24.12.2021
Eğitimde kapsamlı bir reform ihtiyacımız olduğu tespiti modernleşme hikâyemizin hiç değişmeyen başlığı. Osmanlı döneminde de Cumhuriyet’e geçiş sonrasında da mevcut eğitimin köklü bir değişim geçirmesi gerekliliği ısrarla vurgulanmıştır. Kabul edilmesi mümkün olmayan mevcut durumumuzun sebebi olarak yürürlükteki eğitim sistemi gösterilirken tahayyül edilen güçlü yarınların da hayata geçirilecek yeni eğitim sistemi ile mümkün olacağı ileri sürülmüştür. Eskinin ne olduğu ve niçin başarısız olduğu (ki başarısız kaldığı tarihsel-toplumsal bir gerçeklik olarak önümüzdedir) ve yeninin içeriğinde ne bulunduğu ve başarı garantisinin nereden geldiği (ki mantığı, kurgusu, içeriği vs. ile izaha muhtaçtır) açık kalsa da alanın egemen söylem formu geniş bir memnuniyetsizlik kitlesi oluşturarak varlığını devam ettiriyor.
O halde eğitimdeki durumumuz, eğitim-öğretimin başındakiler dâhil kimseyi memnun etmediğine göre köklü değişimlere ihtiyaç duymamız sürpriz değil. Memnuniyetsizlik varsa, hoşnutsuzluk varsa, beklenilen sonuç alınamıyorsa değişim talebi hem olağan hem de meşru ve makuldür. Memnuniyetsizlik, hoşnutsuzluk problemli görülmüyorsa tersine meşru ve makul görülüyorsa o zaman meşru ve makul bir işleyiş ile meşru ve makul bir sonuç için yapılması gerekenler var. Bir durum tespiti gerekiyor öncelikle. Mevcudun niçin beklentilere yanıt ver(e)mediğine ilişkin anlamlı bir okumaya ihtiyacımız var. Çözümümüzün niçin eğitim alanı üzerinden geleceğine ilişkin de ikna edici bir tartışmaya muhtacız. Bu tartışmaya giriş mahiyetinde birkaç hususun altını çizmekte fayda görüyorum.
Mesela karşımızda cevabı verilmesi gereken “eğitime niçin ihtiyaç duyuyoruz” sorusu var. Tabi eğitimden bahsederken hangi eğitimi kastediyoruz? Bahsettiğimiz eğitimin hususiyetleri nelerdir? Bu eğitimin gerçekleştiği zamanın ve mekânın hususiyetleri var mı? vs. Hiçbir okumamız, tartışmamız yok diyemeyiz elbette. Örneğin mevcudu beğenmememizin “başarısızız” gibi bir cevabı var karşımızda. Ancak bu cevap, “sistem niçin başarısız”a ilişkin anlamlı/açıklayıcı bir şey söylemiyor. Sistemin işleyişini/ürününü değerlendiren bir hüküm ifadesi “başarısızız”. Bize niçin başarısız olduğumuza ilişkin cevaplar gerekiyor. Bu cevapların olması için de mevcuda yönelik sorularımızın olması icap ediyor. Gerçek soruları sorup o soruların yol verdiği çetin bir mücadeleye mi girişeceğiz yoksa kendi varlığına ve niteliğine kasteden sorumluluk kaçkınları gibi işin kolayına kaçıp cevabını bildiğimiz sorularla mı yetineceğiz? Bu alandaki hayati nokta burası.
Eğitim tarihimiz maalesef bir tür “kendini kandırma” sistematiği oluşturduğu için bilinçli-bilinçsiz neredeyse hepimiz gösterilen güzergâhta yol almakta bir sorun görmüyoruz. Çünkü alana ilişkin egemen yaklaşımı içselleştirmiş durumdayız. Çünkü sınırları özenle belirlenmiş bir zeminde tutulduğumuzun farkında değiliz. Çünkü daha önce uyguladığımız ve sonuçlarını büyük bir bedel karşılığında gördüğümüz uygulamaları sorgulamak yerine hep bizi, inanmışlığımızı, adanmışlığımızı sorun etmeyi salık veren kapanın ayırdına var(a)mıyoruz.
Ehlileştirilmiş, verili sistemin varlığına kan-can veren sorular yerine sahte sınırları, yerleşik kanıları hesap dışı bırakan sorulara ihtiyacımız var. Güzel cevaplar değil zor sorulara ihtiyacımız var. Ne demişti Aliya: “Güzel yalanlara değil acı, gerçeklerle yüzleşmeye ihtiyacımız var.”
Peki, nedir acı gerçekler? Öncelikle yapageldiğimiz üzere uyguladığımız reçeteyi sorunsallaştırmak yerine uygulayıcıların niteliğini, motivasyonunu sorun eden ve baştanbaşa operasyonel olan tarza çekince koymamız gerekiyor. Sistemi sorgulamaktan bizi alıkoyup sisteme adanmışlığımızı sorun eden bu tarz, doğrudan varlığımızı hedef alan niteliğiyle sorunludur, şaibelidir. Buradan hareketle acı gerçeklerle yüzleşme hamlemizin çok önemli bir ayağı da mevcut zorunlu, kitlesel, devlet tekelindeki eğitimi sorgulamaktır. Zorunlu, kitlesel, devlet tekelindeki eğitimi sorgulamak eğitim temalı bir gevezelikten ziyade anlamı/iddiası olan bir varlık, bir varoluş atılımıdır. Bu atılımın yürürlükteki sistemin tarihsel-toplumsal temellerini, devlet ile olan karmaşık/karanlık ilişkisini, teknolojik gelişmeleri, yaslandığı ideolojik/felsefi düşünceyi vs. bir eleştirellikle ele almayı icbar ettiği açıktır. Sistemin varoluş koşullarını hesap etmek yetmez. Aynı zamanda günümüz dünyasında siyasetten ekonomiye, düşünceden teknolojiye ne tür bir dönüşüm geçirdiğimizin de hesabını görmelidir bu atılım.
Nedenleri soruşturulmayan bir “başarısızlık” söyleminin “havalar da çok bunaltıyor” şikâyetinden farkı yoktur. Bu tespitlerin/yakınmaların bir farkının olabilmesi ancak neyi, nerede, ne ile aradığınızın bilincinde olmanızla mümkün olduğu ortadadır. Türkiye eğitim-öğretim alanında şüphe yok ki başarısızdır. İkincisi yine şüphe yok ki bu başarısızlık sürpriz değildir. Üçüncüsü bu şekilde devam ettikçe başarısız olması da mukadderdir. Zamanı, zemini, potansiyeli belli bir formu ve ilişki biçimini bir tabiat kanunu gibi layusel görüp sorunları, sıkıntıları bizden kaynaklı eksiklikler, yanlışlıklar, ihmaller olarak sunmak mevzuyu kavrayamamak ve daha da önemlisi anlamlı bir çözümden, çözüm arayışından kendimizi mahrum bırakmaktır.
Tekrar soralım?
Bu sistemle biz niye başarılı olalım? Nasıl başarılı olalım?
Bu sistemin ne olduğunu, nasıl ortaya çıktığını, yaygınlaştığı koşulları ve motivasyonu, işleyiş tarzını, yerleşik ilişki biçimini, yasal dayanaklarını biliyor muyuz?
Devam edelim.
Modern devleti, modern devletin toplumla ilişkisini, “birey”le ilişkisini ve çok daha önemlisi “çocukla” ilişkisini biliyor muyuz? Biliyor muyuz gerçekten?
Eğitim tekelini biliyor muyuz?
Masal dinlemeye alıştığımız, masallarla hayatımızı tanzim etmeye alıştığımız için her şeyin bize anlatılan masallarda gerçekleştiği gibi gerçekleşeceğini zannediyoruz. Kim bu masal anlatıcılar? Kimin masalı bu? Masallarla iş görmemize mi yanalım yoksa miskin miskin dinlediğimiz masalların gerçekleşmemesi karşısında yaşadığımız üzüntüye mi yanalım?
Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.