05.02.2022
B. Kitap ehli ve irtidatla ilgili ayetler
(3/Al-i İmran suresi)
69- Kitap Ehlinden bir grup, sizi şaşırtıp saptırmayı arzuladı; fakat onlar ancak kendi nefislerini şaşırtıp-saptırırlar da şuuruna varmazlar.
70- Ey Kitap Ehli, siz şahid olup dururken, ne diye Allah’ın ayetlerini inkar ediyorsunuz?
71- Ey Kitap Ehli, neden hakkı batıl ile örtüyor ve bildiğiniz halde hakkı gizliyorsunuz?
72- Kitap Ehlinden bir bölümü, dedi ki: “İman edenlere inene gündüzün başlangıcında inanın, bitiminde inkar edin. Belki (böylece dinlerinden) onlar da dönerler.”
73- “Ve sizin dininize uyanlardan başkasına inanıp güvenmeyin.” De ki: “Şüphesiz doğru yol Allah’ın dosdoğru yoludur. Size verilenin bir benzeri birine (İslam peygamberine) veriliyor ya da Rabbinizin katında onlar (Müslümanlar) size karşı deliller getiriyorlar, diye mi (bu telaşınız?) De ki: “Şüphesiz ‘lutuf ve ihsan (fazl)’ Allah’ın elindedir, onu dilediğine verir. Allah (rahmeti) geniş olandır, bilendir.”
83- Peki onlar, Allah’ın dininden başka bir din mi arıyorlar? Oysa göklerde ve yerde her ne varsa -istese de, istemese de- O’na teslim olmuştur ve O’na döndürülmektedirler.
85- Kim İslam’dan başka bir din ararsa (veya benimseyecek olursa, bu asla) ondan (hak din olarak) kabul edilmez. O, ahirette de kayba uğrayanlardandır.
86- Kendilerine apaçık belgeler geldiği ve elçinin hak olduğuna şahid oldukları halde, imanlarından sonra küfre sapan bir kavmi Allah nasıl hidayete erdirir? Allah, zulmeden bir kavmi hidayete erdirmez.
87- İşte bunların cezası, Allah’ın meleklerin ve bütün insanların lanetlerinin üzerine olmasıdır.
88- İçinde temelli kalıcıdırlar. Onların azabı hafifletilmez ve onlar gözetilmezler.
89- Ancak bundan sonra tevbe edenler, ‘salih olarak davrananlar’ başka. Çünkü Allah, gerçekten bağışlayandır, esirgeyendir.
90- Doğrusu, imanlarından sonra inkâr (irtidat) edenler, sonra inkârlarını arttıranlar; bunların tevbeleri kesinlikle kabul edilmez. İşte bunlar, sapıkların ta kendileridir.
91- Şüphesiz küfredip kafir olarak ölenler, bunların hiç birisinden, yeryüzü dolusu altını olsa -bunu fidye olarak verse de- kesin olarak kabul edilmez. Onlar için acı bir azab vardır ve onların yardımcıları yoktur.”
(47/Muhammed, suresi)
- Şüphesiz, kendilerine hidayet açıkça belli olduktan sonra, gerisin geri (küfre) dönenleri, şeytan kışkırtmış ve uzun emellere kaptırmıştır.
- İşte böyle; çünkü gerçekten onlar (münafıklar), Allah’ın indirdiğini çirkin karşılayanlara (Kitap ehlinden Yahudilere) dediler ki: “Size bazı işlerde itaat edeceğiz.” Oysa Allah, sakladıkları şeyleri (sır olarak konuştuklarını) biliyor.
- 30. Eğer dilersek, sana onları elbette gösteririz, böylelikle onları simalarından tanırsın. Andolsun, sen onları, sözlerin söyleniş tarzından da tanırsın. Allah, amellerinizi bilir.
Kitap ehli Yahudi ve Hıristiyanların kötü niyetli olanlarının merkeze alındığı bu ayet grubunda Kur’an- Kerim, Kitap ehlinin Müslümanları kendi inançları konusunda kuşkuya düşürmek, onları dinlerinden vazgeçirmek istediklerini haber vermektedir. Bunun sebebi, son vahyin kendilerinden birine değil, Hz. Muhammed (s.a)’e gelmiş olmasıdır. Müslümanları şaşırtmak, kendilerine olan özgüvenlerini sarsmak amacıyla sabah müslüman olduklarını beyan ediyorlar ama akşama kalmadan Müslümanlıktan çıkıyorlar.
Oysa Allah’ın dininden başka hak din yoktur, olmayınca da başka arayışlara girmen manası ve faydası yoktur. Bu elbette diğer müntesiplerinin, batıl din seçiminde bulunmaları dolayısıyla dünyada ağır müeyyidelere, baskılara maruz kalacakları anlamına gelmez; sadece eğer kişi hak ve hakkaniyet peşindeyse doğru seçimi son ilahi vahiy olan İslamiyet’tir. Kişi Allah’ın dinine teslim olduğunda varlık aleminin tümünde sürmekte olan teslimiyete iştirak etmiş, varlığın ahengine ve harmonisine katılmış olur. İlk insan toplumundan bugüne kadar gelen tek doğru ve kesintisiz ilahi çağrı budur, son ifadesini son vahiyde (Kur’an’da) bulmuştur. Bu hakikate rağmen doğru yoldan sapan zalim bir topluma yüce Allah hidayet vermez, böyleleri Allah’ın, meleklerin ve insanların lanetine maruz kalırlar, temelli olarak da azap içindedirler. Ancak hatasını anlayıp da tövbe edenler ve salih amellerde bulunanlar başka.
Söz konusu ayetler kümesinin merkezinde şu iki ayet (3/90-91) yatmaktadır:
“Doğrusu, imanlarından sonra inkâr edenler, sonra inkârlarını arttıranlar; bunların tevbeleri kesinlikle kabul edilmez. İşte bunlar, sapıkların ta kendileridir. Şüphesiz küfredip kafir olarak ölenler, bunların hiç birisinden, yeryüzü dolusu altını olsa -bunu fidye olarak verse de- kesin olarak kabul edilmez. Onlar için acı bir azab vardır ve onların yardımcıları yoktur.”
Burada imandan sonar küfre düşmenin, yani şu veya bu etki altında irtidat etmenin büyük bir suç olduğu belirtilmekte, fakat dünyevi maddi-somut bir cezadan söz edilmemektedir. Suç büyüktür, şu var ki bu suçun cezasını yüce Allah ahirette verecektir; bu suça ceza tayin etme işi müslümanlara veya kamu otoritesine verilmiş değildir.
İlk nesil müslümanlar, özellikle Hz. Ömer’in hilafete gelmesinden başlayarak müslüman olmayan toplulukları iki ana grupta toplamışlardır: a) Dinleri ve kutsal Kabul ettikleri kitapları dolayısıyla Yahudi ve Hıristiyanlar b) Kitapları olmasa da Kitap ehli statüsünde Kabul ettikleri din müntesipler (Budistler, Mecusiler vd.)
Her iki grupla ilişkileri ya muahid (anlaşmalı) veya muharib (savaş hali) şeklindeydi. Hz. Peygamber (s.a.) zamanında ise Medine Sözleşmesi içinde yer alanlar şöyle sıralanmıştı: Müslümanlar, Kitap ehli ve muahid (Medine içinde ve civarında yaşayan) müşrikler. Hz. Ebu Bekir’in hilafete gelmesiyle başlayan irtidat hareketleri başgösterince mürtedlere “muharib” ve “zımmi” dışında statü belirlenemedi.
C. İrtidat eden müslümanlarla ilgili ayetler
(16/Nahl suresi)
- 106. Kim imanından sonra Allah’a (karşı) inkâra sapıp da, -kalbi imanla tatmin bulmuş olduğu halde baskı altında zorlanan hariç- inkâra göğüs açarsa, işte onların üstünde Allah’tan bir gazab vardır ve büyük azab onlarındır.
- Bu, onların dünya hayatını ahirete göre daha sevimli bulmalarından ve şüphesiz Allah’ın da inkâr eden bir topluluğu hidayete erdirmemesi sebebiyledir.
- 108. Onlar, Allah’ın, kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimselerdir. Gafil olanlar onların ta kendileridir.
- 109. Şüphesiz, onlar ahirette ziyana uğrayanlardır.”
Bu ayetlerde imandan sonar inkara sapanların, başka bir deyişle İslam dininden irtidat edenlerin uhrevi azaba maruz kalacakları belirtilmektedir. Şüphesiz, bu ayetlerin nazil olduğu ortam tarihseldir, lakin belli bir tarihe ve belli bir toplumsal duruma göre alınması gereken tutumla ilgili genel perspektif ve hükümler tarihsel değil evrenseldir. Başka bir deyişle bugün ve yarın da müslümanların sıcak çatışma içinde oldukları ve olacakları kimselerden bir kısmı bu ayetlerde çizilen “müşrik-münafık” profilde olacaklardır. İşte bunlara karşı takınılacak tutum ve uygulanacak hüküm budur.
(2/Bakara suresi)
“Fitne, katilden beterdir. (Allah’a ortak koşanlar) Eğer güç yetirirlerse, sizi dininizden geri çevirinceye kadar sizinle savaşmayı sürdürürler; sizden kim dininden geri döner ve kafir olarak ölürse, artık onların bütün işledikleri (amelleri) dünyada da, ahirette de boşa çıkmıştır ve onlar ateşin halkıdır, onda süresiz kalacaklardır.” (2/Bakara, 217.)
İnanmayanların Müslümanlara reva gördükleri muamele “fitne”dir. “Fitne, katilden beterdir.” Fitne’ye ‘küfür’ diyenler olmuşsa da, buradaki bağlamında baskı ve şiddet anlamında engelleyici güç kullanımı demektir. Vicdan üzerinde kurulan her tür baskı fitnedir. Allah’a inanmayan veya Allah’a ortak koşanların, insanların İslam’a girmesini ve dini vecibelerini yerine getirmelerini engellemek üzere uyguladığı otoriter (özgürlükleri kısıtlayıcı ve baskıcı) politikaların tümü “fitne” kapsamı içine girmektedir. Allah’a ortak koşanların açık veya gizli amaçları inanan insanları dinlerinden geri çevirmek, bunun için –şiddet dahil- baskı politikaları uygulamaktır. Şirkin tabiatında şiddet ve baskı olduğunu söylemek mümkündür. Din ve vicdan özgürlüğünü kısıtlamak, dini hayat üzerine baskı uygulamak, haram aylarla ilgili yasağı ihlal etmekten daha ağır bir suçtur, bu yüzden meşru savaş sebebi sayılmıştır.
Dikkat çekici diğer nokta, inanmayanların, İslam’dan vazgeçmedikçe Müslümanlarla savaşmaktan vazgeçmeyecekleri anlaşılıyor. Bu, onların aynı zamanda farklı dinlerin bir arada yaşamaya tahammülleri olmadığını göstermektedir. Fitne’yi ahlaki normlardan yoksun politik bir tutum olarak benimsemeleri bunu gerektirmektedir, aksi halde kendileri inanmasa da, inanan insanlara saygı gösterir, onların dini hayatlarına karışmazlardı. Nitekim Müslümanlar hiç kimseyi zorla dinlerine mecbur etmedikleri gibi kimseye kendi dini vecibelerini, ibadetlerini veya yaşama biçimlerini de dayatmazlar. Demek oluyor ki, “fitne” ile İslam arasında herhangi bir ilişki kurulamaz, ama “fitne” ile şirk arasında neredeyse zorunlu bir illiyet bağı bulunmaktadır.
Şu veya bu sebeple dininden vazgeçen, yani İslamiyet’ten dönüp başka dine giren ve bu şekilde ölen kimse (mürted) kesin ziyana uğrar, bütün yapıp ettikleri boşa gider ve elbette ahirette feci bir azaba uğrar. Ayet dininden dönen kişi için herhangi dünyevi ve maddi müeyyide (ceza) öngörmez.
(3/Al-i İmran suresi)
- Kendilerine apaçık belgeler geldikten sonra, parçalanıp ayrılan ve anlaşmazlığa düşenler gibi olmayın. İşte onlar için büyük bir azab vardır.
- Bazı yüzlerin ağaracağı, bazı yüzlerin de kararacağı gün… Yüzleri kapkara-kesilecek olanlara: “İmanınızdan sonra inkar ettiniz, öyle mi? Öyleyse inkar etmenize karşılık olarak azabı tadın” (denilir).
(48/Fetih suresi)
13- Kim Allah’a ve Resûlü’ne iman etmezse, (bilsin ki) gerçekten Biz, kafirler için (ahirette) çılgınca yanan bir ateş hazırlamışızdır. (48/Fetih, 13.)
(4/Nisa suresi)
- Kim kendisine ‘dosdoğru yol’ apaçık belli olduktan sonra, elçiye muhalefet ederse ve mü’minlerin yolundan başka bir yola uyarsa, onu döndüğü şeyde bırakırız ve cehenneme sokarız. Ne kötü bir yataktır o!..
- 116. Hiç şüphesiz, Allah, kendisine şirk koşanları bağışlamaz. Bunun dışında kalanlar ise, (onlardan) dilediğini bağışlar. Kim Allah’a şirk koşarsa elbette o uzak bir sapıklıkla sapmıştır.
(5/Maide, suresi)
- “Bugün size temiz olan şeyler helal kılındı. (Kendilerine) Kitap verilenlerin yemeği size helal, sizin de yemeğiniz onlara helaldir. Mü’minlerden özgür ve iffetli kadınlar ile sizden önce (kendilerine) kitap verilenlerden özgür ve iffetli kadınlar da, namuslu, fuhuşta bulunmayan ve gizlice dostlar edinmemişler olarak -onlara ücretlerini (mehirlerini) ödediğiniz takdirde- size (helal kılındı.) Kim imanı tanımayıp küfre saparsa, elbette onun yaptığı boşa çıkmıştır. O ahirette hüsrana uğrayanlardandır.”
- “Ey iman edenler, içinizden kim dininden geri döner (irtidat eder)se, Allah (yerine) kendisinin onları sevdiği, onların da kendisini sevdiği mü’minlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı ise ‘güçlü ve onurlu,’ Allah yolunda cihad eden ve kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir. Bu, Allah’ın bir fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir.”
Söz konusu ayetler grubunda da dininden irtidat edenlere uhrevi ağır cezalar öngörülmekte, dünyevi ve maddi herhangi bir yaptırımdan söz edilmemektedir.
Şimdi irtidatla ilgili Kur’an’daki hükümler bu kadar açık iken, tarihte müfessirlerin ve fakihlerin hangi gerekçeleri öne sürerek “muharip (Müslümanlara savaş açan)” pozisyonda olmadığı halde din değiştirene ölüm cezasını verdikleri konusunu araştırmaya sıra gelmiş bulunmaktadır.