22.03.2021
Ne söyleyeceğimi beklemeden hemen;
‘Saddam ve Halepçe tamam da, Saddam ve Halepçe’nin Oslo Süreci ile ne ilgisi var?
Bağdat nere, Oslo nere! Arada dağlar, denizler, Çöller, vadiler var!
Hem Oslo ile ilgili bilinmeyen ne kaldı ki?
Zaten görüşmelerin tamamı sesli ve yazılı olarak basına sızdırıldı.
İşin organizatörünün İngiltere olduğunu da herkes biliyor,
Geriye ne kaldı?’ demeyin!
Çoğu kez olduğu gibi yine işin aslını faslını bilmeden bilgiçlik taslıyorsunuz!
Ben daha ‘Şişhane’ demeden, siz ‘Gümüşhane’ diyorsunuz!
Birincisi, bildiğinizi zannettiğiniz Oslo Süreci 2009’daki.
Benim size anlatacağım Oslo hikayesi ise Ocak 1995’teki.
‘2009’dan 14 yıl önce Oslo’da neler oldu ki?’ diye merak ediyorsanız, söyleyeyim;
Siz uyurken neler oldu, neler!
İkincisi, Türkiye Cumhuriyeti’ni hafife almayın, en ‘uyuyor’ dediğiniz dönemlerde bile ‘en uyanık işler’ peşinde olma gibi bir tarihi özelliği var’ diyeceğim, ona da bir kulp takacaksınız!
Her neyse bu kadar meraklanmanız yeter!
Bildiğiniz gibi Norveç ve başkenti Oslo dünyanın damına yakın bir uzak diyar!
Bu gözlerden ırak ülke ortalama hayat düzeyinde ABD ve AB’den ileride, milli gelir oranında Katar ve Kuveyt’le yarışıyor.
Kürtlerle de Türklerle de bir alacak vereceği yok.
Aslında sadece Kürtler ve Türklerle değil dünyada hiç kimseyle bir derdi yok.
Sizin anlayacağınız kimsenin tavuğuna kış demiş değil!
Oslo öyle sıradan bir yer değil.
5 milyonluk nüfuslu bu küçük ülkenin sakin ve dingin başkenti; boyundan çok büyük işlerle uğraşıyor, hem de sessiz sedasız ve kimseye çaktırmadan.
İsrail ile Filistin arasındaki barış görüşmeleri garantör devletlerin kontrolünde Oslo’da gözlerden ırak bir otelde gerçekleşti.
20 Ağustos 1993 tarihinde sonuçlanan müzakerelerden sonra, 13 Eylül 1993 tarihinde Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) Başkanı Yaser Arafat, İsrail Başbakanı İzak Rabin tarafından 13 Eylül 1993 tarihinde Washington‘da halka açık bir törenle anlaşma imzalandı.
Törene dönemin ABD Başkanı Bill Clinton, Filistin Kurtuluş Örgütü’nden Mahmud Abbas, İsrail Dışışleri Bakanı Şimon Peres, ABD Genel Sekreteri Warren Christopher ve Rusya Dışışleri Bakanı Andrei Kozyrev katıldı.
FKÖ, İsrail Devletini tanıdı ve şiddeti reddetme sözü verdi, İsrail ise FKÖ’yü Filistin halkının temsilcisi ve müzakerelerin ortağı olarak tanıdı, Yaser Arafat’ın İşgal Altındaki Filistin Toprakları’na dönmesine izin verildi.
İsrail- Filistin anlaşmasından 2 yıl sonra Ocak 1995’te aynı güçler (özellikle ABD ve İngiltere) Filistinlilerle İsraillilerin görüştüğü yerde Kürt siyasetinin Türkiye, İran, Irak ve Suriye’deki tüm renkleri ile Türkiye’de devletle ilintili birçok akademisyen ve yazarı buluşturdu.
Bu organizasyonu (ne alakası varsa!) Oslo Üniversitesi üstlendi.
Kürtler ile ilgili bu toplantıya Oslo Üniversitesi’nin davetlisi olarak, rahmetli Abdülmelik Fırat ağabeyle birlikte ben de katıldım.
İki gün boyunca sabahtan akşama kadar süren ve gece geç saatlere kadar da sohbetlerle devam eden buluşmaya katılan 100’ün üzerindeki katılımcıdan ilk aklıma gelenler;
Kendal Nezan, Kerim Yıldız, Feridun Yazar, Yaşar Kaya, Hamreş Reşo, , Murat Bozlak, Baskın Oran, Barzani, Talabani, PKK ve İran Kürdistan Demokrat Partisi’nin Avrupa temsilcileri, İngiltere’den bir Lord, Avrupa’da devlet bursuyla akademik çalışmalarda bulundukları söylenen ve o tarihte medyatik olmayan çok sayıda Türkiyeli akademisyen! İle yine kim olduklarını bilmediğimiz! çok sayıda Amerikalı.
Tahmin ettiğiniz gibi karşılıklı yoklamalarla geçen bu görüşmelerden ne yazık ki elle tutulur bir sonuç elde edilemedi.
Keşke Türk, Kürt, Arap, Ezidi… Ocak 1995’ten bugüne kan revan içinde ve hepimizin felaketi ile geçen 26 yılı heba etmeseydik.
Toplantının ilk günü 10-15 kişilik çalışma grupları oluşturuldu.
Bu grupların birinde üzerinde müzakere edilmek ve sağlanılan uzlaşma metni ertesi gün genel kurula sunulmak üzere 20 dakikalık bir sunum bana verildi.
O tarih itibarı ile en az 15 yıldır Londra’da yaşamakta olan Kerim Yıldız ‘İngilizce biliyorsun, sunumunu İngilizce yap’ dedi.
Ben de ‘Bazı terimlerde yanlışlık yapabilirim, sen tercüme et’ diyerek konuşmama başladım.
‘Arkadaşlar;
Biz Kürtler yıllardır bu gibi toplantılara geliyoruz, sizlere derdimizi anlatmaya çalışıyoruz.
‘Şeyh Said kıyamında binlerce köy yakıldı, yüz binlerce insan yerinden yurdundan edildi, on binlerce insan öldürüldü,
Dersim’de şöyle oldu, Diyarbakır Askeri Cezaevi’nde böyle oldu, anamı dövdüler, babamı öldürdüler, kardeşimi hapis ettiler, dedemi sürgüne gönderdiler…’ diyoruz.
‘Siz de ‘Ah, ah, ah; vah, vah; of, of, of diyorsunuz, sözde bizi dinliyorsunuz…’ diye devam ederken, Kerim Yıldız; ‘Dur, dur, dur’ Bu ah, ah, ah; vah vah, vah’; of, of, of’u nasıl tercüme edeceğim, evimi yıktın!’ dedi.
Elinden geldiğince tercüme eder etmez başta masa başına kurulmuş ve minibüs şoförleri gibi yan oturan Lord ile tutanak tutan Amerikalı olmak üzere herkes gülmeye başladı.
Masanın bütün ciddiyeti tar u mar oldu!
‘Diyarbekir çarşısından bir pexvaz (çıplak ayaklı, berduş) getirmişler edasıyla müstehzi tavırlarla birbirlerine bakmaya başladılar.
Aldırmadan konuşmaya devam ettim;
‘Biz ağlayınca sizin insan hakları örgütleri gibi sivil kuruluşlarınız bize sadaka kabilinden yardımlarda bulunuyorlar, bazılarımıza da iltica hakkı veriyorsunuz ve sürekli olarak hak hukuk ve adaletten bahsediyorsunuz ancak esas söz sahipleriniz, devlet adamlarınız ve hükümetleriniz, Ortadoğu’daki tüm diktatörlüklerle can ciğer kuzu sarması.
Sizin için ekonomik ve siyasi çıkarlarınız ile İsrail’in güvenliği her şeyin önünde.
Bu konuda en büyük örnek Halepçe.
5 binin üzerinde Kürt elma kokulu kimyasal gazla öldürüldü.
Enfal operasyonunda ise 182 bin Kürt evlerinden zorla alınarak yok edildi. Bugün bu mazlumların bir mezar taşları bile yok.
Saddam’ın babasının kimyasal silah fabrikası yoktu!
Bu silahları sizler verdiniz ve üzerinden 7 yıl (1995 itibarıyla) geçmesine rağmen hanginiz sattınız açıklamıyorsunuz.
Demokrasi, demokrasi diyorsunuz, demokrasiye siz yol vermiyorsunuz.
Ortadoğu’da nerede demokratik ve adil seçimler yapılırsa Türkiye de dahil her yerde İslamcıların geleceği gerçeğini görüyorsunuz.
Bu korkuyla da İslamcılar geleceğine emrinizdeki mevcut diktatörler devam etsin diyorsunuz.
Siz bu konuda nihai bir karar verene, Müslümanlarla anlaşana, onları kabul edene, ‘Bu yaman çelişkiyi’ bitirene kadar boşuna konuşuyoruz.’ (Nitekim Arap Baharı’nda da böyle oldu)
Bunlar tercüme edilir edilmez Lord’un da, ABD’li raportörün de suratları Çarşamba pazarına döndü! Biraz önce bana ‘Köyden yarın gelmiş’ muamelesi çekenlerin yüzü bizim Diyarbekir Eğilli Mehmet Öcal ağabeyin tabiri ile ‘Allaka-bullaka’ oldu.
Raportör hırsla ‘Bunları tutanaktan çıkaralım’ diye ısrar etmeye başladı.
‘Bir cümle çıkarılırsa, kabul etmem ve asla imzalamam’ diye, rest çekerek konuşmamı sonlandırdım.
‘Rest çektin de ne oldu?’ diye soracak olursanız, sormayın!
1995’ten 2008’e kadar 13 yıl boyunca bu seviyede hiçbir uluslararası toplantıya çağrılmadım.
Halepçe katliamının üzerinden 33 yıl, 182 bin kişinin öldürüldüğü Enfal soykırımının üzerinden ise 35 yıl geçti.
Anlı şanlı, şeffaf ve dahi özgür! Batı medyası Saddam’a kimyasal gazları kimin sattığını hala açıklamadı.
‘Herkesin bildiği sır’ bir sır! olarak saklanmaya devam ediliyor.
Allah yeryüzündeki tüm mazlumlara rahmet eylesin.
Allah’ın laneti yerli ve yabancı tüm zalimlerin ve onların işbirlikçilerinin üzerine olsun.