Nur Vergin: Beyaz Türk Cephesinde Paradigma Değiştiren “Farklı” Bir Ses

02.03.2021

‘Bu laikliği daha çok konuşacağız…’

Bu cümleyi kullanan kişi, bir süre önce vefat eden sosyoloji profesörü ünvanı ile uzun yıllar akademide çalışmış bulunan Nur Vergin Hoca idi.

Hoca bu cümleyi, Doksanlı yıllarda Ankara’da yapılan bir sempozyumda kullanmıştı. Sempozyumun konusu ‘Müslüman İmajı’ üzerineydi.

Yukarıda alıntıladığımız ‘Bu laikliği daha çok konuşacağız…’ cümlesini sarf eden Nur Vergin, aynı zamanda aile saikiyle Beyaz Türk katmanında ve cumhuriyet kadroları içerisinde bulunan bir aileye, çevreye mensuptu.

Birçok kişinin, böyle bir cümleyi kullanamadığı bir ortamda, hem de laiklik taraftarı bir cenahtan bir insan kalkıp böyle bir cümle kurup kullanabiliyorsa, bu en başta cesaret işi idi.

Bu cümleye bağlı olarak Nur Vergin’in, İslam’ın kendi bağlılarına öngördüğü bazı ibadetlere sıcak bakması ve bunların bir kısmını da mümkün mertebe yerine getirmeye çalışması, işin rengini az da olsa değiştiriyordu.

“Hatırladığım kadarıyla kendisinin doktora bitiminde veya doçent olduktan sonra bir (belki şükür) kurban kesmeyi düşündüğünü, bunun için de fakültedeki bir hizmetliye kimsenin bilmemesi için gizlice söyleyip kestirdiğini anlattı. Eminim ki, bunu etrafı/bulunduğu ve geldiği ‘mahallenin baskısı’ndan çekinerek yaptığını ifade etmekteydi. Yine kaldığı evde Kur’ân dinlerken, gelebilecek tepkilerden dolayı, yüksek sesle dinlemediğini aktardı. “(Bayram Ali Çetinkaya, Mahalle(ler) arasındaki yalnız Nur Vergin, Milat Gazetesi 26.1.2021)

Çetinkaya devamında; “Bahsettiğimiz bilim insanı, Cumhuriyet Türkiye’sinin kurucu kadrosuna uzak olmayan Batı’da, Fransa’da Sorbonne Üniversitesi’nde doktora yapmış, önceki eğitimini orada tamamlamış akademisyen ve entelektüel Nur Vergin’di.” İfadesini de ekliyor. (Bayram Ali Çetinkaya, Milat Gazetesi, a.g.m. 26.1.2021)

Nur Vergin Kimdi?

Vergin 21 Eylül 1941’de İstanbul’da doğdu. Paris’te Sorbonne Üniversitesinde sosyoloji eğitimi aldı. 1973’te Türkiye’ye döndü. Çeşitli üniversitelerde öğretim üyesi olarak görev yaptı. Siyaset, kimlik ve din sosyolojisi alanlarında çalıştı. 18 Ocak 2021’de İstanbul’daki evinde 80 yaşında ölü bulundu ve Merkezefendi Mezarlığı’nda toprağa verildi. (Wikipedia)

“Nur Vergin, Atatürk’ün yakın arkadaşı ve Selanik’ten çocukluk arkadaşı olan Nuri Conker’in oğlu Diplomat Mahmut Conker’in kızı olarak 1941 yılında İstanbul’da doğar. Babası ile annesinin, o beş yaşındayken ayrılmaları, babasının İstanbul Park Otel’den atlayarak intihar etmesi, Nur Vergin’in büyük ihtimalle bütün hayatını etkiler. 

Dedesi Nuri Conker, Mustafa Kemal’e ‘Kemal’ diye hitap eden tek kişidir. Annesinin ikinci eş olarak evlendiği ve kendisinin soyadını aldığı bir başka diplomat Cevat Paşa da son halife Abdülmecit Efendi’nin yakınlarındandı. Dolayısıyla Nur Vergin Osmanlı ve Cumhuriyet’in birleştiği bir soyu ifade etmekteydi. “ (Bayram Ali Çetinkaya, Milat Gazetesi, a.g.m. 26.1.2021)

Bayram Ali Çetinkaya’ın ifadesiyle “Osmanlı ve Cumhuriyet’in birleştiği bir soyu” ifade eden bir kişi, sonuçta kendi şahsında, bir bütünlük içerisinde “geçmişi, günü ve geleceği” beraberinde taşıyıcı rolüyle hem avantaj ve hem de dezavantajı bir arada bulunuyordu.

Böyle bir kişi, ailesi, çevresi ve içerisinde bulunduğu şartlar mucibince kullanacağı cümlelere de azami dikkat göstermeliydi, bir açıdan…

Şöyle ki, atalarının da içerisinden gelmiş bulunduğu geçmişi tümden ya da kısmen de olsa, Kabul edecek olsa, bugün ve olası gelecek ona bu hakkı vermeyecekti. Zira eğer elde bugün varsa, bu, geçmişin tümden inkârı sonucu idi.

Vergin, böyle bir şeyi yapmadı; o, yeri geldi, laikliğinde konuşulması gerektiğini belirtti, çoğu kez kendi evinde Kur’ân dinledi, gizlice kurban kestirdi.

Bunu yapan bir kişi, içerisinde çıkıp geldiği sınıfın da mensubu bulunduğu laikliği tümden redetmiyordu ise de, laikliğin, konuşulması, hatta daha çok konuşulması gerektiğini vurgulamış ise, bu kişinin laiklik anlayışı, Kemalist zümrenin katı jakoben tarzına değil, laikliğin esas doğuş yeri ve “özüne uygun” bir şekilde harfiyen uygulandığı Batı’nın öngördüğü anlayışa uygundu, diyebilirdik.

Vergin bununla kalsa iyiydi, bir de hem siyaset uzmanı ve hem de Türkiye insanını yakından tanıdıktan sonra, bir röportaj vesilesiyle kendisine sorulan bir soruya binaen ‘AK Parti 10 yıl daha iktidarda kalır’ ifadesi nedeniyle ‘mahalle’si tarafından büyük bir aforoza uğramıştı. Dikkat buyurun; 12 Eylül referendum sonrası süreçte-şu ya da bu sebeplerle- oluşan siyasal ortamda, Vergin, ‘AK Parti 10 yıl daha iktidarda kalır’ demiş olmasıydı, o çoğu kesim tarafından pek ciddiye alınmaz, hatta AK Partici olarak yaftalanır ve hem de bu yaşından sonar AK Parti’den bir beklentisi mi var, ya da AK Parti, hemen her ortamı kullandığı gibi, bu durumu da mı kullanıyor?” sorularına muhatap olunabilirdi. Ve bu günümüz açısından anlaşılabilirdi.

Ama Vergin, her iki kişiden birisinin oyunu alan, aldığı ve hem de her kesimin umudu olduğu, umudunu yitirmediği bir dönemde (2008) ‘AK Parti 10 yıl daha iktidarda kalır’ ifadesini kullanmıştı.

O, bu ifadesiyle dahi aforoza uğramıştı. Hele şimdi olaydı; O, aforoz üstüne aforoz yerdi

Günümüze bakmadan söylersek, ona aforozu uygun gören çevre, bir türlü iktidar yüzü görmeyen, hep muhalefette kalan –iktidar olmaktan ise nedense sakınan- ama buna rağmen elde tuttuğu Kemalizm silahıyla topluma nizamat vermeyi kendine görev bilen Kemalist zümre, bugünde olduğu gibi, dünde aynı durumda idi.

Bu manzaraya bakıldığında Verginlerin işi zor olsa gerek!

Paradigma Değiştiren Sosyolog…

Batı’da olduğu gibi Türkiye örneğinde laik sol çevrelerin, Marksist jargon gereği vurgulamaya çalıştığı; ‘eski usül iktisadi ve toplum yapısına yönelik olarak sanayileşme ve toplumsal değişim, dinden bağımsız olarak seküler bir emele oturtulursa, kapitalistleşmenin yolu açılır ve toplum oradan da sosyalizme ve daha sonra ise, ulaşılması gereken komünist topluma ulaşır öngörüsü (ya da saplantısı) ülkemizde Ereğli örneğinde bir işe yaramamış; Ereğli’de sanayi ortamında çalışan, çoğu da çevre köylerden gelen insanlar, sanayileşmenin yanında hayatlarının merkezine sekülerleşmeyi değil de Müslüman toplum olmaları hasebiyle camii’yi koymuşlardı.

Halk şöyle demişti seküler zevata; “Sanayiye, üretime evet, ama din/İslam olmadan asla!”

Halkın, burada sekülerizmi değil de dindarlığı öne alması, ama buna koşut olarak da saniye evet demesi, bir paradigmayı yıkmış, yerle bir etmişti!

Böyle bir çalışmanın Nur Vergin tarafından yapıldığını biliyoruz. “Yaptığı araştırmalar ve yazdığı kitaplar akademik ve siyaset dünyasında tartışmalara sebep olur. ‘Ereğli’ araştırmasıyla sanayileşmeyle birlikte toplumsal değişimin yavaş olduğu tezini, tersine çevirerek bunun hızlı bir değişeme sebep olduğunu ortaya koyar. Araştırmalarında bu değişim sürecinde en önemli sığınak olarak dinin öne çıktığını gözlemler. Sorbonne’nda verdiği ‘Sanayileşme ve Toplumsal Değişme, Ereğli Örneği’ teziyle bilinenin aksine sanayileşmenin kentleşme ve sekülerleşmeyi değil, aynı zamanda dindarlığı da artırdığı sonucuna ulaşır.” (Bayram Ali Çetinkaya, Paradigma Değiştiren Sosyolog Nur Vergin, Milat Gazetesi, 4.2.2021)

Vergin hoca, Ereğli deneyimi ile ilgili olarak şu ifadeleri kullanıyor; “Doktora tez konusu ve hazırlama sürecinde ulaştığı veri ve sonuçları kısaca Nur Vergin şöyle özetlemektedir: “Son derece pozitivist varsayımlarla Karadeniz Ereğlisi’ne gittim ve iki sene üçer ay köylerde kaldım: Madem sanayileşme gelmiş, o halde burada iyice örf, adet, din kavramları artık aksesuar olmuştur varsayımıyla… Ama ne göreyim, tam tersine, sanayiden önce orada mevcut olmayan bir tarikatlaşma ortaya çıkmış. Fransa’ya döndüm. O kış boyunca İslam, tasavvuf ve tarikatlar üzerine araştırma yaptıktan sonra tekrar Ereğli’ye gittim.

Vardığım sonuç şuydu: Kalkınma, sosyal grupları memnun ediyor ama aynı zamanda değerler sistemini de darmadağın ediyordu. Eskiden doğru bildiklerinin yanlış olduğunu görüyor, yanlış bildikleri şeyler de birdenbire doğru olarak karşılarına çıkıyordu. İnsanoğlu böyle dönemlerde neye yönelir? En iyi bildiği şeye, dine. Çünkü o bir sığınak, onu himaye edecek, bu kapitalist sanayi toplumunun dehşetengizliğine karşı. Oradan hareketle bir de baktık ki meğerse dünyanın birçok yerinde böyleymiş.” (Bayram Ali Çeinkaya, Milat Gazetesi, a.g.m. 4.2.2021)

Seküler ve Marksist saplantıda bulunan ve sözde Türkiye toplumu üzerinde sayısız sosyolojik deneme yapan ve çalışmalara imza atan birkaç sosyolog, birkaç siyaset bilimci vb. böyle farklı bir sonuca ulaştılar

Bir elin parmak sayısı kadar ancak!

Süleyman Arslantaş’ın, Vergin Hoca ile ilgili anlattıkları…

“Onun samimi ifadelerinden bir kısmını paylaşmak istiyorum. Özetle Hoca: ‘Süleyman Bey! Ben bir Hariciyeci  kızıyım. Ömrümün önemli bir kısmı ülkemden uzaklarda, elçilik resepsiyonlarında vs. de geçti. Yıllarca dinimin ve ezanın hasretiyle yandım-tutuştum. Türkiye’ye geldikten sonra inanır mısınız neredeyse yıllarca İstanbul’da sabah ezanını dinlemek için ezan vaktine kadar uyumadım. Kurban Bayramlarında kurban ibadetimi kimselere duyurmadan yerine getirmeye çalıştım. N’olur bizlere anlayışla yaklaşın. Bırakınız yılların hasretini gidereyim. Hatırlatmalarınıza her ne kadar tepki göstersem de Kur’an’ı bu hatırlatmalar ışığında bir daha, bir daha okuyacağım.’ Doğrusu Hoca’nın bu konuşmasından sonra ben de üzüldüm. Bir başka üzüntüm de bu tür olaylar ya da insanlar karşısında dini anlatan ya da anlatmaya çalışanların merhametle ve dürüstlükle davranmalarıdır. Ne var yani adam gibi Kur’an ne diyor, Peygamber ne yaptı bunları anlatsanız olmaz mı?” (Süleyman Arslantaş, Nur Vergin Hoca’nın Ardından, Hertaraf.om, 25.1.2021)

 

Nur Vergin’in, Süleyman Arslantaş’a anlattığı, bizimde iktibas ettiğimiz yukarıdaki ifadeler, 22-23 Ekim 1993’te Trabzon’da düzenlenen Birinci İslami Düşünce Sempozyumu’nda ‘Din ve Demokrasi’ başlıklı bir tebliğ vesiyesiyle verilen arada; Vergin hocanın Süleyman Arslantaş’ın “din ve demokrasi farkına dikkat çeşmesi” üzerine dile getirilmiştir.

 

‘Demokratik yönetim biçiminin özünü teşkil eden halk egemenliği ilkesi, şimdi zikrettiğim muhafazakâr yoruma göre, kuşkusuz Kur’an’dan neşet eden sosyal felsefeye yatkın değildir.’…  ‘Hiç şüphe yok ki, egemenlik Allah’a aittir. Fakat bendeniz Kur’an-ı Kerim’de kendi idrakıma göre yapmış olduğum okuma uyarınca görmüş bulunuyorum ki, dünyevi hayata dair ve özellikle dünyevi hayatın kamu alanını, siyasal alanı düzenleyen pek fazla hüküm yok. Dolayısıyla küçük-cüzi irade bizlere bırakılmış bulunuyor. O halde her ne kadar Kur’an-ı Kerim’de demokrasi öngörülmüyorsa da onu yadsıyan bir hükme de rastlamak bendenizce mümkün olmadı. “(Birinci İslami Düşünce Sempozyumu sh. 221-223 Beyan Yayınları)

 

Süleyman Arslantaş adı geçen sempozyumda, verilen öğlen arasında Nur Vergin ile konuya dair konuşmalarını şu şekilde dile getiriyor; “Müzakere oturumunun son konuşmacısı idim. Benden sonra öğle arası verildi. Nur Hoca o arada etrafına toplanan gençlerle hararetli bir şekilde sohbet ediyor. Konu benim konuşmam sırasında demokrasiyi bir din olarak ifade etmem etrafında odaklanmış gözüküyor. Ben de çay içmek için aynı ortama doğru yöneldiğimde gençlerden birisi ‘İşte hocam Süleyman Arslantaş geliyor.’ dedi.  Hoca: ‘Süleyman Bey lütfen gelir misiniz?’ dedi ve ben de sohbet ortamına dahil oldum. Hoca’nın ilk sorusu: ‘Sen demokrasiye nasıl din dersin?’ oldu. Ben de kendilerine: ‘Hocam demokrasiye ben din demiyorum, İslam öyle diyor.’ Hoca hayretle: ‘Aaa biraz önce sen söylemedin mi? Demokrasi bir din diye.’ ve ardından: ‘Ali B. bize Kur’an’ı okuttu. Böyle bir şeyden bahsetmedi ve Kur’an’da da senin ifadene benzer bir ifadeye rastlamadık.’ Kendilerine: ‘Hocam! Siz, Kur’an’da Hz. İbrahim ile Nemrut, Hz. Musa ile Firavun, Hz. Muhammed ile Kureyşliler arasındaki ihtilafı okumadınız mı? Allah, sizin de tebliğiniz de ifade ettiğiniz gibi egemenlik bana ait diyor.” (Süleyman Arslantaş, Nur Vergin Hoca’nın Ardından, Hertaraf.com, 25.1.2021)

Süleyman Arslantaş,  yazısının sonunda, haklı olarak 19 Ocak’taki cenaze namazına Cumhurbaşkanı’nın katılması oldukça önemli. Zira O, Cumhurbaşkanı sıradan iş olsun diye katılmadı o cenaze namazına. Muhakkak ki benim Nur Hocayla yaptığım özel sohbetteki konulara Tayyip Bey’de vakıf. Bu vesileyle ötekileştirici-dışlayıcı yaklaşımlarımızı lütfen gözden geçirelim. Allah Nur Vergin Hocamıza inanç ve amelince muamele etsin. Zira gerçek hakikati bilen O’dur.” (Süleyman Arslantaş, Nur Vergin Hoca’nın Ardından, Hertaraf.com, 25.1.2021) Diyerek bir gerçeğe dikkat çekmektedir.

 

Biz de Vergin Hoca için, Rabbimiz rahmetiyle, merhametiyle ve ameliyle muamele buyursun diyoruz…

Her şeyin en iyisini Allah(c.c.) bilir.

 

Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.

 

Önerilen Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.