02.11.2024
Ümit Aktaş, indyturk.com’da “Kuğunun Son Şarkısı” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yazıyı aşağıya alıntılıyoruz.
Bütün zayıflığımla geliyorum. Bütün korkularımla ama yenilenmiş sözcüklerin cesaretiyle.
Yüzümün rengini yitirdim çünkü, bir başka renkle, ölümsüzlere dair bir renge bürünerek yürüyorum kendi çölümde.
Bir okyanus arayarak geliyorum, derman olacak kuraklaşan göllere. Bütün ihtimalleri koklayarak ve bütün sularda yüzümü yıkayarak.
Bütün çoğulluğumla açım ve bütün vazgeçmişliğimle diri. Gölgelerden sıyrılarak, susturarak kölelerin çığlıklarını adımlıyorum yorgun bir halkın geleceğini.
Kanayarak, kan arayarak, kan bürümüş gözlere bakarak ve kanamış yaralara basarak ilerliyorum.
Hep iki ırmak var içimde gürül gürül akan. Biri iyiliğe öteki kötülüğe teşne. Dışarıdan asude gözüken suretime bakarak sanmayın ki kötülükleri aşmış, iyiliğe gark olmuş biriyim.
Oysa ne çatışmalar yaşanmakta, ne fırtınalar kopmakta içimde. Kıskançlıklar, ihtiraslar, arzular, korkular, süflilikler…
Bu halimle günleri nasıl akşam etmekte, ölümle yüzleşmeye nasıl cesaret etmekteyim, bilmiyorum.
Yazgının hayatı bir bıçak gibi keseceği o kertede nasıl bir ruh haliyle yürüyeceğim o büyük yargılama sahnesine; nasıl?
Yine de geride bıraktıklarımı sorgulayarak ve geleceğe açık yüreğimin esenliğiyle gün doğumunu bekliyorum:
Yaralarım sızlasa da sızlanmayan sözcükleri doluyorum dilime; umudumu hep bir sonraya saklayarak zorbaların yüzüne bakıyorum acımayla ve mazlumlara gülümsüyorum.
Kimsenin beklemediği yollara çıkıyor, kimsenin ummadığı düşleri görüyorum.
Umursamıyorum hiçbirini, korkularla dolu olsa da yüreğim.
“Bir taş at” demişti biri, “hiçbir şey bulamazsan.” Bense sözcüklerimi fırlatıyorum hiç beklenmeyen yerlerden.
Her birine fırlatacak bir sözüm var çünkü, bilgelerin ve ozanların avadanlığından alınmış ve ustalıkla yontulmuş sözcükler.
Kaviliğine güveniyorum kelimelerin, yarı yolda koymazlar düşüncelerimi diye.
Düş(ünce)lerimde ısınıyor ve sözcüklerimin şiirinde ışıyorum. Kimsenin aydınlatmadığı yollarda onların sesi ve ışığı ile büyüyorum. Yeni kavramlar yontuyorum hiçliğin ıstırabından.
Orada çınlayan ezilmişlerin seslerini duyuyorum çünkü kulağımı vererek geleceğe dair ihtimallere. Yoldaşlığına güveniyorum kendisini bir geleceğe adayanların.
Varsın hiç kimsenin görmediği o cennetsi iklimden taşıdığım kelimelere gülsünler, varsın deli desinler duyulmamış olanın büyüsüne. Ben o uzak iklimde yaşıyorum ve buradaki varlığımın ödünçlüğünü biliyorum.
Onun için umuda ayarlanmış bütün saatlerim ve o yüzden dolaşmıyorum şanlı tarihin dehlizlerinde.
Ben umudumu geleceğe saklıyorum. Değil mi ki yoldayım ve değil mi ki üzerine rikkatle basacağım sözcüklerle ilerleyen bir patikadayım.
Üstelik kendi açtığım, mekânı koklayarak ve tadarak zamanı açabildiğim bir ışıltının üstünde yol almaktayım. Belleğimi ışıtan da o işte, yürümekte olduğum gelecek.
Bütün umursuzluğumla geliyorum, uçurumların üstünden atlayarak. Yoksulların sararmış benizlerini öpüyor, yarım kalmış düşlerini onarıyorum.
Çarpıtılmış yüzlerine bir heyecan katarak, kalplerini kanatlandırarak sorguluyorum olan biteni varsıllardan yana. Ve kalpleri kararmışları üzünçle yâd ediyorum; bir son söz olarak.
Hiç kimsenin olmadığı bir geleceğe basarak adımlarımı hüznün diyarlarından geçiyorum sevince varmak için.
Ayaklarım dolaşsa bile dolaşmıyor dilimdeki o yalımlı sözcükler; yorulsam da, korksam da susmuyorum.
Olanca esrikliğimle yokluyorum geleceğimi. Dolaşan adımlarımın ve sayıklamalarımın arasında fısıldaşan o sesleri damıtmaya, çıkmazlarımı alt etmeye çabalıyorum.
Bütün silahlara tövbe etmiş cihadım bu benim; hem de kutsal metnin tanımladığı o büyük cihad ile zalimlerin yüreklerini dağlıyorum.
Ellerimi ise bir dirliğe saklıyorum. Yoldaşlarımın yüzünü yeniden yontmak ve oradan yeni ülküler derlemek için.
Bütün umutlarımı yoksunluğuma adıyorum. Bütün sevdiklerimi bağışlıyor bütün kabalıklarımdan af diliyorum.
Sonundayım vaktin çünkü. Her an çatallanan ve her an başka patikalar açan kalbimdeki tasavvurlarla yürüyorum ihmal edilmiş bir geleceğe.
Adımlarımı farklı ihtimallere bastıkça bölünüyor ve çoğalıyorum. Unuttuğum benliklerimden nedamet duyuyor ve olmadığım bir geleceği arzuluyorum.
Bütün geleceklerim beni bir başka iklime çağırıyor düşlerimden yonttuğum ve ama orada beni bir başka (ü)topya bekliyor. Tedirginliğimi hoş görüyor, umudumu diri tutuyorum.
Bütün beklenmezliğimle çalıyorum kapıları ve açılıyor o beklenmedik yolcu için kapılar sözcüklerin arasından süzülen; düşlerinden hülyalar yontan, yoksunlara umut dağıtan sözler, hem de vaktin vacibi olan.
Gülümsüyorum tedirginlere, yorularak bir hayra, şerre de gözümü kırpıyorum. Yanılsamalar içinde geçiyorum düşlerden ve gerçekliğin çölünü selamlıyorum.
Bütün vazgeçmişliğimle bekliyor, bütün kirlenmişliğimi duruluyorum ölü ozanların lügatçesinde.
Yoruluyorum sözlerimin yankısızlığından ve köklerimi toparlayarak yeni seferlere çıkıyorum.
Arzusunu yitirmiş iklimlerde can vermemek için yeni bir düşe dalıyorum, okyanusların buzlu sularına dalarmış gibi.
Benzi solgun çocuklar arasında yanıyorum bir meşale olabilmek için.
Kendimden vazgeçmemek ve düşlerimin arasında kaybolmamak için yeni suretlere bürünüyorum; farklı dillerde döllenmiş, farklı düşlerle berkitilmiş, farklı coğrafyalarda imbiklenmiş suretler.
Bütün iktidarların dışında sürdürülebilecek bir yolculuğu zorlarken, biliyorum ki asıl zorlanan, ırkçılaştırılmış toplumdur, örgütlenmiş zamandır, parsellenmiş coğrafyalardır.
Kalpleriyle Allah’a iman etmeye çalışırken akıllarıyla iktidarın zulmü karşısında sessiz kalan; bir gözü kör, bir kulağı sağır olan cemaatlerdir.
Bunların dışına açılmış o incecik yolda, geleceğin ufkuna raptederek kendimi ve kendi düşlerimin ayak izlerine basarak yürüyorum.
Karmaşık izler kalıyor geride, karmaşık düşlerden. Birilerinin belirlediği bir yolda yürümek yerine yolculuk ihtimalleri kalıyor hayallerimde.
Herkesin kendi yolculuğunu kendi düşleriyle sahihleştirebileceği bir ihtimaller sonsuzluğu.
Gelecek işte bu karmaşada gizlidir: iktidarların mülkleştirdiği ağların dışında; en dışta, olmayan yerde.
Biliyorum ki verili zaman çürümüştür ve sadece bir varolma parodisidir sürdürülmekte olan. O yüzden dikkatle bakmaktayım yüzlere, ölü ile diriyi ayırt etmek için.
Ve yoklamaktayım kendimi, diri miyim hâlâ diye. Bir insan nasıl düşler diriliğini muhtaç iken eskitilmemiş ümitlere?
Yüreğindeki yara izlerine basabildiğinde elbette. Her yürüyüşün bir acıyı sızlattığını bile bile kabuk tutmuş o izlerde yürüyebildiğinde.
Ve de umursamadığında kendisine şaşkınlıkla bakanlara, onmayan yollarda, patikalarda yürüdüğü için; kimin asıl şaşkın olduğu bilinmezken üstelik.
Mitlerim yok işte ve bu yüzden dönüp durmakta değilim tarihsel döngülerde. Yaralarımı sağaltıyor umudum ve diri tutuyor yüreğimi zalimlerin öfkeli bakışları.
Bırakın yurtlanmayı basmak için bile bir toprağa ihtiyacım yok. Ve de gizemli güçler değil aradığım, yardıma çağırdığım.
O sihirli patlangaçlar ve hatta nükleer silahlar da değil.
Hiçbirinin işe yaramadığını görmek için yeterince uzun değil mi insanlığımızın tarihi?
Kazananların kaybedenler olduğunu anlamak için birkaç savaş yetmekte değil mi?
Beni diri tutan ve ruhumu gülümseten, hiçbir kıyımın eskitemediği umutlar ve hiçbir bozgunun yenemediği düşlerim.
Hiç umulmadık yerde ve zamanda ışıyan tanrısal kayra ve bir dost sesi.
Uzaklardan da olsa gelen bir düşünsel esinti ve körlüğüme ilaç olan tinsel bir yetkinlik.
Şiirsel bir parıltı gibi ağan bir barış iklimi ve orada beliren insanlığımızın iyicilliği.
Hayat bundan daha fazlası değil; daha fazlası sadece bir çarpma işlemi.