Ali Bulaç Yazdı: Yeni Durumda İrtidat ve Mürtedler 3

22.12.2021

1.Sahabe tatbikatı ve icma

Fakihler, dinden dönenlere ölüm cezası verileceğine ilişkin icma olduğunu söyler. Temel delillerinden biri sahabenin mürtedlerle savaşılacağına ilişkin ittifak etmiş olduklarını iddia etmeleridir (30). İrtidatla ilgili sahabenin veya sonraki fakihlerin sahiden icma edip etmediklerini az sonra ele alacağız. Şu var ki, icma olsun olmasın, sahabe tatbikatı tarihsel hukukun teşekkülünde önemli rol oynamıştır. Mesele bununla da bitmiş değildir, dört edille-i şer’iyye’den  biri olan icma’a (diğerleri Kitap, Sünnet ve Kıyas-ı fukahadır) karşı çıkmanın ağır maliyete yol açacağı da tarihte genel kabul gören bir görüştür ki, söz konusu kabule yani mürtede ölüm cezası verileceğine ilişkin görüşe karşı çıkanlar, aynı zamanda “icma”a karşı çıkmış sayılırlar. (31)

 İcma, “Hz. Peygamber (s.a.)’in irtihalinden sonra asırların/zamanların birinde bir şer’i hüküm hakkında müçtehidlerin ittifakıdır”; benzer bir icma tarifini bazı Ca’feri hukukçuları da yapmaktadır (32). Bilginlere göre sarih icma kesin delil teşkil eder, ona uymak vacip, muhalif olmak haramdır. Ne var ki, Şiilerin, Zahirilerin ve Mutezilenin bir kısım alimleri icmaı delil olarak kabul etmemişlerdir. (33)  Alvani, sahabe zamanında icma olmadığını, sonraki dönemlerde fakihler, mürtede takdir ettikleri ölüm cezasına hukuki bir zemin bulmak; bu arada Hz. Ömer (öl. 644), Süfyan es Sevri (öl. 777), İbrahim en Nehai (öl. 811) ve diğerlerinin bu hükmü desteklemediklerini dikkatlerden kaçırmak amacıyla buna başvurduklarını söylemektedir. Alvani’ye göre icmaı sonraki fakihler üretmişlerdir, amacı siyasi birlik ve idari istikrarı güvence altına almaktır. (34)

Ebu Ya’la el Ferra, sahabenin icma ile zekat vermeyi reddedenleri kâfir kabul edip onlara karşı savaştığını iddia eder (35), lakin hükmün hakikatini ve onu teşri eden kaynağını (vahiy) veya yasa koyucusunu (Şari’) inkar etmeden, bir hükmün gereğini yerine getirmekten imtina etmek küfrü gerektirmez, işlenmiş bir suça karşılık cezayı gerektirir.

Bu görüşün iki yönden kritik edilmeye ihtiyacı var: Biri, sahiden sahabenin dinden dönenlerin  öldürülmesi fikrinde icma ettiği doğru mu; diğeri sonraki dönemlerde mürtede ölüm cezası verileceğine dair müçtehidler arasında tam bir görüş birliği sağlandı mı?

Bu iki konuya yakından bakalım:

a.Hz. Ömer’in tutumu

Mürtedlere karşı takınılacak tutum konusunda Hz. Ömer’den  farklı rvayetler nakledilmiştir. Şöyle ki:

1) Hz. Ebu Bekir, mürtedlerle savaşma fikrini ortaya attığında, Hz. Ömer şöyle bir itirazda bulundu: “Lailaheillallah diyen bir kavmi öldürecek misin?” (Buhari, İstitabetü’lmürteddin ve’l muanidin ve kıtalühüm, 3; Tirmizi, İman, 1.)

2) Abdullah ibn Mes’ud (32/652). Hz. Ömer’e “İrtidat eden bir topluluğa rastlarsam ne yapayım?” diye sorar. Halife, “Tövbe etmeye davet et, tövbe ederse dokunma, etmezse öldür” talimatını verir. (36). Ancak aynı Abdullahibn Mes’ud’dan, irtidat edenlere ceza olarak ölüm değil, sürgün cezası verilebileceğine dair görüş de nakledilmiştir.

3) Hz. Ömer sınır boylarında teftiş yaparken olağanüstü bir durum olup olmadığını sorar. Oradakiler, bir kişinin dinden irtidat ettiğini ve onu öldürdüklerini söyleyince şöyle der: “Onu bir yere hapsedip ona ekmek verip hergün tövbeye davet etseydiniz ya! Belki tövbe edip Allah’a ve Resulü’ne dönerdi. (Sonra yüzünü semaya çevirip şöyle der:) Allah’ım, ben bu olayda bulunmadım, (onu öldürmelerini) emretmedim; duyunca da bundan hoşnut olmadım.” (37) Başka bir rivayet de şöyledir: Tüster savaşı sırasında Bekr bin Vail kabilesinden altı kişi irtidat eder, sahabeler onları yakalayıp öldürürler. Konu Hz. Ömer’e intikal ettiğinde şöyle der: “Ben olsaydım onları öldürmez, hapse atardım.” (38)

4) Aksini düşünse de Hz. Ömer’in Halife Hz. Ebu Bekir’in görüşüne katılması, konuyla ilgili görüşünü değiştirmesi değil, istişare ve değerlendirmeden sonra Hz. Ebu Bekir’in görüşünün genel kabul görmesi, bir bakıma yönetimin (devlet) resmi politikası haline gelmesi anlamına gelir. Nitekim halife olunca Hz. Ömer kendi görüşünü tatbik etmiş, sahabeler de onun görüşüne iştirak etmişlerdir. (39) Bu, Uhud savaşı öncesinde savaş yerinin tespiti ve savaş stratejisiyle ilgili Hz. Peygamber’in istişare ettiği sahabenin –kendisi onlarla aynı fikrde olmadığı halde- görüşünü kabul edip şura kararına uymasına benzer. (40)

Buradan baktığımızda Hz. Ömer’in kendi hilafet döneminde Hz. Ebu Bekir’den farklı bir politika takip etmesi, kendisinden önceki yönetime ait icma’ın terki anlamına gelir. Gannuşi, icma kavramını demokratik yönetim biçimleriyle ilişkilendirerek hem müslüman hem gayrımüslimlere ait partilerin meşru varlıklarına atıfta bulunarak “icma’da çoğulculuk (ta’dudiye fi itari’l icma’)” kavramından söz eder. (41) Bir bakıma farklı partiler, farklı icmalar anlamına gelir, bu da demokratik bir yönetimde icma’da çoğulculuğu ima eder.

Hz. Ömer’in mürtedlere öldürme cezasını vermemesinin sebebi, muhtemelen artık irtidat adı altında İslami yönetime yani Medine hükümetine karşı artık toplu ve örgütlü ayaklanmaların vuku bulmaması, dinden dönme olaylarının bireysel olmasıdır. (42)

b.Hz. Ali’nin tatbikatı

Kaynaklar Hz. Ali’nin mürtedlerle ilgili biri “itikadi” diğeri “siyasi” olmak üzere iki farklı tatbikatını kaydeder:

1.”İtikadi irtidat”la ilgili iki önemli rivayat var. Biri onu “rab ve ilah” gören bir grubu ateşte yaktırdığına dair iddia (43); diğeri Müslüman iken Hıristiyan olup İsa Mesih’in tanrı olduğunu iddia eden Müstevrid bin Kabisa el İclî’yi yaktırmasıyla ilgili rivayet. Eğer söz konusu rivayetler doğru ise Hz. Ali, herhangi bir silahlı ayaklanmaya kalkışmadığı halde sırf inançlarından dolayı insanlara ateşte yakılma cezası vermiş demektir.

Kur’an-ı Kerim, suçlunun ateşte yakılarak ceza verilmesine kötü örnek meyanında Nemrud’u gösterir (21/Enbiya, 69) ve hiçbir şekilde Müslümanların suçluların ateşte yakılmasıyla ilgili herhangi bir imada bulunmaz. Hz. Peygamber’in ise bu ceza çeşidini yasakladığını hadis kaynakları kaydetmektedir. Bu konuda üç rivayeti aşağıya alıyoruz:

a.Rasulüllah (s.a), Muhammed b. Hamza el-Eslemî’nin babasını bir seriyyeye komutan tayin etmişti. O, Rasulüllah’ın kendisine “Eğer falan kimseyi bulursanız onu ateşte yakın” diye bir emir verdiğini aktardıktan sonra sözlerine şöyle devam etti: Ben seriyyenin yanına döndüğümde, Allah Resulü beni çağırdı ve dedi ki, ‘Falan kimseyi bulursanız onu öldürün. Ancak onu yakmayın. Çünkü ateşle ancak ateşin sahibi olan Allah ceza verir.’(Ebû Dâvûd, Cihâd, 112)

b.Ebû Hureyre dedi ki, “Resulullah (s.a.) bizi bir seriyye ile gönderdi ve Kureyş’ten adlarını saydığı iki kişi için, ‘Falan ve falan kişilere rastlarsanız onları yakalayıp ateşte yakın.’ dedi.” Sonra, sözlerini şöyle sürdürdü: Yola çıkacağımız zaman veda etmek için Resulullah’a geldik. O, bize, “Ben size falan ve falanı ele geçirdiğinizde yakarak öldürmenizi söylemiştim. Oysa ateşle yalnız Allah cezalandırır. Siz onları yakalarsanız yakmadan öldürün.” (Buhari, Cihad, 107)

c.Hz. Ali irtidat eden bir topluluğu yaktırdığı haberi İbn Abbâs’a ulaşınca,öyle dedi: ‘Ben olsaydım onları yakmazdım. Çünkü Resulullah, “Allah’ın azabıyla cezalandırmayınız” demişti. Ben onları yakmadan öldürürdüm. Nitekim Resulüllah “Din değiştireni öldürünüz.” diye buyurmuştur. (Buhârî, Cihâd, 149; Ebû Dâvûd, Hudûd, 1; Nesaî, Muharebe, 14.)

Bu rivayetlerden Hz. Peygamber’in her ne olursa osun insan yakmayı yasakladığını, rivayete göre insan yaktığı öne sürülen Hz. Ali’nin bu tutumunu İbn Abbas’ın doğru bulmadığını anlıyoruz. Peki Kur’an’ı herkesten iyi bilen ve Hz. Peygamber’in sünnet ve siretinden hiç ayrılmayan Hz. Ali’nin insan yaktırdığı düşünülebilir mi? Bence rivayetlerde ciddi bir problem var. Nitekim İsrafil Balcı söz konusu rivayetlerin dikkatli bir kritiğini yapmıştır.(44) Ayrıca ateşte yakarak cezalandırma yöntemi kullanılmışsa, yanlış ve hatalı olmuştur; sahabe masum olmadığına göre bazı görüş ve tatbikatlarında hataya düşebilir.

  1. Hz. Ali’nin diğer tatbikatı: Haricilere ilişkin tutumu.

Resulüllah (s.a.) döneminde sonraki hukuki kuralların tespitinde yeterli somut örnek-olay olmadığından, bu prensiplerin önemli bir kısmı Hz. Ali’nin kendisine karşı vuku bulan ayaklanmalarda takındığı tutum, takip ettiği politikalar referans olmuştur. Hz. Ali, Cemel Vak’ası’nda Hz. Aişe’nin başına geçtiği orduya, Sıffin’de ona başkaldıran Muaviye’ye, sonra da Haricilere karşı savaştı. Malikiler dışında kalan üç önemli mezhep imamı, ayaklananların “bağiy” sıfatını kazanması için silah kullanmaları gerektiğine hükmetmişlerdir. Malikiler ise silah kullanma şartı olmaksızın devlet başkanına karşı çıkmayı isyan saymışlardır.

Bu konuda en dikkate değer görüş İmam Şafii’nin (öl. 150/767) içtihadıdır ki, kaynaklar Şafii’nin büyük ölçüde görüşlerini Hz. Ali’nin kendisine karşı savaşan, isyan edip silahlı ayaklanmaya kalkışanlara karşı takındığı tutuma dayandırdığını söylemişlerdir. Buna göre silah kullanmayanlar yanında, bir te’vile dayanarak silahlı ayaklanmaya kalkışanlara da uygulanacak ceza farklı olacaktır. Hz. Ali, her üç olayda ayaklananlara, ne savaş sırasında öldürdükleri kimselere karşı kısas uygulamış, ne onları esir almış ve ne de mallarını müsadere etmiştir. Cemel vak’asında Hz. Ali, kaçan isyancıların takip edilmemesini, yaralılarının öldürülmemesini emretmişti.(45) Sonraları fıkıhçılar, bir te’vil üzere meşru kamu otoritesine başkaldıran isyancılar (bağiler) ile dinden irtidat eden (mürted)ler arasında ayırım yapıp, onlara karşı takınılan tutumların farklı olduklarını iddia etmişlerdir. (46) Oysa Hz. Ebu Bekir, müslüman isyancılar ile dinden dönenler arasında ayırım yapmadan ikisiyle de savaşmıştı.

Hz. Ali’nin bu tutumundan önemli bir ilke türetilmiştir: “Te’vilde tekfir(e yer) yoktur.” Manası şudur: Eğer bir topluluk, görüş ve davasını, silahlı ayaklanmayla ifade edecek olsa bile, görüşü tev’il edilebiliyorsa, tekfir edilemez, ancak isyanları bastırılır ve bu maksatla onlara karşı savaşılır. Artık bunlar “bağiy” hükmündedirler.

Sahabe tatbikatında dikkat çeken husus, silahlı ayaklanmaya kalkışan mürtedler bastırıldıktan sonra, tümünün öldürülmeyip tekrar eskisi gibi merkezi hükümete bağlanılmalarıyla yetinilmesidir. Nitekim Halid bin Velid, Müseylime’nin isyanını bastırdıktan sonra kabilesi Hanifeoğullarıyla tekrar bir anlaşma imzaladı (h. 12/m. 633). (47) Oysa isyanı çıkaran sadece lider Müseylime değil, ona katılan kabilesi de isyana katılmış, dolayısıyla irtidat etmişti. Eğer mürtedin öldürüleceği hükmü kesin olsaydı, Müseylime’den sonra geri kalanlar da öldürülecekti. Başka olayda Halid, buna karşılık Malik bin Nevri ve akrabalarını Müslüman olduklarını açıkça ve ısrarla beyan ettikleri halde öldürmüştür.

  1. c. Sahabeden sonra tabiin ve etbei tabiin ile sonraki dönemin İslam bilginlerinin görüşleri de önemlidir:
  2. aa) Ömer bin Abdulaziz (101/720) ise, irtidat eden bazı kabileleri tekrar cizyeye bağlayıp kendi hallerine bırakmıştır. Ömer bin Abdulaziz sahabenin farklı tatbikatını göz önünde bulundurarak irtidat suçunu “ta’zir” kapsamında ele almış, olayın türüne göre farklı uygulamalarda bulunmuştur. (48)

Ömer bin Abdulaziz’in kendi içtihadına dayanarak başvurduğu başka bir uygulama var ki, Hz. Ebu Bekir’in tatbikatına tamamen aykırıdır. Hz. Ebu Bekir, ister mü’min ister inkârcı olsun, merkeze zekat vermeyi reddeden her kabile ve topluluğa karşı savaş açtı, isyanları bastırıp hem zekat aldı hem onları merkeze bağladı. Kısa sürede zekat alan yoksulları zekat verecek duruma yükselten Ömer bin Abdulaziz, hilafetinin ilk zamanlarında zekatı ikiye ayırıyor, yarısını merkeze alıyor, yarısını toplandığı yerde dağıttırıyordu. Ancak daha sonraları zekatın tümünün toplandığı yerde dağıtılmasına karar verdi ve öyle devam etti. (49) İmam Şafii’ye göre de zekatın mahallinde dağıtılması daha efdaldır.

Meşru V. Halife Ömer bin Abdulaziz, kendisine muhalif olanların mallarına el koymadığı gibi, Beytü’lmal’dan tahsisatlarını da kesmemiştir. Asilerden biri, kendisine muhalif olduğu için yıllardan beri atiyyesini alamadığını söyleyince adil halife Ömer bin Abdulaziz (II. Ömer), hemen ona o yılın istihkakını verdiği gibi alamadığı önceki yılların da atiyyesini ödedi. Valisine verdiği talimatta Haricilere galip geldiği takdirde onlardan alınan malların ailelerine geri verilmesini emretti. (50) Anlaşılan cezai ve sosyal adalette Hz. Ömer’i referans alan Ömer bin Abdulaziz, isyanlara karşı Hz. Ali’yi referans almış, bu arada kendisi de müçtehit olması hasebiyle inisiyatif kullanmış, ancak neredeyse her meselede üç önemli danışmanı Salim bin Abdullah, Muhammed Bin Ka’b el Kurazi ve Recep bin Havye ile istişare edip kararlar almıştır.

  1. bb) İbrahim en Nehai (76/714): “Mürted ödürülmez, ölünceye kadar tövbeye davet edilir.” (51) En Nehai’ye göre mürtedin tövbe hakkı hiçbir şekilde elinden alınmaz, hayatının sonuna kadar tövbe etme hakkına sahiptir, bu durumda üçüncü tövbeden sonra mürted öldürülür diyenler yanılmışlardır. (52)
  2. cc) Süfyan es Sevri (161/778): İbrahim en Nehai gibi, mürtede teklif edilecek tövbenin süresinin sınırlandırılmayacağı kanaatini serdeder. (53)
  3. dd) İbn Hazm: (456/1064), mürtedin tekrar İslam’a girmesi için zorlanabileceği yönünde icma olduğundan bahseder (54)

Zamanımızın bilginlerinden Yusuf Kardavi, Hz. Ömer’in mürtedin tevbe edinceye kadar hapsedilmesi gerektiği yönündeki görüşünden hareketle, öldürülmesiyle ilgili bir icmaadan söz etmez. (55)

Vehbe Zuheyli (1932-2015) de, irtidanın büyük suç olduğu yönünde icmadan söz etmekle birlikte öldürülmesi yönünde bir icmadan söz etmez, ancak mürtedin öldürüleceğine ilişkin alimlerin ‘ittifak ettiğini” söyler (56).

Buraya kadar anlattıklarımızdan ne sahabe döneminde ne sonrasında bu konuda icma oluşmadığını göstermektedir. Sonraki yazımızın konusu “Kadın mürted icmaı bozar mı?” olacaktır.

Notlar

30 ) İbn Kudame, el Muğni, X, 3;  X, 74;  Askalani, Fethü’l bari, XII, 177

31) İcma için bkz. Abdulvahap Hallaf, İlmu usuli’l fıkh, s. 45-51; Abdülkerim Zeydan Fıkıh usulü, s. 232-251;  Fahrettin Atar, Fıkıh usulü, 49-56.

32) Abdulkerim Zeydan, Age., s. 232.

33) Zekiyuddin Şa’ban, Hukuk ilminin esasları (Usulü’l fıkh), Notlar ekleyerek çeviren İ. Kafi Dönmez, TDV y., Ankara-2004, s. 108

34) Alvani, İrtidat, s. 17, 20; Sahip Beroje, İslam hukukunda irtidat cezasına yeni bir yaklaşım, İslami araştırmalar dergisi, Cilt: 12, Sayı: 4, 2004, s. 317.

35) Fatih Orhan, Ag.tez, s 55

36) Abdurrezzak, el Musannaf,  X, 168.

37) Malik bin Enes, Muvatta. Akdiya, 16; Beyhaki, Sünen, VIII, 207.

38) Abdurrezzak, Age. X, 165 vd.

39) İbn Hacer el Askalanı, Fethü’l bari, XII, 280. Büyük Haydar Efendi, “kıyas”a delil ararken sahabenin ve selef alimlerinin kıyas yaparak amel ettiğini, bakiye-i ashab bunu gördükleri halde bunu reddetmediklerini ve bunun da içma-i sükut olduğunu söyler. Usul-i fıkıh dersleri, Üç Dal Neşriyat, İstanbul-ty. s. 356.

40) Al-i İmran, 159. Ayetin tefsiri için bkz. Ali Bulaç, Kur’an Dersleri/Tefsir, II, 211-219

41)  Raşid el Gannuşi, el Hürriyatü’l amme fi devleti’l İslamiyye, Beyrut-1993, s. 294.

42) Nihat Dalgın, İrtidat ve cezası, Kur’an mesajı İlmi Araştırmalar dergisi. Ağustos-Eylül-Ekim, 98, Sayı:10, 11, 12,, s. 181 vd.

43) İbn Hacer, Fethü’l bari, XII, 270.

44) İsrafil Balcı, Mürtedlerin öldürülerek yakıldığına dair rivayetlerin tahlili, Din bilimleri akademik araştırma dergisi, 6 (2006) Sayı: 3. Bu konuda karmaşık, birbiriyle tutarsız rivayetler söz konusudur ki, bu rivayetlere dayalı hüküm bina etmek hayli güçtür. Bkz. Alvani, Age., s. 96, 113-116. İbn Hişam, Hz. Ebu Bekir’in de teslim olmayanların yakılması yönünde talimat verdiğini yazar.( İbn Hişam, Tarih, III, 278.)

45) Daha geniş bilgi için bkz. Adnan Demircan, Hz. Ali dönemi ve Ehl-i beyt, 2. Bsm., Beyan y., İstanbul-2014,s. 231 vd. Mehmet Azimli, Dört halifeyi farklı okumak 4, Hz. Ali, 6. bsm. S. 145-160.

46) Karşılaştırma için bkz. Adnan Akalın, İslam hukukunda devlete isyan suçu, s. 292 vd.

47) Mes’udi, et Tenbih ve’l İşraf, s. 280.

48) Sahip Beroje, Age., s. 124.

49) Ebu Ubeyd, Kitabü’l emval, Mektebetü’l külliyat el ezheriyye neşri, Kahire, 1388-1968, s. 762 ( Paragraf no: 1901; Türkçe çeviri, Düşünce y., İstanbul-1981, s. 555 (Paragraf: 1903).

50) İbn Sa’d, Tabakat, 342. Ayrıca bkz. Adnan Demircan, Ömer bin Abdulaziz, Ensar y. İstanbul-2021, s. 41-58, 61.

51) İbn Kudame, Age., X, 79.

52) Sahip Beroje, Age., 75.

53) Nakl. Fatih Orhan, Ag. Tez, 56.

54) İbn Hazm, el Muhalla XII, 118.

55) Yusuf Kardavi, İrtidat sorunu: Yaşanan sosyal sorunlar ve tehdit boyutu, Çev. Osman Güner, Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi V (2005), Sayı: 2

56) Vehbi Zuhayli, İslam fıkıh Ansiklopedisi, VII, 465.

Ali Bulaç’ın Tüm Yazıları

Önerilen Yazılar

Bir yorum: “Ali Bulaç Yazdı: Yeni Durumda İrtidat ve Mürtedler 3

  1. Vaziyet baştan bozulmuş. Bunu toparlamak mümkün gibi görünmüyor. Neden siyaseten katl bu kadar kolay daha anlaşılır ..öldürmek çok basit yaşatmak çok zor!

Emel için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.