06.11.2023
İsrail’in her eyleminin genel terör tanımı içine girdiğini, her seferinde savaş suçu işlediğini kanıtlamaya gerek yok. 7 ekimden beri Gazze’de olup bitenler herkesin gözü önünde. İnsanın vicdanını infiale sevkedecek biçimde yaşanan fecaati televizyon ekranlarında seyrediyoruz. İsrail uçakları camileri, kiliseleri, hastaneleri, okulları, pazar yerini, mülteci kampını, yaralı taşıyan ambulansları, park yerlerini acımasızca bombalıyorlar, Gazze halkı üzerine fosforlu bombalar (kimyasal) atıyorlar. İsrail Savunma Bakanı’nın askerlere söylediği şu oldu: “İstediğinizi yapabilirsiniz, yangılanmayacaksınız.” İsrail’li bin doktor, hastanelerin vurulabileceğini söylüyor, 43 haham Netanyahu’ya sivilleri öldürebileceğine dair ‘fetva’ veriyor. Bütün bunlar hem terör, hem ağır savaş suçlarıdır; İsrail, kendisi için “savaş suçu” diye bir kavram kabul etmiyor.
Naziler, fırınlara attıkları masum yahudiler için “fare” diyorlardı, İsrailliler de bugün Filistinliler için “hayvansı insanlar” diyorlar; kimisi Gazzelilerin tamamını çöle sürelim derken, kimisi üzerlerine nükleer silah (atom bombası) atalım diyor. Kısaca İsrailliler için bir Filistinli, Amalekli (Arap) öldürmek zararlı bir haşere, akrep, çiyan öldürmek gibi bir şeydir; bu terör ve katliama da dini metinlerinden kolayca referans bulabiliyorlar.
Batı (Amerika ve Avrupa), İsrail’e herhangi bir kırmızı çizgi çizmiyor, “ateşkes” diye ayağe kalkan dünyaya kulaklarını tıkamış olarak “belki bir mola vermek gerekir” diyorlar. Amerika ve Avrupa için “İsrail’in savunma hakkı, toprak işgal etmek, sivil öldürmek, hiçbir ahlaki ve hukuki kural tanımadan kıyım yapmak iken, Filistinlilerin işgal edilmiş topraklarını, ellerinden gasbedilen evlerini, bağlarını, bahçelerini, zeytinliklerini geri almak için mücadele etmek ‘terör’dür.” ABD’li yetkililer açıkça “Biz İsrail için kırmızı çizgi çizmedik” diye açıklamalarda bulundular.
Cevabını aramamız gereken soru şu: Bütün bunlara rağmen batı niye İsrail’i kayıtsız şartsız destekliyor?
Burada “batı”dan kastımız Avrupa ve Amerika’dır. Her iki havzayı da “halk/toplum” ve “hükümetler-devletler” şeklinde ikiye ayırmak lazım. Zaman geçtikçe batılı toplumlarda İsrail’e ve hükümetlerine karşı tepki giderek büyüyor. Avrupa’da ve Amerika’da milyonlarca insan İsrail’in barbar katliamını protesto ediyorlar; içlerinde Hıristiyan, müslüman, seküler-hümenist ve anti siyonist yahudiler de var. Öyle ki Amerika’da Kongre binasını dahi bastılar. Ama batılı devletlerin karar mercileri üzerinde bu protestoların kayda değer bir etkisi olmadı. Şimdilik olmadı, zannımca orta ve uzun vadede siyonist yahidilik aleyhinde ciddi gelişmelere yol açacak.
Şimdilik bizi ilgilendiren hükümetlerin katliamı destekleyen tutumlarıdır.
Belirtmek gerekir ki, bugün dünyanın en zengin havzası olan batının sicili hayli kirlidir. Zenginliğini ve refahını sömürgecilik ve köle ticaretine borçludur. Katliamlar yapmak, halkların topraklarına el koymak, insanları köleleştirmek batı tarhinin bilinen teamülüdür. Afrika, Latin Amerika, Kuzey Amerika, Avustralya ve Asya’da vuku bulan utanç verici cinayet, katliam, sömürü ve etnik arındırma olayları saymakla bitmez. Denilecek ki, buna mukabil hümanist bir damar da yok değildir, bu doğrudur ama hümanistler hükümetlerin ve devletlerin karar mekanizmaları üzerinde etkileri olmamıştır, bugün Gazze’de yaşanan katliam ve soykırımda etkili olmadığı gibi.
Batı’nın İsrail’i kayıtsız şartsız desteklemsinin yegane sebebi batı devletlerinin tamamının İsrail’li siyonistlere verdikleri taahhüttür. Batı her seferinde taahhüdüne sadık kalır, nitekim Hamas’ın saldırısının hemen akebinde Amerika en büyük uçak gemisini Akdeniz’e gönderdi, İngiltere onu takip etti. Zor yürüyebilen ABD Başkanı Biden hemen İsrail’e gelip desteğini bildirdi, Dışişleri Bakanı Blinken “İsrail’e bir yahudi (siyonist) olarak geldiğini” açıkladı. İngiltere, Almanya, Fransa vd. onları takip etti. Bir anda bütün bir batı İsril’in arkasında saf tuttu. Bu ibret verici manzara karşısında Kur’an-ı Kerim’in ne kadar doğru uyarıda bulunduğunu bir kere daha anlamış olduk:
“Ey iman edenler, (muharip) Yahudi ve Hristiyanları dostlar (veliler-müttefikler) edinmeyin; onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden onları kim dost edinirse, kuşkusuz onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna hidayet vermez.” (5/Maide, 51.)
Söz konusu taahhüt bize hakikat-i halde “İsrail” diye “bir devlet” olmadığını göstermektedir; İsrail tuhaf bir entitedir. BM’ye kayıtlı 193 devlet içinde sınırları belli olmayan tek “entite” İsrail’dir. Çünkü bir işgal devletinin sınırları belli olmaz; eğer Tevrat’ta vadedildiği üzere Nil’den Fırat’a kadarki topraklar İsrailoğullarına tahsis edilmişse İsrail’in sınırları olmaz, her adımda biraz daha işgal ile genişleyerek nihai sınırlara ulaşmak isteyecktir.
Başka açıdan İsrailliler savaşçı değildir, tarihsel olarak diyasporada yaşadıklarından mesailerini ticarete ve bankerliğe teksif etmişlerdir. Bugün de İsrail ordusunun savaş yetenği zayıftır. 1973 savaşında İsrail, bazı askerlerini tanklara zincirleyerek cepheye gönderiyordu. Gazze olayında da askerlerin yüzde 46’sı savaşmak istemiyor. Afganistan ve Irak’ta müslüman katleden Amerikan Özel Kuvvetleri’ne mensup yüzlerce asker İsrail üniforması giyip akın akın Gazze’ye geliyorlar. Uçaklardan bomba atmak savaşçılık değildir, asimetrik, orantısız güç kullanmaktır ki, bu türden katliam adil bir savaşın ahlakına uygun düşmez.
Şu halde 1948, 1967, 1973 savaşlarında gördüğümüz gibi, bugün de Filistinliler ve Araplar İsrail’e karşı savaşmıyor, batıyla savaşıyorlar. Batı bir kere kenarda dursun bir haftada bütün Filistin topraklarını kurtarırlar. İsrail’in her seferinde Arapları yendiği tam bir hikaye. Eğer Arap olmayan bölge ülkeleri (Türkiye ve İran) doğrudan Filistinlilerin yanında savaşa giremiyorlarsa, bunun da sebeplerinden biri İsrail’den çekindikleri için değil, bütün bir batıyla savaşı göze almanın getireceği ağır maliyetin vehametini göz önüne almalarıdır. Ancak korkunun ecele faydası yoktur.
7 ekim saldırısının görünmeyen sonuçlarından biri İsrail’de hem kamuda hem toplumsal alanda ortaya çıkan dehşet verici paniktir. Son bir ayda inanılmaz derecede yahudi İsrail’i terketmeye başladı. Eğer Amerika ve Avrupa anında imdada yetişmeseydi, hem yönetim mekanizması hem ordu çoktan çözülmeye yüz tutmaya başlamıştı. 27 bin km2’lik daracık bir yerde muhasara altında yaşayan birkaç binlik Kassam Tugayları Amerika ve Avrupa olmasaydı İsrail’i darmadağın edeceklerdi ki, iyi bir gözlemcinin dediği gibi “İsrail nihai yenligisini ilk yenilgisinde alacaktır.” Gazze en asgari insani ihtiyaçlarını karşılamaktan yoksun, İsrail’in silah ve para derdi yok, İsrail Maliye Bakanı Bezalel Smotrich, Gazze’ye saldırının günlük maliyetinin 246 milyon dolar olduğunu söylüyor. Hiç sorun değil, Amerika ve Avrupa bunu fazlasıyla karşılamaya hazırlar. Gazze’ye gıda ve tıbbi malzeme göndermekte acze düşen bölge İslam ülkelerinin de İsrail’le ticaretleri aksamadan devam etmektedir.
İsrail’e olan batı taahhüdünün hem ABD hem Avrupa açısından iki boyutu var. İlki; Avrupalılar, tarihsel olarak yahudilerle bir arada yaşamak istemiyorlar. 11. yüzyılda yahudiler için gettolar kurulmuştu, haftanın bir günü yahudiler gettolarından çıkar, pazara gelir ama kolay kolay Avrupalı onlarla fiziksel temasa bile geçmekten imtina ederdi. Hıristiyan Avrupa, Yahudileri “İsa’nın çarmıha gerildiğine ilişkin” inancından dolayı “Tanrı katili” kabul eder. Bu algı neredeyse her Avrupalı hıristiyanın bilnçaltında sabit bir dogma olarak durur; seküler Avrupalılar ise kendilerini “Tanrı’nın seçilmiş halkı” olarak gören yahudilere, Fransız ihtilalinin şiarı “eşitlik” ilkesini reddettikleri için hoşgörüyle bakmazlar. Esasında inancı gereği bir Yahudi kendini goyimden olan hiçbir insanla eşit görmez. Onun varlık hiyerarşisine göre Yahudi Tanrı ile insan arasındadır. Yahudinin altındaki mertebeler şöyle sıralanır: İnsan, hayvan, bitkiler, cisimler…
17. yüzyıldan başlayarak yahudilerin kapitalizmin gelişmesinde oynadıkları rol ve yahudi olmayan Avrupalılara karşı takındıkları küstah, şımarık tavır Almanlar’da Nazilerin milyonlarca yahudiyi haksız yere öldürmelerine yol açtı. Nazi soykırımı derin bir travmaya yol açtı; her ne kadar yahudileri koruyucu epey yasal ve fiili önlem alnıdıysa da, milyonlarca yahudinin Avrupa’da yaşaması her zaman Nazi tehdidini diriltebilirdi. İyisi mi, bu tehdidi potansiyel olmaktan çıkarmak üzere yahudilere Filistin’de devlet kurma fikrini ortaya attılar ve her ne olursa olsun Filistin topraklarında İsrail’i koruyacaklarına dair taahhütlerde bulundular. Bu saikle Avrupa ülkeleri en temel değer olarak korunan ifade özgürlüğü ve insan hakları, savaş suçları gibi konularda yahudileri ve İsrail’i muaf tutmaktadırlar. Kaç Avrupa ülkesi Gazze katliamını protesto eden gösterileri yasaklamak istedi; Filistin’e destek açıklayan gazetecileri, sporcuları işinden attı.
Amerika açısından konunun bir dini, bir politik-askeri olmak üzere iki boyutu var: Dini boyutu; sayıları 70 milyon üzerinde olan Evanjeliklerin (Hıristiyan siyonistler) Mesih’in bir an önce gelişini a. İsrail devletinin kurulmasına, b. Dünyadaki bütün yahudilerin İsrail’e göç etmelerine, c. İsrail ile çevre halklar (Araplar ve diğerleri) arasında Armagedon denen yerde kanlı bir savaşın çıkmasına bağlı görmeleridir. Kongre üyesi Peter Sessions, “Tanrı’yı yüceltmek için iki ulus kuruldu: ABD ve İsrail.” Bu açıdan ABD’de karar vericilerin zihinlerinin gerisinde yatan inançları görmezlikten gelmek hata olur. 1986’da Amerika, Libya’yı bombalamadan birgün önce Ronald Reagen şöyle demişti: “Bu savaş İsmailoğullarını çölün derinliklerine sürünceye kadar devam edecektir.” 1991 Körfez saldırısında da Baba Bush “Haçlı savaşları yeniden başlamıştır” demişti. İsrail-Filistin savaşını “dini savaş” olarak görmeyelim diyenler, sadece Filistinlilere ve müslümanlara vaaz veriyor, Yahudi ve Hıristiyan siyonistlerin attıkları dini naralara kulaklarını tıkıyorlar.
Hıristiyan siyonistlerin Yahudi siyonistlerle işbirliği halinde Amerikan siyaseti üzerinde etkileri oldukları muhakkak. Ancak nihayetinde doğru olanı şu ki, İsrail veya yahudiler Amerika’yı değil, Amerika İsrail’i ve yahudileri yönetiyor.
Politik ve askeri olarak Amerika’ya göre İsrail, Arapların ve müslümanların tam ortasında iş gören haydut bir aygıt, kiralık bir tetikçidir. Hatırlayalım ABD Devlet Başkanı Biden ne demişti:
“İsrail olmasaydı, yine de bir İsrail icad etmek gerekirdi.”
“İsrail’e yaptığımız yardım Amerikan halkının geleceği için en iyi yatırımdır.”
Kısaca Avrupa açısından İsrail, antisemitizm dolayısıyla yaşadıkları sorunu Ortadoğu’ya ihraç ettikleri bir musibet –elbette ABD ile yürüttükleri kaynak sömürüsü de önemlidir-; ABD açısından ise Müslüman dünynın yeraltı ve yerüstü kaynaklarının yağmalanması ve İslam Birliği’nin (İttihad- Anasır-ı İslam) kurulmasının engellenmesi için elverişli bir aparattır. Paradigması ve işleyişi eleştiriye açık olsa da, bölgede demokrasilerin yerleşmemesinin önemli sebeplerinden biri İsrail’dir.
Sonraki yazımızın konusu “Müslüman siyonistler” olacaktır, inşaallah.
objektif ve kapsamlı bir anlatım.teşekkürler