23.02.2021
Öyle anlaşılıyor ki ‘Yeni Anayasa’ tartışmaları bir müddet daha devam edecek.
Kısa vadede bir sonuç çıkmayacak olsa da tarihe not düşmek ve inşallah er veya geç bir gün yapılacak olan demokratik bir yeni anayasa için zihin açıcı olması açısından bu tartışmalar faydalı.
En azından ‘maç’ öncesi ciddi bir antrenman veya ‘hazırlık maçı sayılabilir.’
Daha önceki yazılarımda konuya birçok açıdan yaklaşmıştım.
Bugün ise toplumdaki ayrışma ve kutuplaşmayı gidererek ülkeyi rahatlatacak ve 100 yıllık tahribatı onaracak yeni bir anayasa yapmanın önündeki engelleri gözler önüne sermek istiyorum.
Yusuf Yavuzyılmaz’ın kısa ve öz tasnifiyle
Yeni anayasa tartışmalarının önündeki engelleri şöyle sıralayabiliriz:
1- Diğer etnik grupların varlığını dışlayan Türkçülük ve Türk milliyetçiliği.
2- İnançları dışlayıcı laiklik uygulamaları.
3- Toplumu bir bütün olarak algılayan otoriter zihniyet.
4- Sorun anlarında özgürlüğü güvenliğe feda eden zihniyet.
5- Hukuk ve hukukun üstünlüğü bilincinin zayıflığı
6- Toplumu oluşturan farklı kategoriler arasında yaygın ve kökleşmiş farklılıklar.
Bu engellerin her biri başlı başına önemli ve ayrıntılı bir şekilde irdelenmeye muhtaç.
Ancak bana göre en önemli olanı sonuncusu yani ‘Toplumu oluşturan farklı kategoriler arasında yaygın ve kökleşmiş farklılıklar’
Aslında sorun bununla da bitmiyor. Toplumu oluşturan farklı kategoriler arasındaki yaygın ve kökleşmiş farklılıkların yanında mevcut statükoya muhalif olan kesimler arasında da bir ittifak yok.
Konuyu biraz daha açacak olursak İslami kesim (dindar-muhafazakârlar) mevcut anayasanın dayatmacı laikçi Atatürkçülük anlayışına karşı çıkarlarken, Kürt kimliğini ve haklarını yasaklayıcı maddelerinden bir rahatsızlık duymuyorlar.
Aynı şekilde laik-seküler-solcu Kürtler ise, ırkçı-Türkçü maddelere karşı çıkarlarken, laik-laikçi maddeleri görmezden geliyorlar.
Otoriter yönetim anlayışına karşı çıkarken de aslında herkes ‘Kendine Müslüman’.
Kimsenin ‘öteki’ ile ilgili gerçek ve hakkaniyetli bir yönetim derdi yok. Sadece kendilerinin egemen olacakları/olabilecekleri bir sistem istiyorlar.
Bir başka ifade ile herkes kendi derdinin peşinde. Başkalarının derdi ve acıları onları ilgilendirmiyor.
Daha da ötesi kendileri ile ilgili konularda sistemle savaşanlar, başkalarının dertleri ile ilgili konularda ise tam aksi bir davranış sergileyerek savaştıkları sistemin yanında yer alıyorlar.
Bunun en açık tezahürü Kürt meselesinde ortaya çıkıyor.
Sağcı-milliyetçi muhafazakârlar başta baş örtüsü sorunu olmak üzere birçok konuda müesses nizamla çatışırlarken Kürt meselesinde sistemin yanında yer alıyorlar.
Aynı şekilde PKK, HDP, BDP… siyasetinin Abdullah Öcalan, Diyarbakır Büyük Şehir Belediye Başkanı Feridun Çelik, Aysel Tuğluk gibi en önde gelen temsilcileri de ‘Bölgede Siyasal İslamcılığa karşı laikliğin teminatı bizleriz’ diyerek devlete mesaj veriyorlar.
Sözde işçinin emekçinin hakkını savunan birçok sendika ve örgüt de benzer bir tavır içinde.
İşçi-emekçi haklarında iktidarların karşısında olanlar laikçilik ve Kürt meselesinde tam yanında bir duruş sergiliyorlar.
Hülasa; Kemalistler, muhafazakâr-dindarlar, Türkçü-milliyetçiler, Solcu Kürtler, Dindar Kürtler, Türk Solu ve liberaller arasında ciddi ve bugün için uzlaşılamaz farklılıkların ve ayrılığın yanı sıra; yeni demokratik bir anayasaya en fazla muhtaç olan sistem mağduru kesimler arasında da bir görüş birlikteliği yok.
Üstelik rejim her sıkıştığında muhalif kesimlerden birini kısmi tavizler vererek yanına alabiliyor.
Nitekim 28 Şubat döneminde eski Sosyalistlerin önemli bir bölümü Kemalist oldu.
AK Parti’nin 2011’den sonraki döneminde ise bir zamanlar Arafat’ta nara atan hızlı İslamcılar nimete ortak edilerek devletleştirildi. Kemalist-milliyetçi-İslamcı ittifakı oluştu.
Ümmetçi, adil, ahlaklı ve erdemli Müslümanlık sağcılık ve milliyetçiliğe evrildi. (Başından beri böyle bir damar hem de güçlü bir şekilde zaten vardı diyenler de haklı!)
Bu durumda hem kurda kuzu kaptırmamak, hem farklı kesimleri yoğun, uzun ve sabırlı müzakerelerle ikna ederek aralarındaki uçurumu kapatmak; hem de muhalif kesimleri, (rejim mağdurlarını) ancak yan yana gelmeleri halinde sistemi değiştirebileceklerine ikna etmek gerekiyor.
Her üç uğraşı da sabır taşını çatlatacak derecede zahmetli.
Yol ne kadar uzun ve meşakkatli olursa olsun menzile varabilmek için mutlaka yola çıkmak ve ilk adımı atmak gerekiyor.
Yolun ilk adımı mağdurları yan yana getirmek ve iş birliğine ikna etmek olmalı.
‘Bundan da önemlisi öncelikle hukuk ve ahlaki değerler etrafında bir ‘Erdemliler’ ittifakı olmalı’ diyorsanız haklısınız!
Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.