‘Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.’
Bugün hala bu uygulamaları ısrarla savunan ulusalcıların diliyle;
‘Din ayrı, devlet işleri ayrıdır. Din Allah ile kul arasındadır. İsteyen Allah’a inanır, namaz kılar, oruç tutar, camiye, Hac’a, Umre’ye gider, istediği kadar dua eder; bunun ötesinde tüm devlet işleri ve kamusal alan laiklik ilkelerine göre düzenlenir’
Laikçilerin İslam’a bakış açısını sığ, basit, klişe ancak çok açık bir şekilde özetleyen bu tanım başlı başına sorunludur ve hem dünya (kamusal alan) hem de ahiret (inanç) hayatını düzenleyen İslam’a kendi keyfine göre yeni bir format atmak demektir.
İslam’a Allah’ın emrettiği şekli ile iman eden tüm Müslümanlar yıllardır tüm İslam coğrafyasında bu tanımlama ve sınırlamaya itiraz etmekte ve inanç-iman ile birlikte kamusal alanda da var olmak istemektedirler.
Aynı çarpık bakış açısı Kürt meselesinde de yaşanmaktadır.
Kürtler, Kürtçe konuşabilir (artık!),
şalvarlarını giyerek folklor oynayabilir,
şarkı türkü söyleyebilir,
dillerini öğrenmek için kurslar açabilir,
gazete-dergi-kitap yayınlayabilir,
TV kanalları kurabilir ancak bundan öteye gidemez, kamusal alana çıkamazlar;
Kürtçe anadille eğitim yapamazlar.
Kürtçe ikinci veya üçüncü resmi dil olamaz,
bölgesel yönetimler kurulamaz,
köy kasaba, dağ, nehir…isimleri aslına iade edilemez.
Tıpkı İslam’ın kamusal alanda olamayacağı gibi Kürtlük de kamusal alanda var olamaz.
‘Var’ olursa ülke bölünür ve parçalanır!
Kısaca;
‘Kültürel Müslümanlığa evet!
Kültürel Kürtlüğe evet!
Kamusal Müslümanlık ve Kamusal Kürtlüğe ise zinhar hayır’
Şeklinde özetlenebilecek bu siyasi yaklaşıma çok hayret edilecek bir durum yok!
Çünkü bu teraneleri en az 100 yıldır dinliyoruz’
Alıştık-kanıksadık! Diyebiliriz.
Esas alışamadığımız! ilginç ve hayrete mucip olan kendilerine kamusal alanın yasaklanmış olduğu İslamcıların büyük bir kesiminin milliyetçi-devletçi reflekslerle Kürtlere kamusal alanın yasaklanışını ‘meşru’ görmeleri ile;
Her gün ‘hak, hukuk, adalet ve Kürtlere özgürlük’ naraları atan laik-seküler-sol-devrimci Kürt siyasetçilerin de aynı şekilde İslamcılara kamusal alanın yasaklanmasını ‘meşru’ görmeleridir.
Anlayacağınız ‘Yasaklılar’ diğer ‘Yasaklılara’ uygulanan yasaklara itiraz etmemekte ve yasaklamaları doğru bulmaktadır.
Traji-komik olan durum budur.
Onun içindir laikçi Kürt siyasetçilerin de ‘Milliyetçi İslamcıların da’ hak ve adalet talepleri havada kalmaktadır.
‘Yasaklının’ ‘Yasaklıya’ ettiğini ‘Yasaklayanlar’ etmemiştir!
|