt meselesinin bu şekilde çözülemeyeceği, Irak meselesinin de bu şekilde çözülemeyeceği çok açık.

Erdoğan’ın, Irak’tan “PKK’yi yasaklı örgüt” olarak değil, “terör örgütü” olarak tanımlaması talebi gerçekleşmedi. Türkiye baskısına rağmen Irak’ı, PKK’ye karşı aktif bir operasyon içinde yer almaktan geri durduran faktörler neler?

Onu da pek bilemiyorum. Şu anda Irak’ın PKK’yi ortadan kaldırma gibi bir niyeti yok. Irak’ın Türkiye’nin nüfuzunu genişletmesini sağlaması için de bir neden yok. Şunu unutmayalım: Irak’ta her şeye rağmen en fazla nüfuza sahip olan ülke İran. Başta Haşdi Şabi İran’ın yönetiminde ya da İran’ın neredeyse doğrudan yönettiği bir güç. O yüzden kalkınma planıyla Türkiye’ye “Buyurunuz gelin, PKK’yi hatta Kürt yönetimini gerekirse ortadan kaldırınız” diyeceğini pek sanmıyorum. Fakat yani orada da Erdoğan’ın beklentileri neler? Erdoğan’ın ötesinde ordunun beklentileri neler, paramiliter güçlerin beklentileri neler? Buna İran nasıl cevap verir. Bu beklentilerle de gerçekler arasında çok ciddi bir uçurum olduğu açık.

“DERTLERİ KALKIP GAZZE’Yİ KURTARMAK DEĞİL”

İsrail’in Filistin’de yaptığı katliam, İran saldırısında da yaşandığı üzere bölgesel bir savaş olasılığını da içine alarak sürüyor. Netanyahu Hükümetinden saldırıların süreceği yönünde kararlılık açıklamaları gelmeye devam ediyor. Savaş, Ortadoğu’daki halklar için ne ve Filistin için ne anlama geliyor?

Her şeyden önce şunu hatırlayalım. 7 Ekim’i unutmamak gerekiyor. 7 Ekim gerçekten Filistin davasına vurulan çok çok büyük bir darbe oldu. Ve bu İsrail’in elini oldukça güçlendirdi. Fakat şu anda baktığımızda yenilgiler dışında hiçbir şey görmüyoruz. İsrail’in yenilmesi, yenilgi askeri olarak değil, siyasi, ahlaki bir yenilgi. İsrail’in kalkıp bu şekilde bir katliam siyasetini devam ettirmesi, aynı zamanda İsrail içerisindeki ırkçı radikal grupların hegemonik bir konuma ulaşması İsrail açısından çok büyük bir yenilgi. Filistin yenilmedi ama Hamas yenildi. Askeri açıdan bahsetmiyorum, çünkü sorun askeri değil. Rasyonalitenin bu şekilde ortadan kaldırılması, 1200 kişinin öldürülmesi, fakat İsrail’in nasıl bir cevap vereceğinin bile düşünülmemesi Hamas’ın çok açık bir ilgisizliğini beraberinde getiriyor. İran ve direniş cephesi olarak tanımlanan Şii güçler de yenildi. Orada da söz konusu olan askeri mesele değil. Çünkü onlar çok açık bir şekilde manipülatif içerisindeler. Ve İran bunu zaten çok açık bir şekilde belirtiyor, Hizbullah da: ‘Bizi Ortadoğu’da nüfuz olarak kabul ediniz Onun dışında bizim daha ileriye gitmemiz için hiçbir neden yok.’ Türkiye çok ağır bir ahlaki yenilgiye uğradı. İsrail’e ticaret kesilse bile bugün Hamas radikalizmini desteklemesinin ötesinde sözlü olarak destek ötesinde hiçbir noktaya varılmadı. Ve aynı zamanda Arap aleminde çok büyük bir yenilgi yaşandı. Yani şu anda artık İsrail gazeteleri açıktan yazıyor: İsrail’in Sünni eksenine katıldığını söylüyor. Arap alemindeki sessizliğe baktığımız zaman gerçekten çok büyük bir şaşkınlık içerisinde olmamak mümkün değil. Filistin tümüyle unutulmuş durumda. Uluslararası camiada öyle bir şey var mı, yok mu, onu da bilemiyorum. Hangi açıdan bakarsanız bakınız, çok büyük bir yenilgiyle karşı karşıyayız. Belki bu koşullarda yenilmeyen tek halk Filistin halkı. Genel olarak Filistin halkından bahsediyorum. Meşru bir davaya sahip olan bir halktan bahsediyorum. İç dinamiklerini sanıyorum, geliştirebilecek olan bir halk. Şu anda Filistin davasına sarılmak gerekiyor. Fakat onun dışında dediğim gibi yani manevra sahneleri gerçekten çok zorlu. Gazze tümüyle unutulmuş. Hiç kimsenin kalkıp Gazze’yi kurtarmak derdi olmadı.

Dünyadaki İsrail protestolarını, son olarak ABD’de başlayıp dünyanın başka üniversitelerine de yayılan öğrenci eylemlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Eylemleri izlemek gerekir. Bu eylemlerin Amerika kontekstiyle bir ilişkisi var. Aynı zamanda Fransa’ya da baktığımız zaman bir Fransız konteksti söz konusu. İslami cemaat içerisine belli bir radikalizmin oluşması ve bu İslami cemaat içerisinde oluşan hassasiyetlerin aynı zamanda Demokrat Partiye yakın olmasının getirdiği tepkiler var. Fransa’da tabii kolonyal mesele, kolonyal tarih onun getirdiği bir miras var. Fakat bu eylemler, eylemlere katılanlar kaç kişi bunlar neyi temsil ediyor? Genel olarak üniversite gençliğini temsil ediyorlar mı? Bu konuda gerçekten çok ciddi sorularım var. Mesela Fransa’ya baktığınızda Sciences Po Paris ve Sorbonne Üniversitelerinde bir direniş var. Bu eylemlere katılanların sayısı genellikle yüz kişiyi aşmıyor. Yani bu eylemler sayesinde kalkıp uluslararası arenada ciddi bir değişiklik olacağını ya da Batı demokrasilerinin İsrail siyasetini değiştireceğini pek tahmin etmiyorum. En önemli olan olgu şu anda Filistin’e dayanmak ve halkına güvenmek. Filistin’in kendi inisiyatiflerini geliştirmesi, kendi içerisinde yeni diller oluşturması, yeni alternatifler oluşturması, yeni diplomatik ve siyasi çözümler üretmesi gerekli. Filistin halkının kendi tarihinin öznesi haline gelmesi. Tarihe baktığınız zaman Filistin halkı hep nesne olarak görüldü. 1948’de İsrail oluştuğunda Filistin bir alternatif değildi, bir güç değildi, bir Filistin gücü yoktu. Böyle örgütsüz olan ve kendilerine çok güvenen Arap orduları birkaç ay içerisinde dağıldı. 1967’deki 36 Gün Savaşı’na baktığımız zaman aynı şekilde Filistin’in bir özne olmadığını, aynı zamanda Filistin adına konuşan Arap devletlerinin birkaç gün içerisinde döktüğünü görmek. Yani ve şu anda da dediğim gibi yani Filistin’de olup gelenler, Filistin’i nesne olarak gören Türkiye, Filistin’i nesne olarak gören bir İran ya da İran yanlıları Filistin’in özneleşmesi gerekiyor. Umuyorum bu özneleşmede maalesef çok güç şartlar içerisinde çok zor şartlar içerisinde kendi gücüne güvenmesi gerekiyor.

 

Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.

Önerilen Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.