Vahap Coşkun: Erzurum’a Yolculuk

13.02.2022

Vahap Coşkun, perspektif.online’da “Erzurum’a Yolculuk” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yazıyı aşağıya alıntılıyoruz. 

1825’te Rusya’da bir grup subay, anayasal düzeni hâkim kılmak, toplumsal adaleti sağlamak ve serfliği kaldırmak için Çarlığa karşı ayaklanır. Bastırılan ayaklanma sonrası yüzlerce kişi tutuklanır, suçlu bulunanlar Sibirya ve Kafkasya’ya sürgün edilir. İsyancıların en büyük destekçisi, Rus edebiyatının zirve isimlerinden Aleksandr Sergeyeviç Puşkin’dir. Puşkin’in yolunu Erzurum’a düşüren de, Kafkasya’ya sürülen dostlarının peşinden gitmektir.

14 Aralık 1825’te Rusya’da bir grup subay, I. Nikolay’ın taç giyme töreni esnasında Senato Meydanı’na çıkar ve Çarlığa karşı bir ayaklanma başlatır. Uzun süren savaşlar sırasında Rus köylülerinin dramatik haline tanık olan Çarlık karşıtı bu subayların gayesi, ülkede anayasal düzeni hâkim kılmak, toplumsal adaleti sağlamak ve serfliği kaldırmaktır. Ayaklanma, Aralık ayı içinde gerçekleştiği için, ayaklanmaya katılanlar ve ayaklanmayı destekleyenler, Rusçada “Aralıkçı” anlamına gelen “Dekabrist” olarak adlandırılırlar.

Dekabristler başarılı olamazlar. Ayaklanma bastırılır, yüzlerce kişi tutuklanır, suçlu bulunanlar Sibirya ve Kafkasya’ya sürgün edilirler. İsyancıların en büyük destekçisi, Rus edebiyatının zirve isimlerinden Aleksandr Sergeyeviç Puşkin’dir. Kendisinden ilham alan Dekabrstleri “arkadaşları, kardeşleri ve yoldaşları” olarak gören Puşkin, hayatının sonuna kadar onlarla sıkı bir ilişki içinde bulunur. Puşkin’in yolunu Erzurum’a düşüren de, Kafkasya’ya sürülen dostlarının peşinden gitmektir.

1828’de Puşkin, Erzurum seferine katılmak üzere Çar’a başvurur. Fakat mimli bir kişi olduğundan bu başvurusu “tüm makamlar dolu” denilerek reddedilir. Vazgeçmez Puşkin, gizlice yolculuk hazırlıklarına başlar. Çar’ın onu takiple görevlendirdiği istihbaratçılar bile onun yolculuğundan sonradan haberdar olurlar ve öğrendiklerinde derhal bölgedeki askeri otoritelere Puşkin’in “gözetim ve denetim” altında tutulması için emirler gönderirler.

 

Moskova’dan Erzurum’a uzun bir yol teper Puşkin; yolculuğu sırasında gördüklerini, duyduklarını, sohbetlerini, yiyip içtiklerini, kısaca hemen her şeyi not eder. 1835’te kitap olarak yayınlanmaları maksadıyla günlüklerini ve notlarını düzenler. Yazdığı önsöz ile birlikte, Puşkin’in yolculuk notları, 1836’da Sovremennik dergisinin birincisi sayısında yayınlanır. *

“Başka Bir Halk Mutfağında Bu Kadar Tiksindirici Bir Şey Olduğunu Sanmıyorum”

Yolculuğu zorludur Puşkin’in; gidebildiği yere kadar arabayla gider, sonrasında ya at sırtında ya da yürüyerek yolculuğuna devam eder. Bazen bir askeri birlikle birlikte hareket eder, bazen de tek başına yola revan olur. Coğrafyayı hayranlıkla seyreder, insanları inceler, eski ile yeni arasında karşılaştırmalar yapar.

Hamamların, banyoların, kaplıcaların hayatında önemli bir yeri vardır. Yol üzerinde konakladığı her ilde, her ilçede ilk olarak hamamın yolunu tutar. Kafkas kaplıcalarının şimdiki modern haliyle daha kullanışlı olduğunu kabul eder, ama eski doğal hallerini kaybettikleri için hüzünlenir. Tiflis’in hamamlarını sever, Erzurum’un hamamlarına lanet okur. “Erzurum hamamları Tiflis hamamlarıyla nasıl kıyaslanabilir.” (s. 81)

Yol boyunca pek çok harabeye rastlar. Vebanın kol gezdiği bir dönemde, bu amansız hastalıktan hayatını kaybedenlerin toplu mezarlarıyla karşılaşır. Bir köyde terk edilmiş bir minarenin gölgesinde, yitip giden bir köyün varlığına şahitlik eder. Evlere, sofralara misafir olur. Bir keresinde; tütün içerek dikiş diken genç bir Kalmuk kadının yanına oturur.

Tütün çubuğunu bana verdi ve kahvaltıya oturdu. Bir kazanda kuzu yağı ve tuzlu çay kaynıyordu. Bana kendi tasını uzattı. Reddetmek istemedim ve kokusunu almamaya çalışarak bir yudum aldım. Başka bir halk mutfağında bu kadar tiksindirici bir şey daha olduğunu sanmıyorum. Yemek için bir şeyler istedim. Kurutulmuş kısrak eti verdiler. O an bunu bulduğuma bile sevindim. Genç Kalmuk kadının işvelerinden korktum, hemen çadırdan çıktım. (s. 16-17)

“Çerkesler Bizden Nefret Ediyor”

Kafkas halklarına karşı oryantalisttir Puşkin. Özgürce dolaştıkları meralarından çıkarttıkları ve köylerini yaktıkları Çerkeslerin “bizden” (Ruslardan) nefret ettiklerini söyler. Gittikçe dağların derinliklerine çekilen ve saldırılarını oradan yönlendiren Çerkesler, Puşkin’in indinde fırsatçı, güvenilmez ve zayıfa karşı acımasız bir halktır.

Barışçıl Çerkeslerin dostluğuna güvenilmez. Her zaman asi kabile mensuplarına yardıma hazırdırlar. Gözü kara şövalyelik ruhunu yitirmişler. Kazaklarla eşit sayıdayken nadiren saldırırlar, piyadelere asla saldırmaz, top gördüklerinde ise kaçarlar. Bununla birlikte zayıf ya da savunmasız bir müfrezeye saldırma fırsatını asla kaçırmazlar. (s. 20)

Puşkin’in satırlarında Çerkesler, şiddeti ve zorbalığı özümsemiş bir halk olarak belirir. Kılıç ve hançer, onların vücutlarının doğal bir parçası sayılır; bebekleri daha kelimeleri sökmeden kılıç ve hançeri kullanmayı öğrenirler. Birini öldürmek, Çerkesler için işten sayılmaz. Fidye almak için canlı tuttukları esirlere insanlık dışı bir muamelede bulunmaktan kaçınmazlar. Esirleri ağır çalışmaya tabi tutarlar, çiğ hamurla beslerler, canları istediğinde döverler ve “tek kelime yüzünden onları küçük kılıçlarıyla öldürme hakları olan erkek çocuklarının yanına bırakırlar.”

Bu bölge onların vahşetleriyle ilgili söylentilerle dolu. Kırım Tatarları gibi silahsızlandırılmadan onları bastırmanın neredeyse hiçbir yolu yok. Fakat aralarında hüküm süren kalıtsal çekişme ve kan davaları sebebiyle bunun yerine getirilmesi son derece zor gözüküyor. (s. 20)

Peki, böyle bir halk nasıl yola getirilir? Puşkin, iki çare gösteriyor: İlki, Karadeniz’in doğu kıyılarını alarak Çerkeslerin Türkler ile olan bağlarını kesmektir. Puşkin, Türklerle irtibatı kopan Çerkeslerin Ruslara yanaşacağını düşünür. İkincisi de, onlara “İncil’i vaaz etmektir.” Puşkin’e göre; İslamiyeti kabul etmeleri Çerkesleri fanatikleştirmiştir; bundan kurtulmak için onları Hıristiyanlığa çekmek lazımdır. “Kafkasya, Hristiyan misyonerlerini bekliyor”dur.

“İnsanları Kınalı Tırnaklarına Bakarak Yargılamayacağım”

Kafkasya’da yaşayan hakların en yoksulunun Osetler olduğunu belirtir Puşkin. Kadınlarının çok güzel ve -duyduğu kadarıyla- “gezginlere karşı çok hoşgörülü” olduğunu söyler. Yol yapımında çalıştırılan esir Türklerin bir türlü Rusların kara ekmeğine alışamamalarına hayret eder. Yolda Fazıl Han adında bir Pers prensiyle karşılaşır. Doğulu bir prensin hoşuna gideceğini düşünerek, prensi abartılı ve şatafatlı bir şekilde selamlar. Fakat Fazıl Han oralı olmaz, doğal ve sade bir karşılık verince Puşkin, yaptığından yerin dibine girer.

Utançla tumturaklı bir üslubu bir yana bırakarak, olağan Avrupalı ifadeler kullanmaya başladım. İşte bizim Rus alaycılığımıza bir ders. Bir daha insanları kuzu postundan papağına (şapkası) ve kınalı tırnaklarına bakarak yargılamayacağım. (s. 27)

Tiflis’e vardığında soluğu halk hamamında alır. İhtiyar bir Pers olan hamamcı kapıyı açınca, Puşkin içeride kimisi yarı çıplak kimisi anadan üryan elli kadar kadının olduğunu görür. Hamamcı sakin bir şekilde “Bugün Salı, kadınlar günü, hadi gidelim” der ama Puşkin donakalır. Erkeklerin içeri girmesinin kadınlar üzerinde herhangi bir etki yaratmaması, herkesin o anda ne yapıyorsa yapmaya -giyiniyorsa giyinmeye, soyunuyorsa soyunmaya- devam etmesi onu şaşırtır. Kadınların bazılarını çok güzel bulur. “Fakat” der, “ihtiyar Gürcü kadınlardan daha itici bir şey bilmiyorum: Cadılar.”

O vakitler Tiflis, kozmopolit bir şehir; Puşkin, Gürcüleri neşeli, sosyal mizaçlı ve yiğit bir halk olarak tanımlar. Ama “zihinsel yeteneklerinin işlenmeyi beklediğini” de ekler. Ermeni nüfusun yoğun olduğu şehirde Ruslar kendilerini yerel ahaliden saymazlar. Askerler mecbur olduklarından, sivil memurlar ise yükselmek için buraya gelirler. Yani hem askeri hem de sivil Rus memurlar, Gürcistan’a “sürgün yeri” olarak bakarlar. Tiflis’te içme suyu kaynakları kısıtlı olsa da, o kadar çok şarap tüketilir ki, suyun azlığı sorun olmaktan çıkar.

“Şeytana Tapmadıkları İçin Onlar Adına Çok Sevindim”

Puşkin, çocukluğundan beri seyahate düşkündür. Rusya’nın uçsuz bucaksız coğrafyasında birçok yerde bulunur, ancak hiç ülkesinin dışına çıkmaz. Kars’a ayak bastığında ilk kez sınırı geçmenin heyecanını duyar. Kars’ta Rus trampetlerinin sesi karşılar onu. Bir Ermeni genci rehberlik eder ona. Kars Kalesinin ihtişamı onu büyüler; böylesine aşılması zor kayaların üzerine inşa edilmiş bir kaleye rağmen Kars’ı ele geçirmelerine akıl sır erdirmez. Kars Çayı’nın kenarına kurulmuş olan Rus askeri kampına katılır.

Kamp hayatını sever Puşkin, çadır uykusunun tahmin edilemeyecek kadar sağlıklı ve güzel olduğunu söyler. Erkenden kalkar, kampın içinde gezinir. Çok çeşitli bir topluluk vardır kampta, Puşkin’in ilgisini en çok “şeytana taptıklarına inanılan” Ezidiler çeker.

Ararat’ın eteklerinde bu inançtan yaklaşık üç yüz aile yaşamaktadır. Rus hükümdarının egemenliğini tanımışlardı… Bizzat bir Ezididen dinleriyle ilgili gerçeği öğrenmeye çalıştım. Bu adam sorularıma verdiği yanıtta, Ezidilerin şeytana taptıkları söylentisinin boş bir masal olduğunu ve tek tanrıya inandıklarını; onların inançlarına göre şeytanı lanetlemenin uygunsuz ve edepsiz bir davranış olarak kabul edildiğini; zira şu an bedbaht olsa da zamanla bağışlanabilir olduğunu; çünkü Allah’ın merhametine sınır koymanın mümkün olmadığını söyledi. Bu açıklama beni teskin etti. Şeytana tapmadıkları için onlar adına çok sevindim ve geri kalan kuruntuları benim açımdan artık daha bağışlanabilir göründü. (s. 57)

Kars’tan harekete geçen Rus ordusu, pek bir dirençle karşılaşmadan, 26 Haziran 1829’da Erzurum yakınlarındaki Akdağlara varır. Rusların hızla yaklaştığını öğrenen halk şehri teslim etmeyi konuşmaya başlar. Ama serasker ve askeri yetkililer, şehri savunmayı düşünürler. İçinde halktan temsilcilerin ve seraskerin bulunduğu bir heyet, Rusların kampına gelir, gün boyunca müzakere ederler.

Ertesi gün taraflar konuşurken şehrin siperlerinden Rus kampına ateş açılır. Başının üstünden birkaç mermi geçen Rus ordusunun komutanı Kont Paskeviç “Türklerin nasıl insanlar olduğuna bakın… Onlara asla güvenilmez” der ve emir verir; Rus topları devreye girer ve şehirden gelen ateş yavaş yavaş susar. 27 Haziran’da, akşam saat 6’da Rus bayrağı, Erzurum Kalesi’nde dalgalanmaya başlar.

Şaşırtıcı bir tablo sunan şehre girdik. Türkler, damlardan bize somurtarak bakıyorlardı. Ermeniler dar sokaklarda gürültüyle toplanıyorlardı. Oğulları atlarımızın önünde koşup haç çıkartarak Hristiyan! Hristiyan! diye bağırıyorlardı. (s. 71)

“Asya Lüksü Sözünden Daha Anlamsız Bir İfade Bilmiyorum”

Erzurum, o zamanlar, Asya Türkiye’sinin başkenti olarak kabul gören ve Avrupa ile Doğu arasındaki kara ticaretinin ana rotası üzerinde bulunan dönemin önemli şehirlerinden biridir. Puşkin, notlarında şehrin sert iklimine, ağaçsız ama verimli toprağına, dört bir yandan su kanallarıyla beslenmesine, alçak ve karanlık camilerine, tüm Asya şehirlerindeki tek ama bozuk saat kulesine yer verir. İstanbul’un başlattığı yeniliklerin henüz Erzurum’a nüfuz etmediğine değinir. Bulduğu manzara, çok kullanılan bazı ifadelerin doğruluğunu ve geçerliliğini sorgulatır:

Asya lüksü; bu sözlerden daha anlamsız bir ifade bilmiyorum. Bu deyim muhtemelen Haçlı Seferleri sırasında, zavallı şövalyeler şatolarının çıplak duvarlarını ve meşe sandalyelerini bırakarak kırmızı divanları, renkli halıları ve kabzaları renkli taşlarla bezeli hançerleri gördüğünde ortaya çıkmıştı. Günümüzde Asya lüksü yerine Asya yoksulluğu, Asya geriliği vs. denilebilir, fakat söz konusu lüks olduğunda bu kesinlikle Avrupa’ya aittir. (s. 73-74)

Erzurum’da iken Puşkin’e bir harem görmek de nasip olur. Esir alınıp Tiflis’e götürülen Osmanlı ordusunun komutanı Osman Paşa, Kont Paskeviç’ten Erzurum’da kalan hareminin güvenliğini sağlaması ricasında bulunur. Kont, bir askeri yetkiliyi Paşa’nın evine gönderir, kadınlardan herhangi gücendirici bir muameleye maruz kalmadıklarını öğrenmesini ister. Puşkin de, askeri yetkiliye eşlik etmek için izin alır ve onunla birlikte gider. Osman Paşa’nın evine vardıklarında, Paşa’nın babası onları misafir eder, kötü bir davranış görmediklerini söyler ve kadınlar adına Kont’a teşekkürlerinin iletilmesini ister.

Ancak Rus askeri, kesinlikle Paşa’nın haremindeki kadınların durumu hakkında bilgi sahibi olmak için geldiğini ve onlardan biriyle görüşmeden gitmesi halinde Kont’un buna çok kızacağını belirtir. Paşa’nın babası önce itiraz etse de, askeri ve Puşkin’i evin harem kısmına götürür. Paşa’nın annesi olan yaşlı bir kadın gelir, konuşmaya başlar ama Rus askeri “Biz kadınlarla konuşmaya geldik, onlardan birini getirin” diye ısrar eder. Bunun üzerine yaşlı kadın gider, bir dakika sonra kendisi gibi örtünmüş bir başka kadınla gelir. Çarşafın altından duyulan genç bir kadının hoş sesi, Kont’a minnettarlığını ifade eder.

Bu arada ben etrafıma bakınırken ansızın kapının hemen üstünde yuvarlak bir pencere ve bu pencereden merakla bize bakan kara gözlü beş ya da altı yuvarlak baş gördüm… Hepsi hoş yüzlerdi ama güzel olduklarını söyleyemem… Bay A. nihayet sorgulamasını bitirdi. Kapı kapandı. Penceredeki yüzler kayboldu. Bahçeyi ve evi gezdikten sonra elçiliğimizden oldukça hoşnut bir şekilde geri döndük. Bu sayede bir harem görmüştüm. Bir Avrupalı için nadir bir başarı. İşte size bir Doğu romanı için bir konu. (s.80-81)

Erzurum’da veba salgını çıktığını öğrenen Puşkin hemen oradan ayrılmaya karar verir. Kont, ona kalmasını ve gelecek olayların tanığı olmasını önerse de o bir an önce Rusya’ya dönmekte kararlıdır. Kont, ona bir Türk kılıcı hediye eder.

Onu, Ermenistan’ın fethedilen çöllerinde muhteşem bir kahramanın ardı sıra dolaşmamın anısı olarak muhafaza ediyorum. O gün Erzurum’dan ayrıldım. (s. 82)

Tahrifat ve Sansür

Kitabın çevirisine dair de bir not düşeyim, zira o da çok enteresan! Puşkin’in Erzurum’a Yolculuk kitabını daha önce Zeki Baştımar 1961’de ve Ataol Behramoğlu 1982’de Türkçeye çevirirler. Peki, iki kez çevrilmiş bir kitap, neden bir kez daha çevrilir? Yeni bir çeviri yapmanın sebebi nedir?

Çeviriyi yapan Fırat Sözeri, buna “her iki çeviride de bazı tahrifatlar bulunmasını” gerekçe gösterir. Hem Puşkin’e hem de inkâr edilen haklara bir saygının gereği olarak, Puşkin’in eserini tahrifatsız, sansürsüz ve tam metin halinde okuyucuya sunduklarını belirtir.

Sözünü ettiğimiz sansür ve tahrifat iki kısımdan oluşuyor: Birincisi özgün metinde yer alan Kürt sözcüğünün sansürlenmesi ya da tahrif edilmesiyken, ikincisi; Puşkin’in seyahatnamenin kitap olarak basımı için hazırladığı Ezidi Mezhebi Üzerine Not adlı kısmının Behramoğlu’nun çevirisinde yer almamasıdır. (s. 99)

Yaşarken de Çar’ın sansürüne karşı mücadele etmek zorunda kalan Puşkin’in, eserinin üzerinden yaklaşık iki asır geçmesine rağmen bir başka coğrafyada ve onun asla aklına getirmeyeceği bir sebeple hâlâ sansüre maruz kalması da ayrı bir garabet, ayrı bir acı.

Puşkin’inki de ne dolmaz bir çileymiş!

Aleksandr Puşkin; Erzurum’a Yolculuk, Çeviri: Fırat Sözeri, Töz Yayıncılık, Ankara, 2021.

Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.

Önerilen Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir