23.02.2021
Tanıtımını yapacağım bu kitaplar; “acaba artık İslam diniyle ilgili fikirsel ve yaşamsal yolculuğumun sonuna mı geliyorum” diyerek zihinsel bir tıkanma ve bunalım yaşadığım bir dönemde, beni o noktadan alıp “asıl yapmam gerekenler yeni başlıyor; düşüncemi geliştirmek ve hayata dair her anlamda iddia koymak için en iyi yol, İslam’ı temel almamdır” noktasına getirdi. Bu yüzden bunları tanıtma ihtiyacı duydum ki, okurlar arasında yaygınlaşsın ve hem benimle aynı durumda olanlara yeni bir alan açsın, hem de bilgisiyle üretime geçmek isteyenlere bir yöntem göstersin.
Bu anlamda Kitapların hitap ettiği okuyucu kitlesi, Müslüman olsun ya da olmasın, İslam dini üzerine farklı okumalar yapan, kendini bu anlamda belli bir seviyeye getirmiş ve daha da geliştirmek isteyen herkes denebilir. Ama kitaplar; dini düşünceyi temel alması, hayata dair farklı alanlarda bakış açısı sunması ve bir usul geliştirmesi sebebiyle daha çok Müslümanlara hitap ediyor.
Kitaplarla ilgili tanıtıma geçmeden şu noktayı da ifade etmek istiyorum; her ne kadar genel ruhunu yansıtacak şekilde bir tanıtım yapmaya çalışsam da çok ciddi ve önemli konuları ele alan, önemli bir hayat tecrübesi ve bilgi birikimi sonrası ortaya çıktığını bildiğim bu kitapların genel ruhunu birer sayfada ifade etmem neredeyse imkânsız. Bu açıdan tanıtımların bu eksikliği taşıdığını bilmenizi isterim.
Tanıtıma konu olan, 3 kitaplık bir seridir. Her biri ayrı ayrı okunabilse de birbirinin devamı olduğu da gözlerden kaçmamaktadır. Ve bu kitaplarda yapılmaya çalışılan, İslam kanalıyla gelen bilginin günümüz dünyasında yeniden işlevsel hale gelmesinin yollarıdır. “İslamilik Problemi” isimli birinci kitap, İslami bilginin epistemolojik durumunu tartışmakta ve bugün İslam dünyasının karşı karşıya bulunduğu fikir üretememe sorunun sebeplerini ele almaktadır. İkinci kitap olan “Yeni dönemde İslamcılık”, “birbirimize tavsiye edebileceğimiz ve yaygınlaştırmak için uğrunda çaba gösterebileceğimiz ortak değerler var mıdır?” sorusuyla başlayan bir tartışmanın sonunda, İslami mücadelenin günümüz şartlarındaki niteliğini ele almaktadır. Üçüncü kitap olan “Bir kurucu ilke Tevhid” ise İslami bilginin bir yaşam perspektifine nasıl dönüşebileceğini ele almakta ve Tevhid ilkesinden yola çıkarak bir örnekleme yapılmaktadır.
1- İslamilik Problemi
İslamilik problemi ilk olarak dünyanın büyük bir değişim içerisinde olduğu tespitiyle başlıyor. Bu değişim İslam coğrafyasında güne uygun fikir üretememe sorununa yol açmış ve boşluk Batı tarafından doldurulmuştur. Modernizmin ortaya çıkışıyla beraber Batı, diğer kültürlere ciddi bir üstünlük sağlamış ve fikri olarak insanlığa öncülük yapmıştır. Ancak bugün Batı da benzer bir krize doğru ilerlemektedir. Tarihin sonu tezleriyle yaşadığı bu derin tıkanıklığı, hatta tükenmişliği ilan etmektedir. Bu noktada kitap şu soruyu sormaktadır; “Eğer Batı gerçekten fikren tükenmişse dünyanın fikri öncülüğünü yeni dönemde kim üstlenecek?”
Kitap, hamasete çok açık bu soruya hayata dair iddiası bulunan her ideolojinin “Ben” diyeceğini ama bunun gerçekçi olmadığını söylemektedir. Sonrasında İslam dünyasının durumunu tahlil ederek Türkiye dahil bütün İslam ülkelerinin Batının başarılı veya başarısız birer taklidi durumunda olduğunu ifade etmektedir. Fakat İslam dünyasında artık hızlı değişimlerin yaşandığını ve uzun vadede bu değişimin umut verici olduğunu tespit etmektedir. İslam dünyasındaki mevcut durumun nedeni, durağan, tekçi ve mutlakçı dini anlayıştır. Dünya hızlı bir değişim geçiriyor. 19.YY’da insanlık sanayi devrimiyle tarım toplumundan sanayi toplumuna geçti. 20. Yüzyılın başlarında ise Kuantum ve İzafiyet teorileri Newtoncu doğa anlayışıyla işleyen modern fiziğin kavramlarını yeniden tanımladı ve yeni bir çığır açtı. Bu durum bilginin doğasını ve tarihin düzlemini değiştirdi. Dolayısıyla bugüne söz söylemek isteyen her din, felsefe veyahut ideoloji bu değişimleri göz önüne almak zorundadır. Ama maalesef Müslümanlar dünyanın ve bilginin bu değişimini okuyamamaktadır. Bugünün dünyası ve sorunları mezheplerin geleneksel usulüyle, yani; Kur’an ve hadise dayalı kıyas anlayışıyla anlaşılmayacak ve aşılamayacak kadar büyüktür.
Kitap tam olarak bu sorunları görüyor ve Müslümanların güne uygun nasıl fikir üreteceklerine ve bu fikre dayalı kapsayıcı yeni bir paradigmayı nasıl kuracaklarına dair bir usûl/epistemoloji çalışması ortaya koyuyor. Üstelik bunu yaparken sadece İslami literatürü değil modernizmi de inceliyor. Modernizmin yarattığı bireyci anlayış, ortaya çıkardığı hazcılık ve bunun değerler alanında yarattığı tahribat ele alınıyor. Bunları çözümlemek için modern epistemolojiden hareketle bir usûl önermeye çalışıyor.
Kitapta Müslümanların karşı karşıya bulunduğu fikir üretememe probleminin iki boyutta tartışılması gerektiği ele alınıyor:
- İslam’a uygun bir sosyal düzen mümkün müdür?
- İslam’a uygun bilgi üretimi mümkün müdür?
İki boyutta ifade edilen sorular ve bu sorular çerçevesinde ortaya çıkan tartışmalara kitap “İslamilik Problemi” adını vermektedir ve bu problem yukarıda da dediğimiz gibi “usûl” düzeyinde tartışılmaya çalışılmaktadır. Kitap bu tartışma neticesinde başka hiçbir felsefe, din veya ideoloji kanalıyla elde edilemeyecek ve sadece İslam’a has bir bilgi türü bulunduğunu söylemekte ve bu bilginin çoğaltılmasının epistemolojik şartlarını irdelemektedir.
2- İslami Mücadele ve Yeni Dönemde İslamcılık
Yazar bu kitabı, İslamilik Problemi isimli kitabının devamı ve tamamlayıcısı olarak ifade ediyor. İslamilik problemi kitabında işlediği, “İslam’a has bir bilgi türü ve özgün bir evren yorumu vardır” görüşüyle bağlantılı olarak bu bilgiyi yaygınlaştırmak için verilecek mücadelenin niteliğini tartışıyor. Bir fikir uğrunda mücadele verebilmek için önce; “birbirimize tavsiye edebileceğimiz ve yaygınlaştırmak için uğrunda çaba gösterebileceğimiz değerler vardır” diyebilmemiz gerekir. Yazar öncelikle bu önermeyi temellendirmeye çalışıyor. “İnsanlık” adı verilen, bizi insan yapan ve tüm insanlar için geçerli ortak bir öz olduğunu bu olmadan ortak değerlerden bahsedilemeyeceğini söylüyor. Her insan için geçerli ortak bir öz evrende bir gaye olduğunun işaretidir, o zaman bu gayeye yönelmiş bir mücadele verilebileceğini ifade ediyor.
Ortak değerler sorunu kadim bir tartışma olduğu için bu sorunu tarihsel arka planıyla beraber ele alıyor. Kant felsefesinden yararlanarak akla dayalı değer üretiminin sınırları inceliyor ve dine dayalı söylem geliştirmenin epistemolojik şartlarını belirliyor. Bunu yaparken aynı zamanda geleneksel İslam anlayışıyla ve Postmodernist anlayışla yüzleşip, eleştiri getiriyor. Geleneksel İslam yorumunu şekillendiren hatalı Tevhid anlayışını ve buna bağlı olarak Müslümanlarda gelişen mutlakçı yaklaşımı ele alıyor. Liberalizm ve Sosyalizm örnekleri üzerinden İslam’a uygun toplumsallaşma biçiminin nasıllığını tartışıyor ve “hakikat bir tanedir ve gerekirse yaygınlaştırmak için zor kullanılabilir” fikrinin kendi ortaya çıktığı döneme ait olduğunu ve bugün bu anlayışla sonuç alınamayacağını ifade ediyor. Postmodernizmin her şeyi belirsizliğe ve hiçliğe sürükleyerek ortak değer ve mücadeleyi imkânsız kılan yapısını eleştiriyor. “Hiçliğe” ve “Mutlakçılığa” düşülmeden İslamcılığın bir dönüşüm yaşaması gerektiğini söylüyor.
Sonrasında günümüz şartlarında İslamcılığın yeni bir misyon ve vizyon kazanması gerektiğini ifade ediyor. İslamcılığın yeni hedefleri, yeni yöntemleri ve yeni araçları üzerine değerlendirmelerde bulunuyor.
3- Bir Kurucu İlke TEVHİD
Yazar ilk kitapta, “İslam’a has bir bilgi türü ve özgün bir evren yorumu vardır” demişti. İkinci kitapta “bu bilgi ve değerler insanların ortaklaştığı bir zemin olabilir” demiş ve bu değerlerin yaygınlaştırılmasına yönelik nasıl bir yöntem izleneceğine değinmişti.
Bu kitapta ise Tevhid ilkesinin bir ahlak felsefesine ve bir sosyoloji ilkesine dönüştürülmesi halinde ne gibi sonuçlar üreteceğini göstermeye çalışan bir inşa denemesi yapılıyor. Bu yanıyla kitap önce klasik ve modern epistemolojide, “fikir üretmek nedir, bunlar arasındaki farklar nelerdir?” sorularını inceliyor. Bu bağlamda Müslümanların fikir üretememesinin nedenlerini açıklamaya çalışıyor. Sonrasında kitabın adında da bulunan ‘’Kurucu İlke’’ kavramını tanımlıyor. Bu kavramın düşünsel açıdan bize sunduğu imkanları inceliyor.
Daha sonra Tevhid kavramına dair hem geleneksel hem de modern yorumları irdeliyor. Özgün bir şekilde Tevhid ilkesi tarif ediliyor. Sonrasında Tevhid ilkesinin farklı alan ve konulara nasıl çerçeve çizdiği ele alınıyor. Kesinlikle belirtmek gerekiyor ki kitabın Tevhid ilkesini ele alışı hem Selefilerden hem de Mutasavvıflardan farklı bir yerde duruyor. Çünkü Selefiler ve Mutasavvıflar Tevhidin nasıl bir yaşam biçimi vadettiğine odaklanmıyorlar. Onlar zaten hazır olarak düşündükleri yaşam biçimine nasıl ulaşacaklarını arıyorlar. Kitap ise kurucu ilke kavramı ve modern epistemoloji çerçevesinde yaptığı Tevhid yorumuyla yeni bir paradigma için yol gösteriyor.
Bunların yanı sıra yazar ele aldığı konuların ne kadar hacimli ve derinlikli olduğunun farkında olması nedeniyle kitabın bir felsefe, sosyoloji veya sosyal bilimler kitabı değil, fakat bu alanlarda üretimler için bir mukaddime olabileceğini söylüyor. Ve bir usul çalışması sunarak önerdiği usule uygun bir şekilde; ahlak, hukuk, siyaset ve ekonomi alanlarında bir düşünce inşa etmeyi deniyor.
Berke Kahraman
Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.