27.01.2022
Bundan önceki yazılarımızda irtidat konusunun klasik fıkıh kitaplarında nasıl ele alındığını, sahabenin tatbikatını, mürtedlere verilecek ölüm cezası konusunda icma olup olmadığını ve Hz. Peygamber’in irtidat ve mürtedlerle ilgili hadislerini ve tatbikatını ele aldık.
Bu yazıda konunun Kur’an-ı Kerim’de nasıl ele alındığına bakmaya çalışacağız. Konuyla ilgili doğrudan veya dolaylı ayetleri üç ana grupta toplamak mümkün:
A. Münafıklar ve irtidat,
B. Kitap ehli ve irtidat,
C. Müslüman iken dinden irtidat edenler.
A. Münafıklar
(63/Münafikun Suresi)
- Münafıklar sana geldikleri zaman: “Biz gerçekten şehadet ederiz ki, sen kesin olarak Allah’ın elçisisin” dediler. Allah da bilir ki sen elbette O’nun elçisisin. Allah, şüphesiz münafıkların yalan söylediklerine şahidlik eder.
- Onlar, yeminlerini bir siper edinip Allah’ın yolundan alıkoydular. Doğrusu ne kötü şey yapıyorlar.
- Bu, onların iman etmeleri sonra inkâr (irtidat) etmeleri dolayısıyla böyledir. Böylece O, kalplerinin üzerini mühürlemiştir, artık onlar kavrayamazlar.
- Onlara: “Gelin Allah’ın Resûlü sizin için mağfiret (bağışlanma) dilesin” denildiği zaman başlarını yana çevirdiler. Sen, onların büyüklük taslamışlar olarak yüz çevirmekte olduklarını görürsün.
- Senin onlar adına mağfiret dilemen ile mağfiret dilememen onlar için birdir. Allah, onlara kesin olarak mağfiret etmeyecektir. Şüphesiz Allah, fasık bir kavme hidayet vermez.
- Onlar ki: “Allah’ın Resûlü yanında bulunanlara hiç bir infak (harcama)da bulunmayın, sonunda dağılıp gitsinler” derler. Oysa göklerin ve yerin hazineleri Allah’ındır. Ancak münafıklar kavramıyorlar.
(4/Nisa suresi)
- Şu hâlde münafıklar konusunda ikiye bölünmeniz ne diye? Oysa Allah, onları kazandıkları dolayısıyla tepetaklak etmiştir. Allah’ın saptırdığını hidayete erdirmek mi istiyorsunuz? Allah kimi saptırırsa, artık sen ona kesin olarak bir yol bulamazsın.
- Onlar, kendilerinin inkâra sapmaları gibi sizin de inkâra sapmanızı istediler. Böylelikle bir olacaktınız. Öyleyse Allah yolunda hicret edinceye kadar onlardan veliler (dostlar) edinmeyin. Şayet yine yüz çevirirlerse, artık onları tutunuz ve her nerede ele geçirirseniz öldürün. Onlardan ne bir veli (dost) edinin, ne de bir yardımcı.
- Ancak sizinle aralarında andlaşma bulunan bir kavime sığınanlar ya da hem sizinle, hem kendi kavimleriyle savaşmak (istemeyip bun)dan göğüslerini sıkıntı basıp size gelenler (dokunulmazdır.) Allah dileseydi, onları üstünüze saldırıdır, böylece sizinle çarpışırlardı. Eğer sizden uzak durur (geri çekilir), sizinle savaşmaz ve barış (şartların)ı size bırakırlarsa, artık Allah, sizin için onların aleyhinde bir yol kılmamıştır.
- Diğerlerini de sizden ve kendi kavimlerinden güvende olmayı istiyor bulacaksınız. (Ama) Fitneye her geri çağrılışlarında içine başaşağı dalarlar. Şayet sizden uzak durmaz, barış (şartların)ı size bırakmaz ve ellerini çekmezlerse, artık onları her nerede bulursanız tutun ve onları öldürün. İşte size, onların aleyhinde apaçık olan ‘destekleyici bir delil’ kıldık.
Bu ayetler grubunun, ya Uhud savaşından geri dönenler (Bkz. 3/Al-i İmran, 153) veya Mekke’de Müslümanlıklarını açığa vurdukları halde hicret etmeyenlerle ilgili indikleri rivayet edilmektedir. Uhud savaşında 300 kişi cepheden geri dönüp Hz. Peygamber’le savaşmadı. Bunun üzerine bazı Müslümanlar bunların öldürülmelerini istedi, bu konuda görüş ayrılığı çıktı. Ayetin bu olay üzerine indiği söylenir. Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurdu: “Medine güzel ve hoş şehirdir (taybe). Ateş demir ve gümüşün cürufunu nasıl dışarı atarsa, o da içindeki pislikleri öylece atar.” (Buhari, Fezailu’l Medine, 10; Müslim, Münafıkun, 6. Ayrıca bkz. 7/A’raf, 178.) Mevdudi’ye göre, burada sözü edilenler çevre kabilelerdir. Ancak müfessirler ve nüzul sebepleri üzerinde çalışanlar arasında ayetlerin nüzul sebebi üzerinde görüş birliği sağlanmış değildir.
Münafık, Allah’ın ve Müslümanların gizli düşmanıdır, zararı sadece kendine değil, başkalarına da dokunur. “Allah’ın ve Müslümanların düşmanlarıyla ilişkileri kesmek gerekir” (60/Mümtehine, 1). Bunlar düşman safında yer alan kimselerdir. M. Reşid Rıza, bu grubun önceden İslam’a girip sonra çıkan mürtedler olduğunu söyler. Bundan hareketle de, kendileri İslam’a ve Müslümanlara karşı savaş açmadıkça onlara dokunulmaz. Reşid Rıza’ya göre bu ayet, savaşçı olmadığı müddetçe mürtedlere dokunulmayacağına ilişkin bir delildir.
Mümtehine sûresinde (60/8-9) iki insan grubuna işaret edilmektedir: Biri, Müslümanların din ve vicdan özgürlüğünü tanıyan, Müslümanlarla dinlerinden ve hayat tarzlarından dolayı savaşmayan; onları yurtlarından sürmeyen ve düşmanlarıyla işbirliği kurmayanlar (muahidler); diğeri bunun aksi pozisyonda olanlar (muharipler). Bu ayet kümesinde ise üç tür insan grubundan söz edilmektedir: a) Düşman gruplar (muharipler), b) Anlaşmalılar (muahidler), c) Tarafsızlar.
Düşman gruplar muhariplerdir, onlarla savaş hali sürdükçe savaşılır. Ayet, “savaş halinde olduğunuz kimseleri bulduğunuz yerde öldürün” demektedir. Elbette bu, kişinin şu veya bu dini inancı ve kimliğinden dolayı öldürülmesini emrettiği anlamına gelmez, savaş ortamında düşman olması hasebiyle öldürülür. İkinci grupta anlaşmalılar yer alır. Anlaşmalılarla (muahidler) savaşılmayacağı açıktır. Bunlar hangi dinden olursa olsun, farketmez, puta tapıcı müşrik olsalar bile (Bkz. 9/Tevbe, 4). Eski Arap geleneğine göre, bir kabile anlaşmalı olduğu kabilenin hükümlerine tabii olurdu, çünkü o kabilenin mevlâsı idi. Yani onun gibi dost ve koruma altında kabul edilirdi. Kur’an-ı Kerim, savaş ortamında olsa dahi, anlaşmalı kabileden olan kimselerin de koruma altında olduğunu belirtmektedir.
Anlaşmalı tarafa sığınanlar da koruma altına alınır, savaş hali var diye öldürülmezler. Bu gibi kimseler anlaşmalı tarafa sığınmayı düşündükleri gibi, Müslümanlara da sığınma yolunu tercih edebilirler. Hem Müslümanlarla hem kendi kabileleriyle savaşmak istemeyenler üçüncü grubu, yani “tarafsızlar bloku”nu oluştururlar ki, bunlar da savaşın dışında tutulur.
(4/Nisa suresi)
- Gerçek şu, iman edip sonra inkâra sapanlar, sonra yine iman edip sonra inkâra sapanlar sonra da inkârları artanlar… Allah onları bağışlayacak değildir, onları doğru yola da iletecek değildir.
- Münafıklara müjde ver: Onlar için gerçekten acıklı bir azab vardır.”
(9/Tevbe suresi)
67- Münafık erkekler ve münafık kadınlar, bazısı bazısındandır; kötülüğü emrederler, iyilikten alıkoyarlar, ellerini sımsıkı tutarlar. Onlar Allah’ı unuttular; O da onları unuttu. Şüphesiz, münafıklar fıska sapanlardır.
68- Allah, erkek münafıklara da, kadın münafıklara da ve (bütün) kâfirlere, içinde ebedi kalmak üzere cehennem ateşini vadetti. Bu, onlara yeter. Allah onları lanetlemiştir ve onlar için sürekli bir azab vardır.
70- Onlara, kendilerinden öncekilerin; Nuh, Ad, Semud kavminin, İbrahim kavminin, Medyen ahalisinin ve yerle bir olan şehirlerin haberi gelmedi mi? Onlara resulleri apaçık deliller getirmişlerdi. Demek ki Allah, onlara zulmediyor değildi, ama onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı.
71- Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah’a ve Resûlü’ne itaat ederler. İşte Allah’ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.
72- Allah, mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara içinde ebedi kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vaadetmiştir. Allah’tan olan hoşnutluk ise en büyüktür. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.
73- Ey Peygamber, kâfirlerle ve münafıklarla cihad et ve onlara karşı sert ve caydırıcı davran. Onların barınma yerleri cehennemdir, ne kötü bir yataktır o!..
74- Allah’a and içiyorlar ki (o inkâr sözünü) söylemediler. Oysa andolsun, onlar inkâr sözünü söylemişlerdir ve İslamlıklarından sonra inkâra sapmışlar (dinlerinden irtidat etmişler) ve erişemedikleri bir şeye yeltenmişlerdir. Oysa intikama kalkışmalarının, kendilerini Allah’ın ve elçisinin bol ihsanından zengin kılmasından başka (bir sebebi) yoktu. Eğer tevbe ederlerse kendileri için hayırlı olur, eğer yüz çevirirlerse Allah onları dünyada da, ahirette de acı bir azabla azablandırır. Onlar için yeryüzünde bir koruyucu-dost ve bir yardımcı yoktur.
- Onlardan kimi de: “Andolsun, eğer bize bol ihsanından verirse gerçekten sadaka vereceğiz ve salihlerden olacağız” diye Allah’a ahdetmiştir.
- Onlara kendi bol ihsanından verince ise, onunla cimrilik yaptılar ve yüz çevirdiler; onlar böyle sırt dönenlerdir.
- Böylece O da, Allah’a verdikleri sözü tutmamaları ve yalan söylemeleri nedeniyle, kendisiyle karşılaşacakları güne kadar, kalplerinde nifakı (sonuçta köklü bir duygu olarak) yerleşik kıldı.
- Onlar bilmiyorlar mı ki, elbette Allah, onların gizli tuttuklarını da fısıldaştıklarını da biliyor? Gerçekten Allah, gaybın bilgisine sahip olandır.
- Sadakalar konusunda, mü’minlerden ek bağışlarda bulunanlarla emeklerinden (cehdlerinden) başkasını bulamayanları yadırgayarak bunlarla alay edenler; Allah (asıl) onları alay konusu kılmıştır ve onlar için acı bir azap vardır.
80- Sen, onlar için ister bağışlanma dile, istersen dileme. Onlar için yetmiş kere bağışlanma dilesen de, Allah onları kesinlikle bağışlamaz. Bu, gerçekten onların Allah’a ve elçisine (karşı) nankörlük etmeleri dolayısıyladır. Allah fasıklar topluluğuna hidayet vermez.
84- Onlardan ölen birinin namazını hiç bir zaman kılma, mezarı başında durma. Çünkü onlar, Allah’a ve elçisine (karşı) inkâra saptılar ve fasık kimseler olarak öldüler.
85- Onların malları ve evlatları seni imrendirmesin; Allah bunlarla, ancak onları dünyada azablandırmak ve canlarının onlar inkâr içindeyken zorluk içinde çıkmasını istiyor
Ayetlerden açıkça anlaşıldığına göre münafıklar hakikatte inkârcılardır (9/55); inkârlarını gizleyip zahirde Müslüman gözüktükleri için açıktan inkâr eden kafir veya müşriklerden daha aşağı bir derekededirler.
Dikkat çekici husus şu ki, Mekke’nin fethinden sonra Müslümanlar artık Hicaz bölgesinin yegâne güç sahibi olmalarına, bu arada inen ayetlerde münafıklara hayli ağır eleştiriler yapılmasına rağmen münafıklara karşı tutumda herhangi (sıcak çatışmayı gerektiren) bir değişikliğe gidilmemiştir:
Münafıklar imanı kendilerine siper ederler, gösterişlidirler ancak dış görünüşlerine aldanmamak lazım. Fırsatını bulduklarında İslam inancının ana umdelerini sarsmaya, güçleri yettiğinde Müslümanları tahakkümleri altına almaya çalışırlar. Kadınları ve erkekleri birbirlerine benzer. Yalnızca İslami dönemde ortaya çıkmış değiller, tarihin her döneminde ikiyüzlü, mürai/münafık tipler olmuştur (9/70), olmaya devam edecektir.
Kur’an-ı Kerim, münafıklarla Müslümanlara buğz ve düşmanlık içinde olan Kitap ehli kimselerin “birbirlerinin kardeşleri” olduklarını (59/Haşr, 11-12) belirtir. Hz. Peygamber (s.a.) münafıkların belirgin üç özelliğini sayar: “Sözlerinde durmazlar, konuştuklarında yalan söylerler, emanete ihanet ederler.” (Buhari, İman, 24; Müslim 107-108).
Tevbe (9) suresinde bu toplumsal grubun Allah’a, Resulü’ne ve ahiret gününe inanmadıkları belirtilir; fitne çıkarmaya çalışırlar; fasıktırlar; namazı üşenerek kılarlar; infakları gönülsüzcedir; İslam’ın ana değerlerini alay konusu edindikleri ve Peygambere eziyet ettikleri için ahirette çetin bir azaba maruz kalacaklardır. Münafıkların problemi imandan sonra inkâra düşmeleri veya hiç inanmadıkları halde mü’minmiş gibi gözükmeleridir, bu ahlaki zaafları dolayısıyla iyilikten sakındırır, kötülüğü teşvik ederler; cimridirler; Allah’ı unuttukları için Allah da onları unutmuş (rahmet diyarından çıkarmıştır); kişilik profilleri kendilerinden öncekilerle birebir benzemektedir. Hz. Peygamber kendileri için istiğfar/af dilese de bu kabul edilmeyecek, bu hal üzere ölmeleri durumunda namazları kılınmayacak.
Dahası İslam’ın ana değerlerine karşı misyon üstlenmek üzere yaptıkları mescidler (mescid-i dırar) Allah’a ihlasla ibadet edilen mescid değildir, bu gibi mescidlerde namaz kılınmaz.. Kur’an-ı Kerim, Hz. Peygamber’e kâfirlere ve mürted münafıklara karşı cihad etmesini ve onlara sert ve caydırıcı davranmasını emretmektedir (66/Tahrim, 9).
Özetle, münafıklar gerçekte inkârcı/kâfir ve mürtettirler. Mürted oldukları halde haklarında ölüm cezası verilmemiştir. Bunun sebebini İmam Şafii şöyle açıklamaktadır: Dilleriyle iman iddiasında bulunmaları onlar hakkında ölüm cezası verilmesine mani olmuştur. Demek oluyor ki, dille beyan yeterlidir, kimseye niyet isnad edilerek muamele edilmez.
Sonraki yazımızın konusu “Kitap ehli ve irtidat” ile “Müslüman iken dinden irtidat edenler” olacak.