08.04.2024
1.
Geçenlerde Filistinli vaiz Ali el Hasenat, tarihin en kısa Cuma hutbesini okudu.
Metin şöyleydi:
“30 bin şehid, 70 bin yaralı ve iki milyon evsiz Filistinli ümmeti uyandırmadıysa, benim sözlerimin ne anlamı var? Kime ne söylemeliyim?
Saflarınızı düzeltin, namazımızı kılalım!”
Tabii ki hutbenin okunduğu tarih ile bugün rakamlar değişmiştir. Şimdi 33 bin şehit ve 100 bin kayıp insandan söz ediliyor.
Nüfusları iki milyara yaklaşan Müslüman ülke liderleri, İsrail’in Gazze’de aylardır sürdürmekte olduğu barbar katliamı, hukuk diliyle soykırımı seyrediyor.
Hayır, seyretmekle kalmıyor Arap ülkeleri, Türkiye, Azerbaycan ve Kazakistan gibi ülkeler her geçen gün ticaret hacimlerini arttırarak İsrail’e lojistik sağlıyorlar; bundan Malezya, İran, Lübnan ve Yemen Husilerini ayrı tutabiliriz.
Herkesi kahreden ise Türkiye’nin süren ticareti. Resmi makamların yalanlamadığı verilere göre Türkiye İsrail’e yakıt, kimyasal hammadde, çelik, çimento, dikenli tel, elektrik, silah aksamı, jet yakıtı, gübre, gıda, askeri elbise satıyor, Ceyhan üzerinden Azeri petrolünün akmasına izin veriyor. Söz konusu malzemenin tedariği lojistik destek ve yardımdır.
Batı dünyasında, İslam aleminde ve elbette Türkiye’de İsrail’in vahşetine ve süren ticarete tepkiler var. Lakin tepkilerin karar mercileri üzerinde herhangi bir etkisi yok. Ticareti hiçbir tepkinin engelleyemediği Türkiye’de muhafazakar-milliyetçi bir iktidar var; bu iktidarın seçmeni Filistin konusunda çok duyarlı, bir ara Kudüs’ü ve işgal edilmiş toprakları Türkiye’nin kurtaracağı söyleniyordu, hatta 2019 belediye seçimlerinde “İstanbul düşerse Kudüs düşecek” diye meydanlarda nutuklar atılmıştı.
Ama 7 Ekim 2023’te başlayan soykırıma karşı Türkiye’nin destekçi rolü ortaya çıkınca 31 Mart 2024 seçimlerinde İktidar Bloku’nun yaşadığı feci yenilginin sebepleri arasında Gazze ilk sıralarda yer aldı.
Dahası, ticareti sürdüren şirketlerin önemli bölümünün “İslamcı” gelenekten gelen MÜSİAD’çılar olduğu ortaya çıktı. Ve mine’l acaib!
Bu akıl almaz tutuma tepki gösterenlere polisin uyguladığı şiddet, özellikle “başörtülü bacıların” İsrail’e ticareti protesto ederken maruz kaldıkları kötü muamele (6 Nisan) “Bizim kırmızı çizgimiz Filistin mi, İsrail mi?” sorusunu gündeme getirdi?
2.
İsral’le ticareti ve dolayısıyla lojistik destei sürdürmenin geri plandaki sebebi nedir?
a. İsrail’e muhabbet mi?
b. ismi telaffuz edilmemiş stratejik işbirliği anlaşması mı?
c. ekonominin zarar göreceği kaygısı mı?
d. Amerika-Avrupa korkusu mu?
Muhtemelen birinci faktör “korku” (d) ve “ekonomi” (c) olmalı. “Stratejik işbirliği” büsbütün ihtimal dışı değil, zira Batı ile özellikle Amerika ile stratejik işbirliği anlaşmanız varsa –ki zaten ayrıca bir metin imzalamak gerekmez, NATO üyeliği yeter- İsrail ile de stratejik işbirliğinizin olması kaçınılmazdır.
Türk hükümetinin, hele önde gelen şahsiyetlerin İsrail’e “muhabbet” duyacakları düşünülemez.
Ama varsayalım ki İsrail’le süren ticarette “korku, ekonomi ve stratejik işbirliği” rol oynamış olsun, bunlar reel faktörlerdir. Fıkhi açıdan faktörlerin reel olması, İsrail’le ticaretin meşru gerekçesi olabilir mi?
3.
“Müslümanlar yek vücut gibidirler.” (Buhari, Edeb, 27; Müslim, Birr, 66.) Binaenaleyh Müslümanlar birbirlerinin aleyhinde başkalarıyla ittifak kuramazlar; bir müslüman gruba savaş açılmışsa, onunla velayet ilişkisine giremeyecekleri gibi onunla ticaret de yapamazlar.
“Sizin ümmetiniz tek bir ümmettir” (21/Enbiya, 92). Mevcut durumda “bir İslam ümmeti yoksa, çıkarları ve hedefleri birbirine çatışan birçok devlet, mezhep, kavim, hizip, cemaat var da, bu topluluklar çıkar sebebiyle birbirleriyle rekabet ve kavga halinde” ise helâk olmaları mukadderdir.
Helâk yakındır.
İslam ümmetinin en müstaz’af organı olan Filistinliler, iki milyon Gazzeli katliama, açlığa ve sürgüne maruz kalırken “korku, ekonomi ve stratejik işbirliği”nin mazeret olarak hükmü var mı?
Bu soruya Kur’an-ı Kerim’den bakarak cevap bulmaya çalışalım:
1. Gayrımüslimlerle ilişkileri düzenleyen ayetlerden ikisi şunlardır:
“Allah, sizinle din konusunda savaşmayanlara, yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever. Allah, ancak din konusunda sizinle savaşanları, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkaranları ve sürülüp-çıkarılmanız için arka çıkanları veli edinmenizden sakındırır. Kim onları dost edinirse, artık onlar zalimlerin ta kendileridir.” (60/Mümtehine, 8-9)
Bu ayetler gayrımüslimleri velayete layık (muahidler) ve kendileriyle savaş halinde olunan düşmanlar (muharipler) olmak üzere iki gruba ayırır. Muahidlerle sosyo politik velayet ilişkisine girmek mümkün iken, düşmanlık gösterenlerle savaşılır. (Geniş bilgi için bkz. Ali Bulaç, Kur’an Dersleri/Tefsir, VII, 41-43.)
Bu ayetlerden bakıldığında Filistinliler öldürülüyor ve yurtlarından sürülüyor. Binaenaleyh bu cürmü işleyen İsrail’le her türlü diplomatik, ticari, siyasi, askeri ilişkinin (velayet) meşru gerekçesi yoktur.
2. Diğer ayet şöyle:
“De ki: “Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kâr getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah’tan, O’nun Resûlü’nden ve O’nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fasıklar topluluğuna hidayet vermez.” (9/Tevbe, 24.)
Bu ayet, yorumlanmayı gerektirmeyecek kadar açıktır. Aile fertleri (baba-anne, eş, çocuklar, kardeşler); aşiret (milli çıkar/asabiyet); mal ve ticaret; evler bizim imtihanımızdır. Bunlar bize Allah’tan, Resulünden ve Allah yolunda cihad etmekten (düşmanla savaşmaktan) daha sevimli geliyor ise, Allah’ın emri yani helâk ve azab gelinceye kadar bekleyelim.
Mümtehine suresinde (60/8-9) söz konusu hükümlere aykırı davrananlar “zalimler”, Tevbe suresinde (9/24) “fasıklar” olarak nitelendirilmektedirler.
Savaş durumunda düşmana kamu veya özel şirketler eliyle mal satılması, öncesinde sözleşmelerin imzalanmış olması hükmü değiştirmez, ilişki hemen ve tamamen kesilir. Amerika, İran’a, Irak’a ambargo uyguladığında, kamu-özel şirket ayrımı yapmadı, hangi şirket mal satmaya kalkıştıysa onu cezalandırmaya çalıştı.
Müslümanların savaş halinde oldukları düşmana mal satamayacağı hükmü muteber müçtehitlerin içtihadıdır. Bu içtihadı yapanlardan biri olan İbn Abdusselam’ın içtihadını konuyla ilgili kendisine yöneltilen bir soruyu cevaplayan Erenköy Cemaati’nin hocalarından Osman Nuri Topbaş hatırlattı (Karar, 7 Nisan 2024): Topbaş hocanın soruya verdiği cevap şöyle:
“-Zalim İsrail ve onları destekleyenlerle mallarını boykot konusunda misal nakletmek istiyorum. Şâfi fakihlerinden İbn Abdüsselâm, İslâm dünyasına savaş açmış haçlılara silah ve silah yapımında kullanılacak malzemenin satışının haram olduğuna ve bunu yapanların zalim olacaklarına dair bir fetvâ yayınlamıştı. Bu fetvâyı duyan terzilerden biri İbn Abdüsselâm’a gelerek:
“–Haçlılar bana elbise diktirmeye geliyorlar. Ben haçlılara elbise dikersem bu zulme ortak olur muyum?” diye sordu.
İbn-i Abdüsselâm günümüze de ışık tutan şu muhteşem cevabı verdi:
“–Hayır, sen zulümlerine ortak olmazsın. Sana iğne iplik satan zulme ortak olur, sen zalimin ta kendisi olursun.”