Vehbi Başer: Minnet Etmeden Yaşayan ve Eyvallahsız Göçen “Semitik Çığlık”

21.04.2024

Vehbi Başer, adaletedavet.com’da “Minnet Etmeden Yaşayan ve Eyvallahsız Göçen “Semitik Çığlık”” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yazıyı aşağıya alıntılıyoruz.

17 Ekim 2022 tarihinde Nuriye Özsoy ile gerçekleştirdiği söyleşide, “Neredeyse bütün bir hayatımı sosyolog olayım diye yaşamışım” diye (Nuriye Özsoy Youtube Kanalı, Vehbi Başer ile Farklı Bir Söyleşi – 1. Bölüm: Gençliği, Aydınlanma ve Türk Modernleşmesi Üzerine, https://www.youtube.com/watch?v=uAjQWTD5Ndg, 28:15.dk) özetleyen Vehbi Başer, gerek doğduğu Eskişehir’in Mahmudiye ilçesinin heterojen toplumsal mozaiğindeki karşılaşmaların gerekse ülkücü ve İslamcı hareketler içinde yaşadığı çatışma, çalkantı ve hayal kırıklıklarının yarattığı kaotik ve gerilimli şartların kendisini sosyolog olmaya zorladığı nev-i şahsına münhasır tutkulu bir şahsiyetti. Öyle ki ben de kendisini 1993’te Kırıkkale Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi ile Fen-Edebiyat Fakültesi’nin ilk kurulduğu ESO binasının giriş merdivenlerinde o meşhur davudî sesi, net ve tertemiz Türkçesi ile Kırıkkale şehri ve toplumsal yapısı ile ilgili derin sosyolojik analizler yaparken tanımıştım. 1993 yılı, kendisinin asistan olduğu Hacettepe Üniversitesi sosyolojide doktorasını tamamladıktan sonra Kırıkkale Üniversitesi sosyoloji bölümüne Yrd. Doçent, benim de Ankara Siyasal’dan mezun olduktan sonra aynı üniversitenin kamu yönetimi bölümüne asistan olarak başladığım yıldı. 1980’li yılların ikinci yarısından itibaren Ankara’da gitgide ivmesini artıran başörtüsü ya da başkaca insan hakları ihlallerinden kaynaklı üniversite öğrenci eylemleri ve birtakım İslamcı camia, örgüt, dernek ve vakıfların ilim ve faaliyet çeperinde Vehbi Başer ismine aşina idim ancak ciddi tahliller yaparken vakurlaşan, sohbet muhabbet yaparken kalender çelebi dervişe dönen, zaman zaman muzip acı bir tebessümle bakan, dost ve arkadaşı ile dertleşirken içinde yanan ateşin yalazı tüm çehresini kavuran yüzü ile ilk karşılaşmamdı.

Bir müezzin oğlu ve bir hoca kızı annenin dördüncü çocuğu olan Vehbi Başer, Vehbi ismindeki altı aylık iken ölen abisi sayılmazsa ailenin tek erkek son çocuğu olduğu için, kendi ifadesiyle söylemek gerekirse oldukça korunmuş, sevilmiş ve şımartılmıştı. Baba tarafından kökleri Balkan göçmenlerine, anne tarafından Trabzon Çaykara’ya dayanan Vehbi hoca, Eskişehir’in Mahmudiye ilçesinde dünyaya gelmiştir. Babasının vazifesi nedeniyle ilkokulun ilk dört yılını Eskişehir Sivrihisar’da okumuş sonra tekrar Mahmudiye dönerek beşinci sınıfı ve ortaokulu Mahmudiye’de bitiren Vehbi hoca, ortaokul döneminde bir sınıf arkadaşının etkisiyle ülkücü/milliyetçi bir yönelim içine girecekti. Ortaokul döneminde köy enstitüsü geleneğinden gelen ve ismi Hafizettin olan öğretmen ile çocuk kütüphanesinde görevli ismi Ülkü olan öğretmenin üzerinde çok etkisinin olduğunu anlatan Vehbi hoca, özellikle Cumhuriyetin “ülkü” öğretmen tanımına çok uyan, göçmen ve sarışın olan Ülkü öğretmenin çocuk kütüphanesinde bir “yamağı” gibi çalıştığını ve onun sayesinde o yaşlarda çok sayıda kitap okuduğunu zikretmiştir. Anne tarafından dedesinin Düzce’de ikamet ettiğini ve Mahmudiye’ye gelip gittiğinde ondan Kur’an’ın pek çok süresini öğrendiğini, ancak ciddi dini eğitimi müezzin olan babasından aldığını ve ilkokula başlamadan Kur’an’ı hatmettiğini ifade eden Vehbi hoca, anne baba tarafından oldukça dindar aile ortamıyla, evlerinin karşı sokağında bulunan çocuk kütüphanesinde görevli Ülkü öğretmenin dünyasındaki kitaplar evreni arasında nasıl gidip geldiğini ve yaşadığı gerilimi yukarıda linkini verdiğim Nuriye Özsoy’a verdiği mülakatta anlatmıştır.

Bu söyleşide anlatılanlara ilaveten Vehbi hocanın ortaokul, Tekirdağ ve Kocaeli’de geçen lise yılları ve Ankara’daki üniversite yıllarına ve sonrasına dair, son 7 yıldır Kocaeli’de neredeyse haftanın 2-3 günü sık görüşmelerimizde anlattıklarının ayrıntılarını kaleme almış olsaydım, 1970’li yıllardan 1990’lı yıllara kadar Türkiye’de ülkücü/milliyetçi ve İslamcı hareketin derin dehlizlerini, çatlaklarını, yönelimlerini, aktör ve aydınlarının literatüre ve kayıtlara geçmemiş arka plan gerçeklerine muhteşem ışık tutardı.  Neyse bu durum başka bahsin konusu. Ortaokul yıllarında ailede demokratların Hür Adam gazetesinin koleksiyonuna sahip olduklarını ve Tercüman gazetesine abone olduklarını anlatan Vehbi hoca, iyi bir gazete okuyucusu olmanın yanında o yıllarda çocuk kütüphanesinin de etkisiyle yoğun bir ansiklopedi okuyucusu olmuş ve bu sayede sorduğu sorular ve verdiği cevaplar ile öğretmenlerinin dikkatini çekecek ve ortaokulda sınıf cumhurbaşkanı seçilecekti. Ortaokul ikinci sınıfta çıkardıkları bir sınıf gazetesinin ilk sayısında Türkçe öğretmeni Leman hocanın verdiği ansiklopedi türünden kaynaklar ile bir yazı kaleme almış, ülkücü bir öğretmen gazetedeki yazıyı okuyunca çok etkilenmiş ve Vehbi hocaya, “Sen ülkü ocaklarını biliyor musun, gidip geliyor musun” diye sorduğunda hoca, “Ben zaten ülkücüyüm ancak daha küçüğüm” diye cevap verince, ülkücü öğretmen, “Yok yok sen bayağı kafalı bir çocuğa benziyorsun” diyerek Vehbi hocanın ülkü ocaklarına takılmasına vesile olmuştur. Vehbi hoca, Mahmudiye’de gittiği ülkü ocağının kütüphanesinde 80 kadar kitabın hepsini bir yaz tatilinde okuduğunu ifade etmiştir.  

Ortaokul son sınıfta girdiği parasız yatılı lise sınavları sonrasında eve gelen ilk kağıtla Tekirdağ Yatılı İmam-Hatip Lisesi’ni kazandığını öğrenmiş ve kazana kazana orayı mı kazanacaktım diye üzülmüş. Tekirdağ’da lise eğitimine başladıktan sonra sömester ya da bir bayram tatilinde Mahmudiye’ye döndüğünde, annesi üzüldüğünü görünce Vehbi hocaya, “Aslında sen başka bir yeri daha kazandın, babanla kayıt için Tekirdağ’a gittiğinizde postacı bir kağıt daha getirmişti, ben o kağıdı babana gösterince, ‘kaybet kaybet onu’ dedi” demiş. Vehbi hoca Ankara Beşevler Öğretmen Lisesi’ni de kazanmış. Ancak ne var ki Vehbi hocayı 1970’li yılların çatışma ve şiddet ortamından uzak tutmak isteyen müezzin baba, Vehbi hocanın Ankara’nın gözde öğretmen liselerinden birisi olan Beşevler Öğretmen Lisesi’ne gitmesine engel olacak ve daha korunaklı gördüğü imam-hatip lisesine gitmesine vesile olacaktı.

Vehbi hoca Tekirdağ İmam-Hatip Lisesi yıllarında milliyetçi ve ülkücü öğrenci hareketin önde gelen isimlerinden birisi olacak ve ülkücü teşkilat başkanlığı yapacaktı. Tekirdağ İmam-Hatip’te, kendi ifadesiyle, “abus çehreli ve sürekli öfkeli insanlar” olarak tarif ettiği meslek dersleri öğretmenlerinin dini, tasallut, zulüm ve çekilmez baskıcı çileye dönüştüren dil, söylem ve davranış kodlarına isyan edecekti. Okulda Necmettin Erbakan’ın Milli Selamat Partisi siyasi İslamcı geleneği ile bağlantılı ‘selametçi’ ve ‘milli görüşçü’ bazı meslek dersleri öğretmenler ve öğrencilerle kıyasıya bir rekabet ortamında mücadele eden Vehbi hoca, Tekirdağ’da da MHP ve ülkü ocaklarına takılsa hatta etkileyici hitabet ve derin analiz yeteneği ile seminerlerde konuşmacı olsa, çatışmalarda adam dövse, sopa yese de imam-hatip lisesinin üçüncü sınıfının sonlarına doğru, ülkücü teşkilat içindeki hamasete, slogana ve ‘vatan millet sakarya’ edebiyatına dayalı fikri derinlikten yoksun ve duruşsuzluk kaynaklı hayal kırıklıkları yaşayarak 1979 yılında ülkücü hareketten kopmaya niyet edecek ve bir arkadaşıyla birlikte sağlık kurulu raporu alarak imam-hatip lisesinin son sınıfını İzmit İmam-Hatip Lisesi’nde okumak için tayinini çıkartacaktı. Kocaeli’ye geleceği sıralarda, Tekirdağ’dan Kocaeli’ye güreş müsabakası için gelen bazı gençler, ülkücü teşkilat başkanımız İzmit imam-hatibe geliyor dedikleri için İzmit’in ülkücü teşkilat başkanı Vehbi hocayı görünce “hoş geldin gardaş” diyerek ülkücü tokalaşması ile karşılayınca Vehbi hoca, “kız tokası” adı verilen tokalaşma ile mukabelede bulununca, ülkücü teşkilat başkanı, “Bundan ülkücü teşkilat başkanı falan olmaz” demiş. Böylelikle İzmit’te ülkücü teşkilatla bağını koparmış olsa da aktivist ülkücü geçmişi peşini bırakmayacak ve 1980’in şiddet ve kavgalı ortamında ocaklarda nöbet tutmaktan sokakta çatışmaya kadar mücadeleye devam edecekti. Tekirdağ İmam-Hatip’te komünist edebiyat öğretmeninin hayatında büyük yeri olduğunu belirten Vehbi hoca, imam-hatibin son yılını Kocaeli’de bitirdikten sonra 1980 yılında Ankara İlahiyat Fakültesi’ni kazanacak ve 11 Eylül 1980’de fakülteye kayıt yaptırdıktan bir gün sonra 12 Eylül darbesi cereyan edecekti.

Vehbi hocanın Ankara İlahiyat’ın ilk yıllarında zaten terk ettiği ülkücü ve milliyetçi kimliği peşini bırakmasa, darbe sürecinin baskısı altında birtakım etkinlikler, eylemler ve seminerlere iştirak etse de ülkücülüğün bir fikir hareketi olmadığına dair tereddütleri daha da güçlenecekti. Fikri olarak terk ettiği ülkücülüğü çevre ve hareket olarak da terk etmeye başlayacaktı. Özellikle ikinci sınıfın sonundan itibaren fakültenin ülkücü abilerine, “Ben artık bu işlerden uzaklaşıp kendimi akademik olarak yetiştireceğim ve akademik çalışma yapacağım” diyerek üçüncü sınıftan itibaren kendini daha çok teorik çalışma, okuma ve öğrenme sürecine verdiğini anlatan Vehbi hoca, bir taraftan da 1983 yılından itibaren fakültede baş gösteren başörtüsü yasağının etkisiyle ne yapılabilir diyerek fakültede o dönemin her İslami camia ve gruptan farklı düşünüş ve eyleyişte olan kişilerle tanışacaktı. Dönemin özellikle mealci, siyasal İslamcı ya da radikal İslamcı öğrenci grupları ile tanışma ve Ankara’da onların karşı kutbunda yer alan sol ve Marksist örgütlerden öğrencilerle tartışma süreci Vehbi hocanın İslami bakımdan hem teorik hem eylem repertuarı bakımından farklılıkları anlama ve bir arada yaşama pratiğinin oluşmasında çok etkili olacaktı. İşte o süreçle birlikte Vehbi hoca sosyolog olmaya karar verecek ve bu doğrultuda okuma ve öğrenme sürecine girecekti. Yukarıda bahsettiğimiz gibi Vehbi hocanın içinde yer aldığı toplumsal koşullar sanki onun sosyolog olması için yaşanacaktı. İlahiyatın üçüncü sınıfından itibaren Vehbi hocanın daha çok etkileşim içinde olduğu sınıf arkadaşları, bugün isimleri çok iyi bilinen ve 1990’lardaki İslami bilgi birikiminde etkileri büyük olan İlhami Güler, Hidayet Şefkatli (Tuksal), Ömer Özsoy ve Adil Çiftçi gibi isimlerdi.

Vehbi hoca 1985 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun olduktan sonra çalkantılı ve dolu dizgin yaşamının da etkisiyle daha fakültenin ilk yıllarında sosyoloji alanında uzmanlaşmaya karar verdiği için 1986 yılında Hacettepe Üniversitesi’nde sosyoloji bölümünde asistan olmuştu. Aynı bölümde asistan olan ve sosyoloji alanında doktora yapan Alev Erkilet ile hayatını birleştiren Vehbi hoca, alan araştırmasına dayalı olan doktora tezinde ölüm ve sosyal davranış ilişkisini çalışmıştı. 1993 yılında Ankara Üniversitesi’nde tamamladığı doktora tezinin başlığı “Ölümle İlgili Sosyal Davranış Örüntülerinin Değişmesi” idi. 1993 yılında Kırıkkale Üniversitesi sosyoloji bölümüne öğretim üyesi olarak başlayan Vehbi hoca, üniversitenin kurucu rektörü Beşir Atalay’ın bölümünde olduğu için ilk yıllarda rektörün prensi gibi üniversitede ve bölümde çok önemli yükümlülükler altına girmiş, bir süre bölüm başkanlığı yapmış ve çok etkin roller üstlenmişti. Kırıkkale Üniversitesi üzerinden lisans üstü öğrenim görmek üzere YÖK ve MEB tarafından yurt dışına gönderilen lisans üstü onlarca öğrencinin yıllarca danışmanlığını da yürütmüştü. 2000 yılında uygulamalı sosyoloji doçenti olmuş ve 2005’e kadar görev yaptığı Kırıkkale sosyoloji bölümünde derin çağıldamalar içinde akademinin kaypak, direngen ve ihanetlerle dolu çehresiyle de ilk mücadelesini yapmıştı.

1996’da bitirdiği, “Ortadağu’da Modernleşme ve İslami Hareketler” başlıklı doktora tezinden sonradan 1997’de Kırıkkale Üniversitesi Sosyoloji bölümüne Yrd. Doçent olarak atanan Alev Erkilet Başer hocanın tezi, 28 Şubat 1997 post-modern darbenin tüm Türkiye’deki travmatik etkisini ilkin Kırıkkale Üniversitesi’nde göstermesinde adeta kötüye kullanıldı ve araçsallaştırıldı. Doktora tezi, Ortadoğu’daki İslami hareketlere rağmen İslam devriminin başka yerlerde değil de neden İran’da gerçekleştiğinin toplumsal, tarihsel ve siyasi nedenlerine ilişkin  Ortadoğu‘daki İslami hareketler ve modernleşme ilişkisi yanında İran İslam devrimini tetikleyen İslami örgüt ve hareketleri de inceleme ve analiz kapsamına aldığından, İslamcı ve muhafazakar bir gelenekten gelen Kırıkkale Üniversitesi Rektörü Beşir Atalay ve Kırıkkale Üniversitesi’nin 28 Şubat’ın siyasal İslam’a, Müslümanlara ve başörtüsüne yönelik karşıtlık ve düşmanlığının ilk tasfiye ve baskı yeri olarak bir bütün olarak İrancı, Hizbullahçı ve irticacı olarak suçlanmasında en önemli araç olarak kullanıldı. 

Tez, Vehbi hocanın bana anlattığına göre, özellikle bilimsel  yöntemin dizaynı noktasında Vehbi hocanın büyük katkısının olduğu, Alev hocanın siyasal ve toplumsal teori ve yaklaşımlar ile kavramsal çerçeveyi çok iyi oturttuğu, bilimsel verilere ve dokümanlara dayalı hamaset ve ideolojik yanlılıktan uzak mesafeli objektif derinlikli bir inceleme ve analiz değeri olup Ortadoğu’daki modernleşme ve İslâmi toplumsal hareket ve örgütleri anlamada işlevsel bir değeri olması gerekirken ve Batı’da bu tür eserler kült eser sayılırken, 28 Şubat’ın karanlık ve soğuk darbe sürecinde pek çok şey gibi böylesi bilimsel bir eserin de suiistimal edilerek İran İslam Devleti, Hizbullah ve İslamcı hareketlerin propagandasını yapıyormuş şeklinde manipüle edilerek kullanılması, o dönemde Kırıkkale Üniversitesi’nde akademisyen olarak çalışan Vehbi Başer ve Alev Erkilet Başer’in çiftinin üzerine, tüm Türkiye’den önce 28 Şubat bombasının düşmesine neden olacaktı. O dönemde Başer çifti, büyük baskılara maruz kalıp ciddi travmalar yaşayacaklardı. Tez ve sonradan aynı isimle kitaplaştırılan bilimsel çalışma da gerekçe gösterilerek Kırıkkale Üniversitesi’nin irtica yuvası, Hizbullahçı ve İrancı olduğuna dair itham ve suçlamalar o dönemin büyük ve havuz gazetelerinin manşetlerini süsleyecekti. Hatta ilkin tezin konusu ve sonradan kitabın arka kapağındaki Humeyni vb görseller manşetlere taşınarak süreç içerisinde Kırıkkale Üniversitesi Rektörü Beşir Atalay rektörlükten azledilecek ve Beşir Atalay’ın almış olduğu akademisyenler üzerinde baskı ve mobbing kurulacak, akademisyenlerin bir kısmı atılacak, birçoğu dağıtılacak ve geri kalanların neredeyse tamamının hak ettikleri kadro ve benzeri özlük hakları uzun yıllar verilmeyecekti. Rektör Beşir Atalay tasfiye edildikten sonra, dönemin YÖK Başkanı Kemal Güriz’in rektör atadığı Tahsin Nuri Durlu ve devamı yönetimler Kırıkkale Üniversitesi’ndeki bu baskı ve korku yönetimini uzun yıllar sürdüreceklerdi. Bu süreçte atıldığı için işsiz kalıp intihar eden akademisyen arkadaşımız olduğu gibi psikolojik ve bedensel hastalık ve rahatsızlıklara kapılan arkadaşlarımız oldu. Bu süreçte Alev Erkilet Başer hoca da sancılı süreç soruşturma ve kovuşturma sürecinin sonucunda 2000 yılında kamu görevinden çıkartılacaktı. 28 Şubat 1997 post-modern darbe sürecinde İslamcı ve İslami yaşam tarzına göre hareket eden mütedeyyin insanlar ‘şubat soğuğu’nda üşürlerken, Başer çifti şiddetli soğuğun korunda kavrulacak badireler atlatacak ve bedeller ödeyeceklerdi.

Vehbi hocanın 1990’lı yılların sonlarından başlayarak 2005 yılında Kırıkkale Üniversitesi’nden ayrılarak Balıkesir Üniversitesi’ne geçmesine kadarki sürede Kırıkkale ve Ankara’da gerek özel hayatına gerek kamusal hayatına dair yaşadığı derin acılar, travmalar, ihanetler, ahde vefasızlıklar, ıstıraplar, kaybedişler ve savrulmalar hocanın geri kalan ömründe izi silinmesi oldukça zor derin yarıklar oluşturacaktı. Tüm akademi camiasının, toplumsal ve sivil grup ve oluşumların gıpta ile baktığı, bilgi ve birikimleriyle akademik ve ilmi çevrelerde hayranlık uyandıran, üniversite öğrencileri ve okumuş eğitimli muhafazakar çevrelerce takip edilen çok sevilen Vehbi Başer ve Alev Erkilet Başer çiftinin, derin yaşanmışlıklar ve travmalar sonrası 2000’li yılların başında ayrılma süreci, Vehbi hocayı derinden sarsacaktı.

‘Vehbi’ (Tanrı’nın kuluna lütfettiği, doğuştan gelen yetenek/kabiliyet) ismiyle müsemma her daim Tanrı vergisi/armağanı düşünme ve konuşma yeteneğini ‘kesbi’ bilgi birikimi ile taçlandıran Vehbi hoca, hiçbir kimseye, otoriteye, makama, çıkara, paraya, ilişkiye minnet etmeden tüm yaşamını bilmeye, araştırmaya, sorgulamaya ve anlamaya adamış ‘tutkulu’ bir  ‘düşünür’dü. Nasıl bir ‘tutku’ ile içten içe yandığını görmek istiyorsanız Vehbi Başer şiirlerindeki çarpıcı derin metaforlara bakabilirsiniz. Kelimenin tam anlamıyla ‘düşünür’ derken, az ve öz metinlerindeki paradigma kırıcı, yapısökümcü, en dibe nüfuz edici, derinleri eştikçe yeni kavram ve yaklaşım doğurtucu sembolik ve soyutlamacı diline, kavramlar üzerinde düşüncelerini raks ettiren doğal ve doğaçlama haline göz gezdirirseniz neden ‘düşünür’ ifadesini öylesine değil, hak ettiğini idrak edebilirsiniz. Az yazdıkları yanında bir tür “suskunluk fragmanları’ haline gelen yazmadıklarını/yazamadıkları üzerinden, youtube konuşmalarına ve sosyal medya paylaşımlarına bakıldığında ne demek istediğim daha iyi idrak edilecektir. Keskin kavrayış ve ifade gücü, muhteşem belagat ve hitabeti, cemal ve celadetinde bile nezaketi elden bırakmayan rikkati, yoğun düşünüş biçiminde kelime ve kavramların başını döndürecek tarzda sıra dışı gerçeklik kurgusu ve en önemlisi de bireysel ve toplumsal düşünme ve araştırmanın usul ve metodolojisine gösterdiği azami dikkat ile Vehbi hoca, yılların getirdiği tortuları üzerinden atıp disipline olup yazabilseydi dünya çapında adından söz ettirecek bir düşünür olması hiçten bile değildi.       

Vehbi Başer, sağlığında hak ettiği itibarı bir türlü verilmemiş, kadri kıymeti bilinmemiş namuslu bir kalemdi. Küçük büyük çıkarlara eğilmedi ve asil duruşunu bozmadı. Muhafazakar ve İslamcı camia, dernek, vakıf, medya, aydın, akademisyen, üniversite ve siyasi oluşumlar üzerinde büyük etkisine rağmen hep vefasızlık görmüş ve sadakatsizlik yaşamış çelebi derviş kalenderi bir asil duruşa sahip entelektüeldi. Vehbi Başer demek, kendi ifadesiyle tutkulu ve arzu dolu insan demekti. Vehbi Başer demek çıkarsız, ivazsız, hesapsız ve kitapsız ilişki biçimlerine girmek demekti. Vehbi Başer demek, bireyi toplumsalın karmaşık ilişkileri ağı içinde anlama ve yorumlama yeteneği demekti.

30 yılı aşkındır tanış olduğum ancak son 7 yıldır Kocaeli Üniversitesi’nde bulunmamız hasebiyle neredeyse haftanın en az 2-3 günü geçen yoğun birlikteliğimizde sabahlara kadar kendimizden geçen derin sohbet ve muhabbetlerimizde ümidini hiç terk etmese de benim bazen, “Hocam, üstadım çok derin, etkileyici ve sarsıcı fikirleriniz ve yaklaşımlarınız var. Facebook’un kadir kıymet bilmez seviyesiz çöplüğünde anlaşılması mümkün olmayan derinlikli paylaşımlarla kendinizi tüketeceğinize bunları sistematik bir araya getirecek bir öğrenci yardımıyla atıflı ilmi makalelere dönüştürmenin gayreti içinde olsanız ya da şöyle yapsanız dünyadaki sosyolojik yaklaşımlarda yeni bir çığır açarsınız” ya da “Vehbi abi sizi çok seviyorum, değerinizin bilinmesini, takdir edilmesini istiyorum, bilim ve toplum camiasının senden daha çok istifade etmesini arzu ediyorum, ne olur abi sigarayı biraz azaltsan” türünden sözler ettiğimde, “Ah Ademciğim ah canım hocam ah! Ben bu dünyaya kaybetmeye gelmişim” türünden özel ve kamusal hayatındaki travmatik süreçlerin verdiği ağır ızdırap ile zaman zaman kahır ve sitayişle mukabelede bulunurdu. Kolay değildi. Hem Kırıkkale Üniversitesi camiasındaki arkadaş ve dostlarının çoğu ile Ankara ve İstanbul gibi merkezlerde iktidarın açtığı mekan ve mecralarda makam, mevki, para ve kariyer peşlerinde koşan eski arkadaşı ve dostu olan muhafazakar ve İslamcıların çoğunluğu, duruşu olan mesafeli muhalif ve eleştirel kimliği haiz Vehbi hocanın çığlığını, çıplak uyarısını duymuyordu. Vehbi hoca, kendi haline terk edilmişti adeta. Bu süreçte Vehbi hoca büyük bedeller ödemiş, içindeki yangın bir türlü hidayete ermemiş ve yalazı kesilmemişti.

Aslına bakılırsa bir bakıma Vehbi Başer ismi semitik çığlığın resmiydi. Vehbi Başer, yılların birikiminin, beyin sancısının ve derinlikli düşünüş krizinin semeresi olarak son yıllarında insanlık tarihinde tanrı-krallara, sömürüye, adaletsizliğe başkaldırışın hikayesi olarak ele aldığı ve insanlığın maneviyat havzalarından Semitik havzada konumlanan kutsal Semitik ruhun İbrahimi peygamberler geleneği vasıtasıyla beşeri vicdanda yankılanan Semitik çığlığın antropolojik tahayyüle dayalı dekonstrüksüyonunu (yapı sökümü) yapıyordu. Bu konuda Vehbi hocanın farklı platformlarda konuştuğu youtube videolarına bakılabilir. Aslında hocanın bu çabası, tarihsel Semitik ruhun, Vehbi Başer daemonik vicdanında, günümüz seküler ya da kutsal despotizmlerine, lider kült eksenli tapınma mekanizmalarına, sömürü ve adaletsizliğe dayanan zulüm ve baskı rejimlerine, okhlokratik rejime (ayak takımı, sürü rejimi) dayalı popülist tahakküm biçimlerinin ürünü olan bayağılaşma, adileşme ve sürüleşmeye karşı bir haykırışın ve başkaldırışın yankılanması idi. Başka bir deyişle tarihsel Semitik ruh, Vehbi Başer’in vicdanında yaşadığı an ve toplumun kötülüklerine, tiranlık biçimlerine, hukuksuzluk ve zulümlerine karşı duruşun beşeri çığlığı ile ete kemiğe bürünüyordu. 

Tüm bunlara rağmen ve 2011 yılında ameliyat olduğu prostat kanserinin son yıllarda büyük sıkıntılarıyla boğuşsa da Vehbi hocanın muzip bakışlı neşe hali yüzünden hiç eksik olmazdı. Didaktik anlatı, darb-ı mesel ve hikayeleri anlatırkenki heyecanı, tutkusu ve sözlerinin berraklığı mest olmaya değerdi. Teorik, kavramsal ve soyutlamaya dayalı düşüncelerini aktarırken veciz ifade tarzı keskin zeka ve kavrayış gücünün ürünü idi. Teorik konuları bu kadar asaletle ve vakur bir biçimde tutku ile anlatan az entelektüel tanıdım.

Vehbi hocanın o kadar travmatik yaşanmışlıklara rağmen son ana kadar yaşam dolu enerjisinin, ümit, heyecan ve tutku ile bakışının belki de en önemli kaynağı, 2008 yılında hayatını birleştirdiği ve ölümüne kadar Vehbi hoca için adeta bir şifa, rahmet ve lütuf olan Ayşegül hocaydı. Bir öğretmen olan Ayşegül hoca, Vehbi hocamın yaralarını sarmış, onun hastalıkla boğuşan en zor zamanlarında bir bebek gibi sarıp sarmalamıştır. Tüm bunları yakından gören bir insan olarak Vehbi hocamın kalan ömründe ne kadar şanslı olduğunu hep kendisine söylerdim. O da bu durumdan çok mutlu idi ve sözlerimden mesut olurdu.

Bu arada Vehbi hocamın 40 yıllık dostu ve abisi olan Fikir Coğrafyası youtube kanalı kurucusu Adnan Tekşen abinin, az yazan Vehbi hocayı yüreklendirerek youtube kanalında bolca programa çıkarması, yazdırması ve konuşturması çok yerinde olmuştur. Ayrıca Vehbi hocanın son aylardaki hastalık sürecinde Adnan abinin manevi desteği, en son Mart 2024’te Vehbi hoca Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde yatarken Ankara’dan kalkıp gelerek refakatçi olması unutulmazdır. Bu vesileyle, Vehbi hocanın son yıllarında hep yanında olduğunu bildiğim, onu anlayan ve değerini idrak eden “hay hay grubu” olarak kendilerini kodlayan dost ve arkadaş grubunu ve Fikir Coğrafyası ekibini de tebrik ederim. İyi ki vardılar. Hep var olsunlar. Yine Vehbi hocanın Kocaeli’deki getir götür işlerini yapan, hocanın ürün alımından teknik alt yapıya kadar işlerini çözen, ihtiyaç olduğunda Vehbi hocayı arabayla bırakıp alma konusunda katkılarını hiç esirgemeyen Kocaeli Osmanlı Halı sahibi Kasım Yıldırım’ın Vehbi hoca saygısı sonsuzdu. Bölümümüzde Vehbi hocanın asistanı olarak görev yapan Barış Çölgeçen’in Vehbi hocanın kötüleşmeye yüz tuttuğu son aylarda hastanede refakatçi olmaktan derslerine girmeye, hocayı araba ile taşımaktan bazı işlerini halletmeye kadar yaptıkları Vehbi hocanın hem teorik derinlikte hem de pratik yaşamın insani boyutunda nasıl kaliteli bir öğrenci yetiştirdiğinin karinesidir. Vehbi hoca, öğrencileri ve öğrencilerin çalışmaları üzerine çok titizdi. Saatlerce, günlerce öğrencinin yazdıklarını öğrenci ile birlikte okur ve öğrencisi ile gücü ve vakti yettiği sürece saatlerce zaman geçirirdi.

Eğer uygun ve kaliteli bir doktora öğrencisi ya da asistan kardeşimi bulursam Vehbi Başer’in yaşamını, düşüncelerini, Türkiye’nin son 50 yılının toplumsal ve siyasal değişim ve dönüşümüne bizzat şahit olmuş, bunları yorumlamış entelektüel bir beynin sosyolojik çalışmalarını, din sosyolojisi ile ilgili yaklaşımlarını az olan metin ya da konuşmalarından çıkaracak bir tez çalışması yaptırmak niyetindeyim. Umarım başarırım. Son olarak Cengiz Sunay’ın sözüyle ifade etmek gerekirse, Türk sosyolojisinin “Mavi gözlü devi” bunu hak etmektedir. Ruhun eserlerinde şâd olsun aziz kadim üstadım…    

 

Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.

Önerilen Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir