FARKLI BAKIŞ: DÜNYAYA VE SİYASETE YENİ BİR BAKIŞ
KÜRESEL DEĞERLENDİRME
1- Bugün tüm dünyada küresel olarak büyük bir kriz yaşanmaktadır. Bu krizin en önemli özelliği sadece yoksul ve geri bıraktırılmış ülkeleri değil, başta ABD, AB ve Rusya olmak üzere neredeyse dünyadaki tüm ülkeleri ve zengin fakir her kesimden insanı etkiliyor olmasıdır.
2- Yirminci yüzyılın başlarından itibaren tüm dünyayı etkileyen sosyalist devlet modeli, Sovyetler Birliğinin çökmesi üzerine, başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
3- İran, Suudi Arabistan, Afganistan, Cezayir, Mısır, Sudan, Türkiye gibi ülkelerdeki İslamcı akımın “güç metafiziği”ne dayanan iktidar biçimleri, olumlu bir örneklik ortaya koyamamıştır.
4- Fukuyama’nın ‘Tarihin Sonu’ tezi ile yenilmezliğini ve alternatifsizliğini ilan eden liberal kapitalist sistem de, 2008 yılından itibaren bir krize girmiş bulunmaktadır.
Yaşadığımız dünyada;
Ülkeler, bölgeler ve sınıflar arasında eşitsizlik gittikçe artmakta ve büyümektedir.
Ülkeler arasında veya ülke içinde savaşlar ve çatışmalar giderek yayılmaktadır.
Bu çatışmalar ve iç savaşlar; yoksulluk ve açlık, yerinden edilmişlik ve göçmenlik, çevre dengesinin bozulması, doğal kaynakların adaletsiz bölüşümü gibi sorunlara yol açmaktadır.
Kapitalist iktisadın temelini teşkil eden “büyüme” fiziksel sınırlara gelip dayanmıştır. “Vahşi Kapitalizm”in sürekli daha fazla büyüme hırsı daha fazla tüketmeyi kamçılamakta; bu tüketim artışı ise kaynakları yetersiz insanları ve ülkeleri sürekli olarak daha fazla borçlanmaya mecbur bırakmaktadır.
Bu kısır döngünün bu şekilde devam etmesi mümkün değildir. Nitekim günümüzde artık sınırlarına dayanmış bu çılgınlık baş edilemez bir noktaya gelmiştir.
Aynı şekilde bu sınırsız, kuralsız ve vicdansız büyüme; tabiatın dengesini bozmakta, sınıflar arası uçurumu ve düşmanlığı artırmakta, ölümcül bir rekabete dayanmakta ve dolayısıyla da savaşları kışkırtmaktadır.
5-Mutlaka yeni bir küresel siyaset ve iktisadi faaliyet (üretim-tüketim) biçimine ihtiyacımız vardır.
İSLAM ÜLKELERİ VE ORTADOĞU ANALİZİ
İslam ülkeleri bir bütün olarak yaklaşık iki yüzyıldır bir kriz yaşamaktadır. Bu sorunun temelini çok daha gerilerden başlatmak da mümkündür.
Genel bir değerlendirme ile görünürde birer “bağımsız” devlet olsalar da İslam ülkelerinin büyük bir çoğunluğu kültürel, siyasi ve ekonomik birer müstemleke (sömürge) durumundadır. Bu durum ise ekonomik, siyasi ve kültürel sorunların yaşanmasına yol açmaktadır.
Bu sorunların başlıcaları:
1- Farklı dinler ve mezhepler arasındaki çatışmalar;
2- Başta Kürt ve Berberi sorunları olmak üzere ETNİK sorunlar;
3- Tüm ümmetin kaynaklarını yok eden HIRSIZLIK, YOLSUZLUK ve RÜŞVET;
4- İslam’ın ilk döneminden itibaren tartışılan ve halen de sürmekte olan yönetim anlayışları (Genelde tek şahıs veya zümreye dayalı diktatörlükler) ve büyük ölçüde bundan kaynaklanan adaletsizlikler;
5- Gelişmiş ülkelerdeki düşünsel ve yaşamsal değişimlerin algılanıp uyarlanma sorunu ve eşgüdümsüzlüğün ya da hazırlıksızlığın sebep olduğu düşünsel kargaşa. Üniversiteler kadar basın-yayın dünyasındaki baskıcılığın veya tek yanlı bakışların yol açtığı eleştirelliğin ve düşünce üretiminin kifayetsizliği… gibi sorunlar.
TÜRKİYE DEĞERLENDİRMESİ
Türkiye de, uzunca bir süredir İslami iddiaları olan kadrolar tarafından yönetilmesine rağmen diğer İslam ülkelerindekine benzer sorunlar yaşanmaktadır:
1- Rüşvet, hırsızlık, yolsuzluk ve kayırmacılık.
2- Ülke kaynaklarının makro planlar yapılmadan inşaat gibi kısa vadeli ve kısır yatırımlara harcanması, planlı ve gerçekçi bir üretim modelinin bulunmaması.
3- Ücretlerin özellikle dar gelirlilere yetmemesi ve yetersiz olması.
4- Büyük bir diplomalı genç işsiz sınıfının olması, istihdam yaratılamaması.
5- Adalet sisteminin hem adli hem de siyasi meselelerde çökmüş bulunması.
6- Eğitim sisteminin topluca iflas etmesi ve bir alternatif proje üzerinde çalışılmaması.
7- Tarım ve hayvancılıkta ciddi bir gerileme yaşanması.
8- Yaklaşık yüz yıldır ülkenin ve bölgenin kanayan yarası olan Kürt sorununun bir türlü ciddi, kalıcı ve iyileştirici bir çözüme ulaştırılamaması.
9- Alevilerle ilgili olarak yapılan çalıştaylara rağmen ciddi hiç bir adımın atılmaması.
10- Dindar ve laik geriliminin ve genel olarak toplumsal kutuplaşmanın azaltılamaması; bununsa toplumu neredeyse ikiye bölerek siyasetin olağanlaştırılmasının önüne geçen başat bir etken oluşturması.
11- Büyük oranda askeri harcamalara ayrılan ve zaten kıt olan kaynakların toplumsal alanda kullanılamaması. Batı dünyasıyla rekabete veya Batılılaşmaya dayalı gelişme modelinin sorgulanmaması ve bu modelin baskısıyla uygun bir toplumsal paylaşım ve adalet biçiminin geliştirilememesi.
GÜNÜMÜZ DÜNYASI
1- Dünya hızla küresel güçlerin egemenliğine doğru gitmektedir.
2- Bu durumla baş etmek için bölgesel entegrasyonlar (yerel işbirliği havzaları) zorunlu hale gelmektedir.
3- Kısa vadede ulus devletler varlıklarını koruyacak ise de, ilerleyen süreç içerisinde toplumsal ve ulusal varlıklarını sürdürmekte zorlanacaklardır.
Belli bir süreç içinde ulus devletler egemenliklerini adım adım küresel güçlere (veya düzene) devretmek zorunda kalacaklardır.
4- Bölgesel entegrasyon, bir toplumu veya bir ülkeyi küresel aktörlere karşı koruyacak önemli bir dayanışma biçimidir.
5- Bölgemizde de dini, etnik ve mezhebi ayrımlarına bakılmaksızın, farklı toplumsal unsurların katılımıyla bölgesel bir entegrasyona ihtiyaç hissedilmekte:
a) Bu hem çatışmaları barışçı bir çözümle durdurur,
b) Hem de bölgemizi küresel yapılara karşı korunaklı ve rekabete hazır kılar.
BÖLGESEL ENTEGRASYON
Türkiye, yaklaşık yüz yıldır sürdürülen “görmezden gelme” çabasına rağmen özünde merkezinde Anadolu olmak üzere bir Balkan, Kafkasya ve Ortadoğu ülkesidir.
Bu havza tüm din, mezhep ve etnisetelerin Roma ve Pers imparatorluklarından itibaren, Emevi, Abbasi, Selçuklu, Eyyubi ve Osmanlı dönemleriyle sürdürüldüğü, en az iki bin yıldır birlikte yaşama tecrübesi olan bir coğrafyadır.
Bu havzanın toplumsal, tarihsel, kültürel, siyasi ve ekonomik tecrübeleri ihmal edilemez, görmezden gelinemez.
Bu havza etnik, mezhebi ve dini olarak ayrıştırılarak idare edilemez; böyle bir ‘çözüm’ bizzat çözümsüzlüktür ve kıyamete kadar sürecek bir çatışma demektir; dolayısıyla da bu durum asla savunulamaz.
Bu süreçte kendi iç ve dış barışını sağlayabilen ve temel sorunlarını çözebilen bir Türkiye, komşu halklar için de bir örneklik oluşturabilecektir.
Anadolu, Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu’yu kapsayan, Avrupa Birliği benzeri bir Ortadoğu Birliği hedeflenmelidir.
Bu hedefe hayali ve özünde sorunlu “Neo Osmanlıcılık” veya “Turan-Kızıl Elma” hayalleri ile değil; karşılıklı uzlaşmalara dayanan, gerçekçi, ayakları yere basan; tarihin, kültürün ve ekonominin doğal mecrası içinde ulaşılmaya çalışılmalıdır.
Böyle bir entegrasyonun ana manivelası/kaldıracı öncelikle hem Türkiye içinde hem de Türkiye dışındaki Kürtlerle Türklerin; adil, insani ve eşit bir birliktelikleri olacaktır.
Bu doğrultuda acilen yapılması gerekli olanlar;
YENİ ANAYASA
1- Mutlaka yeni bir anayasa yapılmalı ve bu anayasa tüm kesimlerin katılımıyla sağlanacak toplumsal bir sözleşme olmalıdır.
2- Anayasanın genel çerçevesini toplumda var olan her sosyal grup belirlemelidir.
3- Ülkenin ihtiyacına göre Başkanlık, Yarı Başkanlık veya Güçlendirilmiş Parlamenter sistemden herhangi biri tercih edilebilir. Burada önemli olan sistemin adı değil; yetki, sorumluluk, katılımcılık ve denetlenebilirlik açısından temel niteliklerin belirlenmesidir.
Bunun için Sistem, “’Yasama, Yürütme ve Yargı”da esas olarak “Kuvvetler Ayrılığı”na dayanmalıdır:
Sözgelimi ABD Başkanı Kongrenin onayı olamadan tek başına bir büyükelçi bile atayamamakta, silah satışı yapamamaktadır.
4- İfade özgürlüğü ve bağımsız medyanın çalışması güvence altına alınmalıdır.
5- Muhalefet de süreçlere daha etkin bir biçimde katılmalı, faaliyetlerini demokratik bir şekilde özgürce sürdürebilmelidir.
6- Bağımsız ve tarafsız yargı demokrasilerin olmazsa olmazıdır. Mutlaka tesis edilmelidir.
7- Siyasal ve toplumsal örgütlenmeler tepeden tabana göre değil, tabandan tepeye doğru gidecek bir biçimde yeniden biçimlendirilmelidir.
EKONOMİ
1- Büyüme hedefi sürdürülebilir bir çerçeveye çekilmelidir.
2- Üst sınıflar ile orta ve alt sınıflar arasındaki uçurum azaltılmalıdır.
3- Üretici kesimler küresel rekabete teşvik edilmelidir.
4- Orta sınıfların korunarak güçlendirilmesi esas olmalıdır.
5- Alt kesimlere satın alma gücü kazandırılması ve üretici konuma çıkartılması için pozitif ayrımcılık sağlanmalıdır.
6- Türkiye’nin tüm yeraltı ve yerüstü kaynakları ve imkânları masaya yatırılarak bir makroekonomi politikası ve stratejisi belirlenmelidir.
7- Faize ve ranta dayalı sistem gerçekçi bir üretim ekonomisine dönüştürülmelidir.
8- Eğitim sistemi zorunluluk baskısından çıkarılarak, toplumsal gerçekliğe uyarlı ve nitelikli şahsiyetler yetiştirilmeyi amaçlayan bir biçimde yeniden düzenlenmelidir.
KÜRT SORUNU
1- Türkiye için tüm demokratik hakların tanındığı eşit anayasal vatandaşlık en gerçekçi çözüm olarak gözükmektedir.
2- Suriye ve İran’da yaşayan Kürtlerin özerkliklerini sağlayacak girişimler desteklenmelidir.
3- Irak’ta Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin Bağımsızlık referandumu sonuçlarına ve sonrasında verilecek kararlara saygı gösterilmelidir.
Bu doğrultuda Türkiye Kürtleri için:
a) Kürt kimliğinin tanınması;
b) Kürtçenin, Türkçenin yanı sıra ikinci resmi dil olarak tanınması;
c) Kürtçe ve diğer dillerde (ana dillerde) eğitim ve öğretimin serbest olması;
d) Yerel ve yöresel isimlerin asıllarına iade edilmesi;
e) Tüm vatandaşlık haklarının eşitliğinin sağlanması; temel koşullardır.
YEREL YÖNETİMLER
Tüm ülke için ademi merkeziyet / yerinden yönetim ve “yerinde demokrasi” esas alınmalıdır.
Stratejik kararların merkeze bırakılması kaydıyla dünyada güçlendirilmiş yerel yönetim modellerinden en uygun olanı seçilmelidir. (ABD’de ve Almanya’daki eyalet sistemleri ve güçlendirilmiş ‘Büyük Şehir’ modelleri benzeri.)
Aşırı büyük, çevresel ve kültürel farklılıkları dikkate almayan bir şehirleşme yerine, daha küçük ölçekte bir şehircilik politikasına dönülmeli, kasabalar ve köyler, tarımsal çeşitliliği dikkate alan bir biçimde güçlendirilmelidir. Bu meyanda tarımsal üretim kooperatifleştirilmeli, şirketlerin kapitalistleşmeyi teşvik edecek ölçeklerde büyümesi yerine, daha esnek ve yerel şartlara uyumlu, tekelleşmelere elvermeyen bir model teşvik edilmelidir.
Buna göre;
Herkes konut yapımı için kamu arazilerinden yararlandırılmalı, pahalı ve çok katlı konut üretiminden vaz geçilmelidir. Yani; orta ölçekli bir şehirleşme, toplu konutlar yerine müstakil evler, büyük işletmeler yerine yerele dayanan küçük işletmeler ve sanayiler teşvik edilmelidir.
Daha mutedil ve toplumun her kesimine yaygınlaştırılmış bir kalkınma politikası izlenmeli; toplumsal zenginliğin daha adil bir biçimde bölüşümü sağlanmalıdır.
KADIN, AİLE VE GENÇLİK
Kapitalizmin zorladığı koşullar, geleneksel aile biçiminin ve ilişkilerinin değişmesine yol açmakta, bu ise aileden itibaren başlayan bir toplumsal krize dönüşmektedir.
Bu şartlar altında;
Ailenin güçlendirilmesi ve eşler arasında saygıya ve adalete dayanan eşitlikçi bir ilişkinin geliştirilmesi teşvik edilmelidir.
İnsan, gerek kadın gerek erkek olarak, her türlü onuru ve saygıyı hak etmektedir. Hayatın her aşamasında kadın erkek birlikteliği, dayanışması ve dostluğu esastır. Kadın ve erkek, özgür ve eşit bireyler olarak dünyanın imar ve ıslahında, adaletin gerçekleştirilmesinde sorumluluk sahibidir.
Kadınların bireysel ve toplumsal kimlik inşasında kendi talepleri, mevcut yasalarla güvence altına alınan hakları, tartışma konusu edilmeksizin geliştirilmek üzere dikkate değerdir. Kadınların üzerindeki gerek tarihten gerekse örf ve kültürden kaynaklanan madunlaştırıcı hiçbir kabul, kadının bireysel ve toplumsal varlığını gerçekleştirmesine karşı bir gerekçe kılınamaz; mevcut maduniyetler ise pozitif ayrımcılıkla giderilmeli, kadınların şiddete maruz kalmalarını önleyici her türlü tedbir alınmalıdır.
Üniversiteler özerk, katılımcı, toplumsal ihtiyaçlar kadar gençlerin gelişimini de gözeten, çok amaçlı ve çok dilli bir yapıya sahip olmalı; gençlerin eğitim ve iş alanında desteklenmesi sağlanmalıdır.
Özellikle gençlerin düşüncelerini ifade etmeye, eleştirelliğe ve barışa dayanan bir dil ve düşünme yetisi kazanmaları için, aileden başlayan bir biçimde, eğitim sistemi ve kamusal hayatın yeniden inşası hedeflenmelidir.
ALEVİ SORUNU
Alevi sorunu 1514’te, Osmanlı sultanı Sünni Yavuz Sultan Selim ile İran Şahı Alevi Şah İsmail arasında meydana gelen Çaldıran Savaşı’ndan beri ülkenin kanayan bir yarasıdır.
Bu savaştan sonra Osmanlı ülkesinde Aleviler, İran’da ise Sünniler sakıncalı ve ikinci sınıf vatandaş statüsüne düşürülmüşlerdir.
Demokratik bir Türkiye’de:
1- Kim kendini hangi inanç ve düşünceye mensup kabul ediyorsa, kendini tanımladığı şekli ile öylece kabul edilmelidir.
2- Alevilerin kendilerine özgü mezhebî anlayışları ibadet, eğitim ve kültür olarak kabul görmelidir.
3- Dolayısıyla Cemevleri ibadethane olarak kabul edilmeli;
a) Devletin bünyesindeki Diyanet İşleri Teşkilatı özerkleştirilmeli, her din ve mezhebe ayrım gözetilmeksizin talep edilen kamu hizmeti verilmelidir.
b) Alevi vatandaşların çocukları da, Sünni öğrencilerin dini eğitim aldıkları gibi kendi inançlarını öğrenebilmelidir.
c) Devlet bürokrasisi ve diğer hizmetlerde ayırımcılığa ve salt Sünni esaslı kadrolaşmaya son verilmeli; Alevilere de yetenekleri ve yeterlilikleri doğrultusunda eşit fırsat tanınmalıdır.
4- Devlet, Kemalizm’e dair ideolojik ve törensel değerlerden arındırılmalı; Kemalizm ayrıştırıcı bir siyasal işlev olmaktan çıkarılarak, buna dair faaliyetler sivil topluma bırakılmalıdır.
DIŞ POLİTİKA
Hiçbir ülke ve blokla tek taraflı bağımlı ve diğerlerini dışlayıcı bir ilişki içinde olunmamalıdır.
Bu bağlamda;
1- AB üyelik süreci devam ettirilmelidir.
2- Rusya ve ABD ile ilişkiler dengeli bir biçimde sürdürülmelidir.
3- Adım adım, hızlı ancak çok dikkatli ve dengeli bir siyasetle bölgesel entegrasyona yönelinmeli; bunun içinse öncelikle komşu ülkelerle sınırlar ayrım gözetilmeksizin şeffaflaştırılmalıdır.
4- Bölgede özel (dini, mezhebi, etnik) bir topluluğun (Sünni, Türk veya Arap…) değil, her türden topluluğun (Türk, Kürt, Arap, Ermeni, Süryani, Ezidi, Sünni, Şii…) demokratik hakları desteklenmeli, mağdur ve mazlumların hamisi olan barışçı bir siyaset izlenmelidir.
5- Bu çerçevenin dışındaki “uzak komşularla” da olumlu bir dayanışmaya gidilmelidir.
6- Çok zorunlu haller dışında toplumsal kaynaklar, askeri, siyasi veya ekonomik nüfuz kazanmak için kullanılmamalıdır.
7- Demokratik (katılımcılığa / şura’ya dayanan) siyasetin içte ve dışta hedefi barış olmalıdır. Dolayısıyla bölgesel sorunlar kadar küresel sorunların çözümünde de müzakereler esas alınmalı, silaha ve çatışmaya dayanan söylem veya çözümlere karşı barışçı bir toplumsal duyarlılık ve duruş sağlanmalıdır.
İlk defa bu kadar kapsamli tahlil- çözüm önerilerini birlikte okuma fırsatı buldum. Tespitler ayakları yere basan, küresel gelişmeleri dini-ideolojık saplantılardan azade okuyabilen ve bu okumaya uygun, realize edilebilir çözümler öneren, yoksulluğu sadaka ile değil gerçekçi-adil bir ekonomik modelle aşmayı hedefleyen, Kürt meselesinin bütün bölgenin kaynaklarını tüketen, bölge devletlerini küresel güçlerin tutsağı haline getiren, yerelde ırkçı-totaliter eğilimleri besleyen karekterine tersine çevirecek, kaynak tüketmekten, kaynak üretimine azami katkı sağlayacak şekle getirecek bir çözüm modelinin önerilmiş olması “Bölgesel Entegrasyon” şimdiden insanı heyacanlandıran- umutlandıran bir yaklaşım. Yolunuz açık olsun. Saygılarımla
Çok güzel bir çalışma.Tebrik ediyorum.İste toplumumuzun ve İslam aleminin ihtiyacı bu.
Hiç bu kadar güzel bir mutabakat metni görmemiştim. Türkiye toplumunun ve bölge toplumunun çözümünü korkmadan söyleyebilme cesaretini herkes göstermeyebilir. Ancak gerçekten sorunların çözümü için kafa yoran sizin gibi yazarlar sayesinde Türkiye de ulusalcı milliyetçi hatta sözde muhafazakarların bile bu mutabakat metninde yazılanların çözümü için elini kıpırdatmayan,gözünü kapatan, kaşlarını çatıp sorunları sadece ülke bölünürse bakış açısıyla yorumlayan bu ülkede asıl olan biziz edasıyla geçinenler karşısında hakikatleri söyleyebilme cesaretinizi takdir ediyorum. Bu mutabakat metninde yazılanları konferanslar vererek toplumun tüm kesimlerini bilgilendirmenizi rica ederim.
Söylem çok güzel toplamun ihtiyaç duyulan metin inşallah karşılık bulur bı an önce bu çıkmaz dan kurtuluruz selamlar
AB’ye üyelik sürecine katılmıyorum.Onun yerine maddenin AB üyesi ülkelerle ile eşit şartlarda birbirlerinin toprak bütünlüğüne saygı temelinde iyi komşuluk ilişkilerinin devam ettirilmesi şeklinde düzenlenmesi iyi olur kanaatindeyim..
Bu söyleminiz gerçekçi değil, AB dünyanın gerçeği. Müslüman ülkelerin durumu ortada, Zenginin haklı olduğu bir dünya. Komşuluk ilişkileri de ülkenin menfaati neyi gerektiriyorsa o yapılır.
Emek verilen her çalışma değerlidir. En büyük sıkıntı söylemlerin eyleme dönüşmemesi. Allah’ın yarattığı her şey değerli ve kiymetlidir. Din., dil, renk vs. Bu hareketin diğer siyasi hareketlerden farkı olmalı.Allah yolunuzu açık etsin
Metin, genel olarak iyi. Emek verenlerin yüreklerine sağlık…
Ancak bu gibi metinleri okurken her zaman ‘ne kadar iyi olmuş’ şeklinde değil, biraz da ‘acaba ne kusur bulabilirim’ şeklinde eleştirel bakmakta yarar var derim.
Bir kere daha başta şunu söyleyebilirim: metnin dili bana göre biraz abartılı/ütopik; bazen de hayli iddialı ve gerçek dışı.
Örneğin;
1)
“Genel bir değerlendirme ile görünürde birer “bağımsız” devlet olsalar da İslam ülkelerinin büyük bir çoğunluğu kültürel, siyasi ve ekonomik birer müstemleke (sömürge) durumundadır.” gibi ifadeler tam olarak gerçeği ifade etmiyor. Çünkü İslam dünyasının bir sömürge olduğunu söylemek hem gerçekçi değil, hem de “emperyal güçleri” suçlamak suretiyle sorumluğu kendi üzerimizden atmaya yönelik bir sonuç üretiyor.
2)
‘GÜNÜMÜZ DÜNYASI’ başlığı altında, bir taraftan küreselleşme bir tehdit olarak ortaya konurken diğer taraftan da, ulus devlerin küreselleşmenin tehdidi altında olduklarına işaret edilerek, ulus devletlerin ortadan kaldırılmaları gibi bir kaygı dillendirilmeye çalışılmakta. Halbuki aynı zamanda metinde ulus devlet de olumsuzlanmaktadır. Yani; ulus devlet kötü ama onu ortadan kaldırmaya çalışan küreselleşme de kötü!.. Peki, iyi olan ne? Bölgesel entegrasyon…
Yani bizim küreselleşmemiz!… Şahsen kendi adıma ben burada bir çelişki ve kafa karışıklığı görüyorum…
3)
Gördüğüm kadarıyla metinde “demokrasi” ve “insan hakları” gibi kavramların kullanılmasından mümkün mertebe kaçınılmaya çalışılmış. Bu da bu kavramlara belli bir alerjinin olduğunu gösteriyor. Yine her ne kadar Türkiye’nin AB hedefi desteklenmişse bile, metnin de kendince bir “ötekisi”nin olduğu anlaşılıyor ki, bu da tatbikî Batı… Bu da olaylara daha evrensel bir yerden bakmamızı engelliyor…
4)
Son olarak şunu söylemeliyim ki, başta da belirttiğim gibi metin genel anlamda iyi bir metin olsa da gördüğümüz ve anladığımız kadarıyla ve yine yukarıda da ifade etiğimiz gibi bazı eleştirilere açıktır. Dahası, tespitlerin dışında, öneriler konusunda söylenmesi gereken daha çok sözün olduğu kanaatindeyim.
Emeği geçenlere teşekkürü bir borç biliyor ve başarılar diliyorum…