04.03.2021
Aline kökünden gelen alinasyon, “Kendinden uzaklaşma, kendini tanımama, aklını yitirme, kendinde olmama, bir başkası olma” gibi anlamlara karşılık gelmektedir. “Aline” kök itibarı ile İngilizce türdeşi “aliener” kelimesinin Türkçe anlamı olan “uzaylı” kelimesine karşılık gelmesi bakımından da ilgi çekicidir.
Arapça’da mecnun, Farsça’da divane olarak anlamlandırılan “aline” kelimesi “cinlenmiş” anlamıyla da anılmaktadır.
Aline olan insan, kendindeki “insani özü” yitirerek aline olduğu varlığın veya mefhumun özüne bürünmüş demektir. Onu aline eden varlık veya nesne onun aklını, bilincini, kişiliğini, istek ve arzularını, duygularını, insani özünü kendinden koparmıştır. Artık kendisi olmayan insan, kendini para, makine, makam, amir, memur, ünlü, üstad, ilim, kutsal kısacası kendinden başka her şey gibi algılar duruma gelerek alineleşmiştir. Hatta züht ve takva gibi çok özel kavramlar bile kimi zaman bu sıfatı taşıyanlarını aline edebilmektedir.
Alinasyonu bir tür salgın hastalık gibi gören Ali Şeriati, bu hastalığın, insanlık tarihinde insanların maddi, düşünsel ve ruhsal hayatında meydana gelen birçok bozulmanın maddi ve manevi etkenlerine dikkat çekmekte, bu şekilde toplumun ve insanın kendine yabancılaştırıldıklarına inandığını söylemektedir.
Alinasyonda, insan, oluşan veya oluşturulan koşulların etkisiyle kendisini kaybedecek ölçüde hastalanabilmekte, yaratılıştan gelen varlığını yitirmekte, gerçek kimliğini ve kişiliğini kaybetmekte, kendini tanıyamaz ve tanınamaz hale gelebilmektedir. Bu durum insan dışı bir kişilik ve kimliğin insana yerleşmesinin bir sonucudur.
Zahitliğinde para gibi insanı aline etmesi
İnsanın saygınlığının ve kişiliğinin yerini almasına müsaade ettiği para, alinasyonda başı çekmektedir. Maddi hayatın sembolü olan para güncel fonksiyonu itibarı ile insanı aline etmekte; kendinden uzaklaştırmakta, insanı bir başkası yapmaktadır. Paraya bağlı ilişkiler, değer ve yargılarını paradan almaktadır. Parayı taşıyan güç, gücü kendinden sansa da ortadaki güç tamamen paraya aittir. Bu durumda bütün insani ve ahlaki kuralların belirleyicisi ve uygulayıcısı paradır. Bu haliyle insanilik paranın alinasyonuna kurban edilmektedir. Maddi hayatın sembolü olan paranın insanı aline ettiği gibi maddi hayattan yüz çevirişinde insanı aline ettiğine şahitlik edebiliriz.
İnsanın, çelişik iki şey yoluyla, hem züht, hem de para yoluyla aline olabildiğini söyleyen Ali Şeriati, bir zahit olarak bir köşeye çekilenlerin, toplumdan ve insanların sorunlarından uzak düşerek tam ve yetkin insan olmaktan çıktıklarını ifade etmekte, tıpkı paraya tapanlar ve tüm ilişkilerini para üzerine kuranlar gibi insani benliklerini duyumsamaktan uzaklaşarak aline olduklarını belirtmektedir.
Bir bireyin, toplumsal hayatında insanî bir boyutunu geliştirmek için başka bir boyutunu öldürmesi düşüncesiyle hareket etmesi züht ve takvada alinasyona düşmesi demektir. Kendi saflıklarını, temiz kalma hedeflerini korumak isteyen, her şeyi oluruna bırakan veya ahiretzedeliğe yönelen kişilikler, bir köşeye çekilmekle hem kendilerini aline etmektedirler hem de insanın ve insanlığın alinasyonuna meydan vermektedirler. Fiziki olmasa da zihinsel çekilmelerde aynı konumdadır. Bu durumdakiler bilginler ve büyük kişilikler olsalar dahi, tüm unsurları ile alt üst olmuş ve bir nesne haline gelmiş, kendini para veya benzeri bir unsur olarak algılayan aline olmuş insandan, fonksiyonel olarak farkları kalmamıştır.
Hristiyan ruhbanlığında sevgi öne çıkarılmakta, kötülüğe karşı çıkmak ve iyilik yapmak ise göreceli ve serbest bir şekilde tercihlere bırakılmaktadır. Bu anlayışla birey ve toplum hayatına dokunacak, kâmil manada verebileceği bir şey bulunmamakta ve kendi müdavimlerini aline etmektedir. İslam, iman etmenin yanında iyiliği, salih ameli şart koşmakta ve ancak bu yolla insanın alinasyondan kurtulabileceğini vurgulamaktadır.
İnsanilikten uzaklaştıran bilimin alinasyonu
Bilim, insanı ve insanlığı gerçek hayattan, varlığının gayesinden ve insanilikten uzaklaştırarak aline etmesi günümüzde en belirgin şekliyle yaşanan bir alinasyon halidir. Din bilimleri de bundan ari değildir. Bilim, genel itibarı ile insanın yaratıcısıyla, kendisiyle, toplumla, doğayla varlığına uygun olarak uyumlu bir şekilde yaşamasını sağlamak, ihtiyaçlarını karşılamak, benliğini korumak ve geliştirmek için vardır. Bu çizgisini sürdürdükçe bilim, insanı kendinden uzaklaştırmayacak, aklını verimli ve varlığına uygun kullandıracak, kendini tanımasını, kendinde kalmasını, kendi olmasını sağlayacak, kendine ve değerlerine yabancılaşmasının önüne geçecektir. İnsanı yüceltecek, insanı yeryüzünün halifesi konumunda tutacaktır. Ancak bilim günümüzde bu çizginin dışına çıkmış, toplumdan ve insandan kopmuş/koparılmış, gerçek gayesini terk etmiş, insani değerleri dışlamış, insana değil seküler dünyaya hizmet eden bir kisveye bürünmüştür. Bilim, adeta belirli bir zümrenin elinde tekelleşmiş, insanlığın büyük çoğunluğunun zihninden soyutlanmıştır. Bu yüzdendir ki, bir ilim erbabı ile sıradan bir insan bir araya geldiğinde konuşacak ortak bir zemin oluşmamakta, ilişkiler ve iletişim ya kopuk kopuk olmakta ya da tek taraflı kalmaktadır. Bu haliyle bilim insanı ve insanlığı aline ederek; kendine yabancılaştırarak, insani özü terk ettirerek faydadan çok zarar verici konuma gelmiştir. Bu haldeki bilim, bu sıfatı taşıyanı da dâhil insana ve hayata değer vermemektedir.
Bilim, insandan ve insanilikten kopuk, kendine has bağımsız bir dil ve mantık geliştirmekte, kendi adına düşünmekte, konuşmakta, duyguları yönlendirmekte, birçok insani duyguyu ve değeri yok saymakta, insanın önünde ve üstünde, insana rağmen onay ve karar makamlığını üstenmektedir. İnsan ise, ancak bunun sözcülüğünü ve hamallığını yapmaktadır. Bu durum bilimin insanı ve insanlığı aline etmesinin; kendine ve varlık sebebine yabancılaştırmasının bir sonucudur.
Teknolojinin değersizleştirdiği ve kendinden kopardığı insan
Tıpkı bilim gibi bilimin ürünü olan teknoloji ve makineleşme de hayatın her alanında insanı ve insanlığı kendinden uzaklaştırarak aline etmektedir. Teknolojinin ve makineleşmenin ülkeler arasında ve toplumda katmanlar oluşturduğu, insanı ve insanlığı değersizleştirdiği; insanlığa, bir dünyada yüzlerce farklı dünya, belirli bir zamanda binlerce değişik zaman yaşattığı ve her şeyi kendi hesabına programladığı bir gerçektir. Teknoloji ve makineleşme insanı kesin çizgileriyle bireylere ayırmış, toplumsal yaşamı kısıtlamış veya katmanlaştırmış, her alanda tek boyutluluğu öne çıkarmış, insanın yaşamsal bütünlüğünü bozmuştur. İnsanın sınırlı ve anlamsız hareketlerle hayat sürmesini zorunlu hale getirerek, onun bütünlüğünü tamamlayan duyularının bir kısmını kulanım dışına iterek yarım yaşamasına müsaade etmiştir. Teknoloji ve makineleşme ile aline olan insan, tek boyutlu düşünmekte, tek boyutlu hareket etmekte, yaşamakta ve inanmakta, hatta tek boyutlu eğlenmektedir.
Makineleşmenin insanı aline etmesine, bir makinenin bir vidasını sıkma işini, yaşamının merkezine oturarak, tüm yaşamını nasıl etkisi altına aldığını anlatan Charlie Chaplin’in Asrî Zamanlar filmini örnek veren Ali Şeriati, teknolojinin ve makineleşmenin hâkim olduğu bir sistemde, tüm zamanın tam anlamıyla programlanmakta olduğunu, insanın çalışmasının tamamen teknik ve mekanik bir biçim aldığını, bireyin çalışmasının tek boyutlu hale geldiğini, insanın ömrü boyunca, belirlenmiş sınırlı ve anlamsız hareketlerin dışında başka bir iş yapmadığını vurgulamaktadır.
İşleri kolaylaştıran, ancak insanı nesneleştiren ve kimliksizleştiren konumlar
İnsanın üzerine binen, içinde benliğinin ve kişiliğinin erdiği konumun veya makamın alinasyonu ise; çalışma koşulları, seçme ve tercih imkânı bırakmaması, yetenek ve becerisini kullanma şansını sınırlandırması yönüyle zuhur etmektedir. Öyle ki, kişi, kendi kişilik ve kimliğinden önce, bulunduğu konumu ve makamı ile algılanmakta, kendisi de bunu benimsemektedir. Artık yeni bir kişi olan yeni konum ve makam mağduru kişi, kendi içinde başka bir benlik ve başka bir kişilik barındırır hale gelmektedir. Bu yeni kimlik ve kişilikle işini yapan, etrafına yönelen insan, etrafındakileri de öyle görmekte ve değerlendirmekte, zincirleme alinasyonun baş halkası olma özelliğinin dışında bir anlam ifade etmemektedir. Bir gün o konumdan veya makamdan ayrılmak zorunda kalırsa, kaybettiği değerleri geri gelmeyen bir hiç durumuna düşmektedir. Bu yüzdendir ki, sistemin ve yönetimin güvencesi olan bürokrasi ve teknokrasinin rükûunu sayılan makam ve konumlar insanın ve insanlığın güvencesi değildir. Bu mekanizmanın etkisiyle aline olmuş insan ve insanlık artık mekanik bir üründür. Bir kuruluşun, şirketin, fabrikanın, üretimin veya tüketimin, çok yönlü kullanıma müsait baş ürünüdür. Kendi özü, içinde donmuş, işlevsiz bırakılmış, aklını işlevini sürdürdüğü şeyin emrine tabi olmuş ve bunu kanıksamış, farklı yol ve yordam arama gereği duymayan, sorgulamayan, düşünmeyen, bilinçten soyutlanmış bir ömür tüketmektedir. Çünkü işi yapan, anlamı belirleyen ve barındıran, planlayan, düşünen, seçen, karar veren, tüm süreci belirleyen, ödüllendiren, yücelten veya aşağılayan şirkettir, kuruluştur, sistemdir. İnsan ise bu mekanizmada anlamsız ve sürekli yenilenen devinmelerle hareket eden, vasfı bu mekanizmayla anlam kazanan, sonrasında, çaptan düştüğünde ortamdan uzaklaştırılan, emekliye ayrılan ve birden vasıfsızlaşan herhangi bir eşya veya nesne durumuna düşerek manasızlaşandır.
İdeallerin büyüklüğü karşısında temsil kabiliyetinin zayıflığı alinasyona zemin hazırlamaktadır
Günümüz dünyasında, bir insanın temsil ettiği değerler veya idealler ne kadar büyük olursa olsun, gerçek hayatta insanın onu temsil etme kabiliyeti ve yetkinliği ile sınırlıdır.
Hayatın bir gayesi vardır ve her insan gerçekte bunu bilir. Bu gaye çocuklukta ayrı, gençlikte ayrı, yaşlılıkta ayrı görünür ve ayrı tahayyül edilir. Hatta kişinin mesleği, konumu, zengin veya fakir oluşu bu tahayyül edişte etkindir. Bunun anlamı, hayatın gayesinin harici anlamlarının her dönemde baskın olmasından ileri gelmektedir. Bu haldeki insan harici anlamların etkisinden kurtulmak ve bulunduğu dönemi veya konumu en iyi şekilde değerlendirmek için idealler veya güncel rol modeller edinir. Kişinin edindiği idealler ve rol modeller kimi zaman öyle noktalara ulaşır ki, kişi onlardaki ütopikliği göremez, eksikliği veya insaniliği de göremez; hep yapılabilir ve en mükemmel model olarak görür. Bu durum alinasyona ve fark edince hayal kırıklığına en yakın durumdur. Bu dönemler ve konumlar geçtikten sonra, harici anlamlar etkisini kaybedince, heyecan ve tutku cazibesini yitirince, geçici değerler yerini gerçek değerlere bırakınca yaşanacak tek şey hayal kırıklığı ve değişmeyen kaybediş olacaktır.
İnsan, hayatın gayesini düşünürken ve ona göre idealler edinirken fizik ötesi arzular, derin ve yüce değerler, sürekli gelişen ve hükmeden yeteneklerin etkisi altındadır. Sınırsız gibi gelen kaynaklara ve düşünsel motiflere sahip olduğu zehabına kapılır. Oysa bütün bunların yanında topraktan geldiğini, yani ana hammaddesinin bir balçık olduğunu, bu balçığın içinde barındırdıklarını kendi bünyesinde de barındırdığını, bitmeyecek gibi gelen kaynakların ve hayatın son bulacağını ne kadar hesaba katabiliyorsa alinasyona düşme tehlikesi o kadar azalacak, kendi gerçeğini ve idealini o kadar istikrarlı yaşayabilecektir.
İnsan ve insanlık, bilimin, paranın, bürokrasinin, inancın, ideallerin insandaki karşılıklarının aline olması sonucu kendi gerçeğinden, eşyalaşarak veya vasıfsızlaşarak uzaklaşmaktadır. Buna rağmen insan, fıtratı gereği arayıştan tamamen vazgeçmemekte, fıtrat yordamı ile seçenekleri zorlamaktadır. Her olayda ve her ortamda sorularına ve sorunlarına tatmin edici karşılıklar aramaktadır. Ancak insanın bu arayışları her seferinde yoğun bir şekilde alinasyona; kendine yabancılaşma ve başka biri olma engeline takılmaktadır. Bu şekilde engellerle karşılaşan insan, kimi zaman sert kıvamda bir çizgiye yönelerek veya münferitleşerek, kimi zaman yalnızlaşarak, kimi zaman da zıt zihniyetteki kimliklerle kendini ifade etmeye yönelerek, farklı yol ve tercihlerle kendi alinasyonunu daha da hızlandırmakta ve felaketine zemin hazırlamaktadır.
Krizi tespitte ve teşhiste çoğunlukla başarılı olan insan, çözümde ve uygulamada aynı başarıyı gösterememekte sürekliliği sağlayamamaktadır. Bunun için insanın alinasyonunda öne çıkan kavramların düşünsel zeminde de uygulama zemininde de varlık nedenlerine uygun kullanılmasını sağlamak gerekmektedir. Öncelikle insanın inancına, düşüncesine, aklına, özgürlüğüne ve insanî kişiliğine her dönem, sık sık musallat olan tek boyutluluğu, bencilliği, sorgulamaksızın kabulü, ölçüsüzlüğü, şekilciliği, yüzeyselliği, vurdumduymazlığı ve bağnazlığı bir kenara iterek bilimin, düşüncenin, paranın, organizasyonun, ideallerin gerçek boyutuyla, insan için olanıyla meşgul olmak, aklın ve kalbin diliyle gündem etmek insanın ve insanlığın alinasyonda boğulmasını önleyecektir.
Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.