Utanç Verici Bir İzleme Vesikası: Mehmet Akif’in Son Demleri ve Devletin Tutumu

04.01.2021

Kaderin hakkını veren insan, gün gelip saat çalınca, sakin sakin öz ve ebedi yurda dönen kişi olur. Ancak dünya çapında iki büyük dava adamı, son nefeslerini verirken, rejimin takip ve izlemesinden kurtulamadılar ve pek iç açıcı olmayan bir tablo içinde Mevlaya kavuşmanın dünyadaki sıkıntı ve eziyetlerini çekerek son nefeslerini verdiler. Bediüzzaman’ı başka bir yazıya bırakarak, biz bugün Akif’in son demlerini paylaşalım.

Her çağda, en büyük ve en ağır yük, uygarlığı yüklenenlerin omzundadır. Çünkü bütün yükler, o yükün bir yüküdür. Öldüklerinde şu dünyanın yükünü omuzlarından atar, hür ve ağırlıksız öteye geçerler.

Her asırda ancak bir iki ender örneği gelebilen insanlardan olan Mehmet Akif’in son demleri, polis ve emniyetin takip ve gözetimi altında rahatlık yüzü görmeden geçmiştir.

Karamsarlık ve umutsuzluğa batmış, adeta zamana küsmüş ve gelecekten hiçbir beklentisi bulunmayan bir psikolojik durum içindeki nesillere aşk, sevinç, yaşama ve yaşatma azmi aşılayan, saygı ve kardeşlik duvarlarını ören ve muhteşem bir medeniyetin yapısını yükseltme tutkusunu egemen kılan Mehmet Akif, ölüme yalnız gitmiştir.

Yıl 1920’i gösterirken, Anadolu’daki Milli Mücadele’ye destek için İstanbul’dan ayrılmıştı Akif. Düşman, vatandan çıkarıldığında, Ankara’dan İstanbul’a geri döner (1923). Abbas Halim Paşa’nın davetleri üzerine 1925 yılına kadar kışları Mısır’da, yazları İstanbul’da geçirir. 1925’in sonlarına doğru Türkiye’den Mısır’a gider, on bir sene de geri dönemez.

Peki çoğu insanın bildiği bu hadise nasıl gelişti?

Dindar kişiliğiyle öne çıkan Mehmet Akif, şapka kanunu sonrası bir zamanda vatanından ayrıldığı için “şapka kanuna muhalif” olduğu gibi iftiralara maruz kalır.

Araştırmalar bugün net bir şekilde gösteriyor ki Mehmet Akif Ersoy, kurtuluşuna gayret ettiği vatanının polisleri tarafından taciz edilerek, takip edilmesi başta olmak üzere meclisten uzaklaştırılması, işsiz bırakılması, bir emeklilik maaşının bile ona çok görülmesi gibi sebeplerden, yani özetle yaşam hakkının elinden alınmasından dolayı Mısır’a gitmiştir.

Mehmet Akif’in Mısır’da geçirdiği günlerinde ona maddi ve manevi destek veren en önemli isim, Said Halim Paşa’nın kardeşi Abbas Halim Paşa’dır. Mehmet Akif, oradaki ilk yıllarında inzivaya çekilir, Kahire’nin uzağında kalan Hilvan köyünde sessiz sakin bir hayat yaşamaya başlar.

Düzenli bir geliri olmadığından, mahalledeki kasaptan eczaneye kadar bütün esnafa borçlanmıştır. Dostlarından mizacı gereği utana sıkıla borçlar istemiştir. Farklı hatıratlardan yola çıkıldığında görülüyor ki, kendisine yardımcı olan Abbas Halim Paşa’ya da durumunu pek anlatmaz, ondan çok şey isteyemez.

Daha sonra (1929) Abdulvehhap Azzam isimli kültür insanı ve bilim adamı vasıtasıyla, haftanın iki günü Kahire’deki üniversitenin edebiyat bölümünde Türkçe dersleri hocalığını yapmaya başlar. Ayrıca Abdulvehhap Azzam’ın evinde birçok toplantılara katılır, Mısır’ın önemli insanları –ki aralarında Hasan el-Benna da vardır- Akif’i burada tanırlar.

Mehmet Akif Ersoy, ders vermek için şehrin merkezine gittiği haftanın iki gününde, çevrede okuyan Türk öğrencilerle görüşmeyi ihmal etmez. Sevgisinin en sağlam olduğu öğrenci ise, Yozgatlı İhsan Efendi’dir. Sonucu tartışma konusu olan Kuran-ı Kerim Meâli çalışmasını da İstanbul’a geri dönerken ona emanet eder.

Her ne kadar ardından “Türkiye’de kalıp direnebilirdi” diye eleştiriler yapılsa da böyle bir şeyin gerçekleşmesi durumunda bu ilk önce “İstiklal Marşı” ve “Safahat” gibi eserlere zarar vereceğinden ve tabii dönemin şartları açısından pek uygun düşmemektedir. Zaten sanatçının bir görevi de insanların hayatına yeni bir şeyler katmak, uyuyan irade ve azim gücünü uyandırmak, zorlukları yenmek ve onlara karşı koyma cesaretini canlandırmaktır. Akif, bunu fazlasıyla yapmış ve yerine getirmiştir.

On yıldan fazla süren Mısır dönemi, geçim sıkıntısı yanında; eşinin müzmin bir asabî rahatsızlığa müptelâ olmasının, çocuklarını arzu ettiği gibi yetiştirememesinin, vatan hasretinin ve İslâm âleminin perişan halinin kendisinde doğurduğu büyük ıstıraplarla geçer.

Kahire’de bulunduğu yıllarda Mehmed Akif, kendisini daima himaye eden Abbas Halim Paşa ile ailesi ve orada tahsilde bulunan Türk talebelerle teselli bulmaya çalışır. Abdülvehhâb Azzâm gibi Mısırlı ilim ve fikir adamlarıyla dostluklar kurar. Bu arada, 1933 yılı sonlarında Safahat’ın yedinci ve son kitabı olan Gölgeler’i Kahire’de bastırmayı başarır.

O, kurtuluşuna öncülük ettiği vatanından ayrı kalmanın burukluğu ile yaşıyordu. Yıllar 1935’i gösterirken Mehmet Akif, hastalığına iyi gelir düşüncesiyle Lübnan ve Antakya (Hatay) gezileri yapar. Fakat şifa bulamayınca vatan hasretiyle İstanbul’a geri döner.(1936).

Polis korkusu ve Mısır’a geri gönderirler endişesinden Mehmet Akif’i sadece on kişi karşılayabildi. Siroz ve kanser teşhisi konulan Akif, kendisine her daim destek olan Abbas Halim Paşa’nın Beyoğlu’ndaki Mısır Apartmanı’na yerleşir. Ömrünün son zamanları burada geçer.

Aşağıdaki vesikayı bir utanç belgesi olarak aynen buraya alıyoruz ki, insanlar bu büyük insanın, rejimin takibinden kurtulmadığını anlasınlar ve kendisine fırsat verilmeyen Akif’in kahramanlığını bir kere daha görmüş olsunlar.

Bu önemli belge, emniyet tarafından bir gazeteciye verilmiş, o da bunu günlük bir gazetede yayınlamıştı. Belgeyi bana yollayan değerli edebiyatçı ve kadir bilir ilim adamı Prof. Dr. Süreyya Beyzadeoğlu’na sonsuz teşekkürler…

Akif’i izlemek için İçişleri Bakanlığı, Emniyete emir veriyor, İstanbul Emniyeti de gizli bir telgraf şifresi ile bakanlığı bilgilendiriyor. Telgraf, şair Mehmet Akif’in kansere yakalandığını ve İstanbul’a döndüğünü, Maçka semtinde İzmir Palas apartmanında oturan Abbas Halim Paşa’nın kız kardeşi Prenses Emine’nin yardımıyla 19.6.1936 tarihinde Teşvikiye Sağlık Yurdu’na yatırıldığını bildiriyor. Belgede Akif’in Mısır’a dönmeyeceğini ve Türkiye’de kalacağını ziyaretçilerine söylediğinden kayıtla, büyük şairden “bu şahıs” şeklinde bahsediliyor. Kendisinin gözetim altında bulunduğu ve İstanbul’a dönmesinde başka bir maksat olup olmadığının araştırılarak sonradan rapor halinde bildirileceği yazılıyor. Telgraf şifresinin altında Vali Vekili H.Karataban imzası yer almakta.

Şaka gibi ama ne yazık ki Türkiye Cumhuriyeti’nin bir gerçeği… Sadece Türkiye için değil, Müslüman tüm uluslar için diriliş reçetesi sunmuş, evrenin nabız atışlarına ve hayatın kalp titreyişlerine kulak vererek düşünce ve duygularını kalın çizgiler ve hareketli nağmeler halinde müzikal bir eda ile anlatmış olan Akif, bu yurdun İstiklal Marşı’nın yazarıdır da aynı zamanda. Ve gördüğü muamele…

Önerilen Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.