Altan Tan Yazdı: Taner Akçamgiller

06.05.2021

Her 24 Nisan geldiğinde Türkiye 1915’teki Ermeni Tehciri ile ilgili hop oturup, hop kalkıyor.

Rusya, Fransa, İsviçre…den sonra bu yıl hangi ülke yaşanılan olaylara ‘soykırım-jenosit’ diyecek-demeyecek gerilimi yaşanıyor.

Bu yıl ABD Başkanı Joe Biden da ‘jenosit’ kelimesini kullanarak Türkiye’nin kırmızı çizgisini geçenler kervanına katıldı.

19’uncu yüzyılın son çeyreği ile iki büyük dünya savaşının yaşandığı 20’nci yüzyılın ilk yarısı Yahudi, Hıristiyan, Müslüman, Hindu… tüm halklar için felaket yıllarıdır.

Aslında yaşanılan zulüm, talan, sürgün, hapis, tecavüz, ölüm, katliam ve işkenceleri ifade edebilmekte ‘felaket’ kelimesi yetersiz kalır.

Toplumları alt-üst eden Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombaları gibi, öylesine korkunç olaylar yaşanmıştır ki yaşananları ifade etmekte kelimeler aciz kalır.

Onun içindir ki Ermeniler 1915’te yaşadıklarına kendi lisanlarındaki en ağır ifadeyi; ‘Meds Yeghern’ (Büyük Felaket) adını vermişlerdir.

Ermeni Tehciri ile ilgili bugüne kadar binlerce on binlerce makale, araştırma ve kitap yayımlandı.

Benim de bu konu ile ilgili ayrıntılı yazılarım, konuşmalarım, kitap ve TV programlarım var.

Bunları burada tekrarlamayacağım. İlgi duyanlar yazı ve kitaplarıma bakabilirler.

1915 Olayları için yazılıp çizilenleri, yaşananlara bakış açılarını birkaç ana başlıkta tasnif etmek mümkün.

1. Olayları objektif ve namuslu bir gözle inceleyerek yapılan zulümleri asla gizlemeden, Ermeni halkının en az üç bin yıldır yaşadıkları bu topraklardan neredeyse topyekun sürülerek, öldürülerek soylarının kırılmasını ‘temizlenmesini’ İttihatçıların bir siyasi projesi olarak görenler ve kabul edenler.

Bu süreçte başlangıcından itibaren sorunları çözmek yerine, günü kurtarmak amacıyla çoğunlukla güvenlik eksenli politikalara sarılan Osmanlı yöneticilerini, en son olarak da İttihatçıları sorumlu tutan ve bu süreçte rol alan Türk, Kürt, Çerkes… tüm katilleri ayırt etmeksizin lanetleyenler.

Bazı Ermeni siyasetçilerin yanlışlarının bedelini masum, savunmasız ve çaresiz Ermeni halkına fatura etmenin büyük bir canilik olduğunu belirtenler (Ermeni aydınlarının ve siyasetçilerinin tamamı Taşnak ve Hınçaklar gibi düşünmüyordu).

İttihatçı katilleri suçlarken, bu felaketin bir diğer çok önemli sorumlusu olarak da ayrıca Ermeni Taşnak ve Hınçak partilerinin halklarını felakete götüren yanlış politikalarını görenler.

Osmanlı genelinde İstanbul’dan Van’a, Trabzon’dan Adana’ya, İzmir’den, Kütahya ve Halep’e kadar dağınık bir şekilde ve ancak yüzde 10; Müslüman Kürt ve Türklerle iç içe birlikte yaşamakta oldukları 6 Osmanlı vilayetinde (Vilayet-i Sitte; Sivas, Erzurum, Van, Bitlis, Elaziz, Diyarbekir) ancak yüzde 20 ve en yoğun oldukları Bitlis ve Van’da ise yaklaşık yüzde 40 olan nüfuslarına rağmen (henüz tam olarak tanınmamış meşru haklarının ötesinde) özerklik ve sonrasında ise bağımsızlık talep etmelerinin kökten yanlış bir siyaset olduğunu söyleyenler.

Böyle karmaşık bir demografik yapıya sahip coğrafyada bunun asla mümkün olamayacağını görenler.

Bunun yanı sıra başta Fransa ve İngiltere olmak üzere Batılı devletlerin ve özellikle de doğuda Rusya’nın kendi çıkarları doğrultusunda Ermenileri kışkırtarak-yardım ederek kullanmak istemeleri ve Ermeni siyasetçilerin de bunlara bel bağlamalarının yanlışlığının altını çizenler (Benim görüşlerim de özetle bu doğrultuda).

2. ‘Türk resmi tarih tezi’ olarak da adlandırabileceğimiz bakış açısı.

Bu meselede tek taraflı bir yaklaşımla kendini sütten çıkmış ak kaşık olarak gören, tüm suçu Ermenilerin üzerine yıkan ve asla bir sorumluluk kabul etmeyenler.

Ermenilerin devlete isyan ederek Osmanlı’yı arkadan vurduklarını, İngiliz, Fransız ve Ruslarla birlikte Müslümanlara karşı savaştıklarını, büyük katliamlar yaptıklarını ve savaş sonrasında da cezalandırıldıklarını söyleyenler.

Ziya Gökalp’in ifadesi ile ‘soykırım-katliam’ değil ‘Mukatele oldu, onlar bizi öldürdü, biz onları öldürdük’ diyenler ve olan bitenleri mazur ve meşru göstermeye çalışanlar.

3. Resmi ideoloji ve İttihatçılar ile aynı mantıkla ancak tam aksi bir yaklaşımla Ermeni siyasetçileri ve Batılı devletleri ‘Sütten çıkmış ak kaşık’ gören ve onlara asla toz kondurmayanlar.

Ermeni siyasetçilerin bizzat siyasi projelerinin yanlış ve hayali olduğunu kabul etmeyenler.

Tek sorumlu olarak Osmanlı yöneticilerini, Kürt ağa ve beylerini, dini taassup içindeki Müslüman din adamlarını; Ermeni mallarına ve kadınlarına göz dikmiş Türk, Kürt, Arap, Çerkes katil ve ırz düşmanlarını görenler.

Ermenilerle İslam öncesinden beri birlikte yaşayan Kürtlerin, 639 yılında Hz. Ömer döneminde Müslüman olduktan sonra 1300 yıl, Müslüman Türklerin ise Selçuklulardan itibaren 900 yıl aynı hayatı paylaştıktan sonra neden son yüz yılda ‘dini taassup’ içine düşerek bir anda! siyasal bir cinnet içine girdiklerini sorgulamayanlar.

1850’lerden itibaren Balkanlar ve Kafkaslarda özellikle de Şeyh Şamil döneminde Kafkasya’da; sürülen, mallarına mülklerine el konulan, öldürülen, tecavüz edilen milyonlarca Müslüman Kürt, Türkmen, Azerbaycan Türkü, Çeçen, Çerkes, Gürcü, Abaza’yı… görmezden gelenler.

Ermeni çetelerinin katliamlarına gerekçe üretenler, üzerini örtenler.

İttihatçı bakış açısı da, Taşnak eksenli bakış açısı da oldukça sorunludur.

Sorunun bu hale gelmesinin ve bir türlü çözülememesinin de ana sorumlusu bunlardır.

İttihatçı, ulusalcı, Kemalist, milliyetçi ve Türk-İslamcılara göre;

“Ermenilere yapılanları bir ‘soy temizleme’ ve bu topraklardan ‘soylarının kırımı’ olarak gören her yaklaşım vatana ihanettir ve bunların tamamı ‘Ermeni dölüdür’, vatan hainidir.”

Tersinden bir bakış açısıyla sol-sosyalist-liberal (tamamı olmasa da önemli bir kesimi) PKK, HDP’li Kürt siyasetçiler ile (tamamı olmasa da önemli bir bölümü), Ermeni aydın ve siyasetçilerinin kahir ekseriyeti ise;

1915 olayları ile ilgili olarak Batılı devletler ile Ermeni siyasetçileri de sorumlu tutan ve eleştirenleri (en küçük bir eleştiriyi bile kabul etmeyerek); resmi ideoloji yanlısı faşist, ittihatçı, ulusalcı ve gerici- yobaz olarak damgalıyorlar.

Nitekim bugüne kadar hiçbir Müslüman ‘İslamcı’ siyasetçinin sergileyemediği kadar açık ve net bir tavırla, bu topraklardan Ermeni soyunun kırılması ve ‘temizlenmesini’ olabildiğince objektif bir şekilde ortaya koymaya çalıştığım bir yazımla ilgili olarak (siyasal bilincimin oluştuğu günden beri istikrarlı bir şekilde aynı görüşleri ifade ediyorum) HDP milletvekili Garo Paylan beni aradı.

Başta HDP ve PKK politikaları olmak üzere hiçbir konuda beni arama, konuşma ve tartışma ihtiyacı duymayan Garo Paylan beni insafsızca ‘resmi tezleri’ savunmakla itham etti.

Uzun ve nezaket sınırları dışına taşmayan (ithamı hariç) telefon konuşmamızda Taşnak partisinin 1914’teki Erzurum toplantısında yaşanılan tartışmalarla ilgili bir iki bilgi eksikliğini esasa oturtan polemiklerle beni eleştirdi.

Batılı devletlerin ve Rusya’nın, Ermenileri çıkarları doğrultusunda kullandıktan sonra kaderleri ile baş başa bırakmaları ile başta Taşnaklar olmak üzere Ermeni siyasetçilerin büyük bir çoğunluğunun yanlış ve sorumsuz siyasetlerini, yaşanılan vahşetteki sorumluluklarını kabul etmedi.

Tıpkı şu an (benim de katıldığım ve hemen her fırsatta yazıp, söylediğim) hükümetin ve devletin yanlışlarını hemen her gün dillendirirken; Kürtlere çok pahalıya mal olan ve halen de olmaya devam eden PKK ve HDP’nin eksik ve yanlışları ile ilgili en ufak bir söz etmemesi gibi.

Aynı şekilde sözde Suret-i Haktan gözüken ve kendilerini ümmetçi sanan özünde faşist Türk-İslamcılar da beni topa tuttu. -Aynı yazıdan dolayı iki zıt cenahın da iltifatlarına(!) mazhar olabilmek büyük bir beceri(!)-

Hele hele biri öylesine üst perdeden ayar! vermeye çalıştı ki evlere şenlik!

Bugün Türkiye’nin en büyük sorunu ‘Kendine Müslüman’ olan, ‘mürit’ ve tek taraflı ‘naylon demokratlar’dır.

Bu ‘tatlı su demokratları’ karşı takımı topa tutarlarken kendi takımları ile ilgili en ufak bir eksik ve yanlışlığı kabul etmezler, en küçük bir eleştiri getirmez/getiremezler.

İki zıt cepheden Akit TV ile Oda TV; A Haber ve TRT yayınları ile Halk TV ve Artı 1 TV izlendiğinde ne anlatmak istediğim daha iyi anlaşılır.

Bir de son günlerde gündeme gelen ve başını 1953 Ardahan doğumlu bir Ahıska Türkü olan Prof. Taner Akçam’ın çektiği Taner Akçamgiller var!

Bunlar da sözde bilim insanı ve demokrat kimlikleri ile çoğu zaman büyük bir cahillikle, dönem dönem de bilinçli ve kasıtlı olarak gerçekleri tamamen ters yüz ederler.

Taner Akçam, 1973’ten sonra ODTÜ-DER, ADYÖD gibi derneklerin kurucuları arasında yer aldı. 1975’te yayına başlayan Devrimci Gençlik dergisinin sorumlu yazı işleri müdürü oldu.

1976’da tutuklandı, 1977’de 9 yıl hapis cezasına çarptırıldı. 12 Mart 1977’de Ankara Merkez Kapalı Cezaevi’nden kaçtı (nasıl kaçabildiyse!) 1978-1995 yılları arasında Almanya’da siyasi mülteci olarak yaşadı.

Prof. Dr. Taner Akçam, 20 Nisan 2021 tarihinde, Gazete Duvar’da Filiz Gazi ile yaptığı söyleşide tüy dikti!

Yedi sülalesi yüzyıllardır Hıristiyanlığın günümüzdeki en önemli merkezi olan Turabdin’de (Midyat merkezli bölge) Hıristiyanlarla iç içe yaşayan ben de dahil, bugüne kadar hiç kimsenin görmediği, duymadığı, işitmediği, rastlamadığı, okumadığı… bir iftirada bulundu.

“19’uncu yüzyıl feodal toplumunda örneğin Kürt bölgelerinde Kürt ağaları, evlenen Ermenilerin ilk gece hakkına sahiplerdi” dedi.

İlk etapta aralarında İsmail Beşikci, Şakir Epözdemir, Têmûrê Xelîl, Sıdkı Zilan, İbrahim Halil Baran, Roşan Lezgin, İmam Taşçıer ve Nimetullah Atal’ın da bulunduğu 132 isim yayımladıkları ortak açıklamayla Akçam’ı şiddetle kınadılar.

Ortak açıklamada özetle şu ifadeler yer aldı:

Akçam söyleşinin bir yerinde… İki halkın da uğradığı bunca haksızlık, mağduriyet varken; devasa sorunlar orta yerde duruyor iken, ‘ilk gece hakkı’ gibi absürd bir iddianın sansasyonel bir tarzla ortaya atılması anlaşılır bir durum değildir.

Bu, her iki halka da hakarettir. Ayrıca Prof. Taner Akçam’ın üsttenci dilini ve bakışını reddediyoruz. Bu yaklaşım Türk resmi ideolojisinin sol tezahürüdür…

…Bu yanlış ve temelsiz iddiadan dolayı Taner Akçam’ı kınıyor ve kendisini iki halktan da özür dilemeye davet ediyoruz.

Her halkın içinde olduğu gibi Türk, Kürt, Arap, Çerkes, Ermeni, Süryani, Rum… coğrafyamızda yaşayan tüm halkların arasında da çok sayıda talancı, ırz düşmanı, tecavüzcü, sapık, katil, zalim, cani var.

Ancak tarihte kurumsal olarak bu coğrafyada asla ‘ilk gece hakkı’ diye bir rezalet yok.

Bu iddia, coğrafyada yaşayan tüm halklara büyük bir iftiradan başka bir şey değil.

‘İlk gece hakkı’ tarihte Batı feodal toplumunun İskoçya gibi bazı bölgelerinde rastlanılan bir durum.

Nitekim ‘En iyi film Oscar’ı ödülünü alan Mel Gibson’in yönettiği ve başrolünü oynadığı, İskoç halk kahramanı William Wallace’ın hayatını anlatan, ünlü Braveheart (Cesur Yürek) filmi ‘ilk gece hakkı’ isyan ile başlar.

Taner Akçam’ın yediği halt keşke sadece cahilliğinden, ‘her sakallıyı babası’ sanmasından olsaydı.

Keşke olay salt ‘kes yapıştır’ ‘akademisyenliğinin’ bir örneği olsaydı!

 

Altan Tan’ın Tüm Yazıları

Önerilen Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.