Vahap Coşkun: ‘Selçuklu Mezarlığı’

20.08.2021

Vahap Coşkun, serbestiyet.com’da “Selçuklu Mezarlığı” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yazıyı aşağıya alıntılıyoruz. 

Tatvan’dan Ahlat’a giderken, Ahlat’ın hemen girişinde bir mezarlık var. Mezarlık, Kültür Bakanlığı tarafından korumaya alınmış. Etrafı düzenlenmiş, içine yürüyüş yolları yapılmış. Girişine de “Ahlat Selçuklu Meydan Mezarlığı” tabelası asılmış. Ben de hem bu tabelayı hem de mezarlıktan birkaç fotoğrafı, “Selçuklu Meydan Mezarlığı Ahlat-Bitlis” diye yazarak paylaştım. İşte tartışma tam bu noktada patlak verdi.

Çok değil bir-iki gün kafamı dinleyeyim. Siyasi ve hukuki meselelere dalmayayım. Köşe yazılarından, makalelerden ya da kitaplardan az buçuk uzak durayım. Sadece gezeyim ve göreyim. Tarihi bir mekânı ve doğal güzellikleri keşfedeyim, onların tadını çıkartayım. Olur da bir-iki güzel kare yakalarsam onu paylaşayım, o da eşref saatime denk gelirse! Herhangi bir tartışmaya girmeyeyim.

Kendime verdiğim söz buydu. Ama niyet başka akıbet başka! Her karışında tartışma fışkıran memleketimde bir tartışmadan kaçınmak ne mümkün! Hiç beklemediğim bir anda kendimi sıcak bir tartışmanın içinde buldum. Hadise şu:

Ahlat’a gittim. Bitlis’e bağlı, Van Gölü’nün kıyısında çok güzel bir ilçe. Diyarbakır ile Ahlat arası, 267 kilometre; yani biraz zorlasan günübirlik ziyaret uzaklığında… Ama bugüne kadar, Van’a gidiş gelişlerde içinden geçsem de, burada durup adam akıllı gezmiş değildim. Hem bu kadar yakınken hem de birkaç kez fırsat çıkmışken Ahlat’ın altından girip üstünden çıkmamayı kendi ayıp haneme kaydettim.

Neyse, Tatvan’dan Ahlat’a giderken, Ahlat’ın hemen girişinde bir “mezarlık” var. Mezarlığı dolaştım. Dünya gerçekten fani, kimseye kalmıyor. Kendimize ve yaptığımız işlere çok büyük önem atfetmenin de bir mantığı yok. Kimler geldi, kimler geçti! O nedenle mütevazı olmakta, haddini bilmekte her daim büyük bir fayda var.

Ne zaman yolum bir mezarlığa düşse beni esir alan bu ve benzeri düşüncelerle mezarların arasında dolandım. Biraz muhasebe ve biraz ürpertiyle mezarlık alanının sonuna geldim. Mezarlık, Kültür Bakanlığı tarafından korumaya alınmış. Etrafı düzenlenmiş, içine yürüyüş yolları yapılmış. Girişine de “Ahlat Selçuklu Meydan Mezarlığı” tabelası asılmış.

Ben de hem bu tabelayı hem de mezarlıktan birkaç fotoğrafı, “Selçuklu Meydan Mezarlığı Ahlat-Bitlis” diye yazarak paylaştım. İşte tartışma tam bu noktada patlak verdi.

“Üretilmiş söylem”

Bazı dostlar, bu adlandırmanın gerçeğe tekabül etmediğini, çünkü bahse konu mezarlığın bir Selçuklu mezarlığı olmadığını yazdılar. Bitlis tarihi üzerine çalışan Baran Zeydanlıoğlu, “Selçuklu Mezarlığı” söyleminin üretilmiş bir söylem olduğunu ifade etti:   

“Selçuklu Mezarlığı’ söylemi yakın zamanda türetilmiştir. Gerçeği yansıtmaz. Mezarlık 2 bölümden oluşur. Hristiyan (Ermeniler) ve Müslüman diye. O taşlar, Türki boylar Orta Asya’dan gelmeden önce de vardı. Mimarisi Ermeni mimarisidir. Müslüman mezarlarında Kufi motifleri vardır.”

Zeydanlıoğlu’na sonradan sosyal medya üzerinden ulaştım ve bu konuya ilişkin daha fazla bilgi talep ettim. Sağ olsun, ek olarak aşağıdaki bilgileri de iletti:

“Ahlat’taki Müslüman Mezarlığı’nda mezarları bulunan Bitlis’in Kürd hükümdarlarından bazıları; Mir Ziyad, Mir Yavsi, Mir Kurduman (Karduman), Mir Adibar, Mir Kaytak, Mir Simban, Mir Şan, Mir Şemseddin, Mir Muhammed Rojki.

“Haçkar mezar taşları Ermenilere aitken, Kufi işlemeliler Kürd, Arap ve Farslara aittir. 11. yüzyılda gelen Türk/Türkmen ve Tatarlar da bu Müslüman Mezarlığı’na sonradan gömülmüşlerdir.”

Ermeni Mezarlığı, Ahlat, 1911 Foto: W. Bachmann

Zeydanlıoğlu, ayrıca “Atatürk” kitabının yazarı Lord Kinross’la alakalı bir bilgi de paylaştı. Kinross, 1951 yılında Van, Ahlat ve Bitlis’i ziyaret eder. Türkiye’nin çeşitli yerlerini gezerek izlenimlerini “Within the Taurus” adlı kitabında toplayan Kinross, Bitlis’e gelmeden önce Van’a, Akdamar Adasına, Tatvan’a ve Ahlat’a uğrar.

“Van’ın Kürd, Türk ve Ermeni tarihine dair detaylarını da yazan Kinross, ona refakat eden Türk gazetecinin Gevaş’taki eski bir Ermeni şapelini nasıl ’Selçuklu Kümbeti’ diye aktardığını ve Akdamar Adasındaki Ermeni kilisesinin de bir ’Yunan kilisesi’ olduğunu kendisine söylediğini belirtiyor. Deniz (göl) yolu ile Tuğ’a (Tatvan) gelen yazar orada Denizcilik İşletmesine ait otelde konaklıyor.”

Akabinde Vahdettin İnce bir mesaj yazdı ve mezar taşlarının Ermeni tarzı olduğunu belirtti:

“Mezar taşları Selçuklu-İran tarzı değil, Ermeni tarzıdır. Ermeni ustalar orada yaşayan Müslümanlar için yapmışlar. Mervani-Eyyubi ve Rojkan mezarları. Bu yüzden yokluğa terk edilmişti.”

İnce, daha ayrıntılı bilgi için iki de adres gösterdi: Sinan Hakan ve Abdullah Kıran. Ben de önce Sinan Hakan’ın kapısını çaldım. O da eksik olmasın, uzun bir bilgi notu gönderdi.

“Ahlat, Selçukluların bölgeye geldiği dönemde Mervani hâkimiyetinde etnik anlamda çok uluslu bir şehir idi. Ahlat ve Van Gölü havzasındaki mezar taşı geleneğinin Selçukluların Orta Asya’dan bölgeye taşıdıkları kültürel bir tarz olduğuna yönelik yaklaşım tarihsel anlamda sorunludur. Zira Gazne-Karahan’dan İran platosuna ve oradan bölgeye uzayan coğrafyada bu geleneğin taşındığına dair örneklere ya da bu tarzın bir prototipine rastlanmamaktadır. Başka bir ifadeyle bu geleneğin doğum yeri ve merkezi Ahlat’tır. Süphan Dağı’nın hakim olduğu coğrafyada ve Bitlis’teki taş malzemenin işlenmeye uygunluğu bu sanatın doğuşuna zemin hazırlamış, bölgenin çok uluslu ve çok kültürlü yapısı bu geleneğin zenginleşmesini sağlamıştır. Bölgedeki taş işçiliğinin köklerini İslam egemenliği öncesinde de var olan Ermeni haçkarlık sanatında görmek kabildir. (Haç=Haç, Kar = Taş)

“Öte yandan, Ahlat Meydan Mezarlığı ve diğer mezarlık bölgelerinde okunabilen taşlara bakıldığında çok az bir kısmı Selçuklu vasalı Sökmen (Atlat Şah, Ermen Şah, Şah-ı Ermen 1100-1207) dönemi olmakla birlikte kahir ekseriyetinin 1207’de başlayan Eyyubi dönemi ve sonrasına, özellikle Moğol egemenliği dönemine tarihlendirildiğini görmekteyiz. İlhanlı döneminde yani Moğolların İslamlaşması sonrasında sanat ve estetikte tüm Van Gölü Havzasında büyük bir medeniyet inkişafının yaşandığını, Timur devrinde de devamlılık arz ettiğini, bunun Ahlat’taki mezar taşlarına da yansıdığını görmekteyiz. Bu süreçte, bölgede 1300-1400 arasında hâkimiyet süren İzzedin Şir Hanedanının merkezi olan Vastan’da da Ahlat taş geleneğinin vücut bulduğunu görmek mümkündür.

“Mezarlığa ilişkin ‘Selçuklu’ nitelemesine gelince; hâkim sanatsal üslup ve tarzın, İran coğrafyasında şekillenen ve ‘Turan’dan ziyade ‘İranik’ bir renge sahip olan Selçuklu medeniyetinin zarafet ve estetiğini yansıtması hasebiyle bu niteleme ‘sanatsal kimliği tanımlama anlamında’ yanlış bir yaklaşım değildir. Selçuklu medeniyeti ve sanatı, dönemin Fars, Arap, Kürt, Ermeni, Türk kültürlerinin bir harmanı gibidir. Ahlat ve Van Gölü havzasındaki mezar taşı işçiliği, Selçuklu döneminde harmanlanarak oluşan bu kültürel estetiği 1400’lere kadar yaşatmayı başarmıştır.

“Fakat her ne kadar resmi literatürde cari bir yaklaşım olsa da sanatsal kimlik tanımlaması dışındaki bir ‘Selçukluluk’ nitelemesi tarihsel gerçeklikle bağdaşmamaktadır.”

Mezar taşları, Foto: Abdullah Kıran

Hakan’dan sonra Abdullah Kıran’ın kapısına dayandım. Abdullah Hoca, önce Bitlis tarihine ilişkin bir genel çerçeve sundu:

“Bitlis ve çevresi X. Yüzyılın sonlarından itibaren Mervani Kürt Devletinin egemenliğindedir. Mervaniler, Tuğrul Bey zamanında, 1050 senesinde Selçuklu hâkimiyetini kabul ederek Sultan Tuğrul adına hutbe okutur. Ancak Selçukluyu tanımalarına rağmen Mervani egemenliği 1085 senesine kadar devam eder ve bu dönemde Mervani bölgesine yönelik bir göç ve iskân politikası yoktur. İbn’ül Esir, Tuğrul Bey’in 1049-1050 yılında, Mervani Miri (Beyi) Nasruddevle’ye haber göndererek ülkesinde hutbeyi kendi adına okutması talebinde bulunduğunu ve Nasruddevle’nin de itaat ederek Diyarbakır yöresinde onun adına hutbe okuttuğunu yazar (Cilt:9, s.422). Yani Selçuklular fiili olarak bölgeye gelmeden Mervani ülkesinde onlar adına hutbe okunmuş. Mervaniler bölgeyi Büyük Selçuklu Devleti’ne tâbi olarak yönettiler.

“Sultan Melikşah zamanında, 1085 senesinde, daha önce Mervanîlere vezirlik yapmış olan Fahruddevle Muhammed bin Cehir kumandasındaki Selçuklu ordusu Mervani Devleti’ne son verdi. Böylece Bitlis ve çevresi Malazgirt Savaşı’na katılmış olan Dilmaçoğlu Mehmet Bey’e (ö. 1104) ikta edildi ve Dilmaçoğulları Beyliği kurulmuş oldu. Bu beylik, Togan Arslan (1104 -1137) zamanında, önce Anadolu Selçuklu Devleti’ne (I. Kılıçarslan, 1092-1107 zamanı), sonra Ahlatşahların kurucusu Sökmen el-Kutbi (1100-1111) zamanında Ahlatşahlar’a, daha sonra da Mardin Artuklu Devleti’ne tâbi olmuştur. Ahlatşahlar 1192 senesinde Dilmaçoğullarının Bitlis’teki varlığına son verdiler.

“Bu durumda Ahlat ve Bitlis 19 sene Büyük Selçuklu Devleti’ne, 3 sene de Anadolu Selçuklu Devleti’ne tâbi olmuş oluyor. Selçukluların Ahlat ve Bitlis yöresini fiili olarak ellerinde bulundurduğu dönem 21 yıl kadardır.” 

Arkasından da Ahlat’taki mezarlığın serencamını anlattı:

“Ahlat Mezarlığı, Mervaniler öncesi dönemden beri var olan bir mezarlıktır. Mervanilerin, Bedlis Beyliği’nin, Eyyubilerin, Osmanlı’nın bölge üzerinde egemen olduğu dönemlerde var olagelmiştir. Bölgede; en kısa süreli hâkimiyet ile Selçuklulardan söz edilebilir. Bir kere Bedlis Beyliği, kimi kısa kesintili dönemler olmasına karşın, yaklaşık 950-1000 yıl devam etmiştir.

“Bugün Selçuklu Mezarlığı denilen yer, tarihi olarak Meydan Mezarlığı ve Rojkî Mezarlığı olarak biliniyor. Rojkîler; Bedlis Beyliği’ni oluşturan ve Bilbasî gibi farklı kolları olan Kürt aşiretidir.  Selçuklu yöneticilerine ait birkaç mezar alanda bulunabilir; ancak Mezarlık bir Selçuklu mezarlığı değildir. Öyle anlaşılıyor ki, mezarlıkta farklı dönemlerde, farklı topluluklara ait mezarlar adeta üst üste yapılmıştır. Müslüman mezarlarının yanı sıra, Hıristiyan ve özellikle Êzidî Kürtlere ait mezarlar bu devasa alanda bulunabilir.”

Abdullah Hoca’ya göre, Selçuklu Mezarlığı adlandırmasının bir faydası, buranın korunma altına alınmasını sağlamasıydı. Eğer mezarlığa Selçuklu denmeseydi, büyük bir ihtimalle yokluğa tek edilirdi.     

“Gene de, tarihi Meydan Mezarlığı’nın ‘Selçuklu Mezarlığı’ adı altında korumaya alınmış olması ‘iyidir.’ Zira devletimizin, Kürt medeniyetine ait tarihi yapıları koruma politikası yoktur. Malabadi Köprüsü, ki ‘Malabadi’ Bad’ın evi (ülkesi) anlamına gelir ve Bad Mervani devletinin kurucusudur, ancak Artuklu’ya mal edildikten sonra koruma altına alınmıştır. Diyarbakır’daki Mervani Köprüsü (On Gözlü Köprü), Kürt medeniyetine ait olup da devletimizin koruduğu yegâne eserdir. Tabii gerçek adı değiştirilerek. Son olarak Türkçü; ideolojik tarihçilerimiz duymasın, Artuklular da Kürt’tür. Anadolu Selçuklularıyla karşı karşıya geldiklerinde, Eyyubi Kürtleri tarafından korunmuşlardır.”   

Mezar Taşları, Foto: Abdullah Kıran

İşin ehlinin söyledikleri bunlar; onların lafının üstüne laf söyleyecek halim yok.

Fakat başka bir şey söyleyebilirim. Ahlat, tarih içinde yüzen bir kent; mezarlığı, kalesi, kümbetleri, camileri, harabe şehri ile size attığınız her adımda tarihi yaşatıyor, tarihi solumanızı sağlıyor.

Fakat ne yazık ki, bu değerin hakkı verilmiş değil; sadece mezarlık koruma altına alınmış ama diğerleri adeta kaderine terk edilmiş. Çok üzücü! Bugün yaşayanların en önemli sorumluluğu, bu çok kıymetli tarihi eserleri gözü gibi korumak ve Ahlat’ı bir açık hava müzesi gibi incelikle düzenlemek olsa gerek.

Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.

Önerilen Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.