05.07.2021
Önce Haberler;
“Ankara Büyükşehir Belediyesi, KPSS puanına göre alım yapacağı 250 zabıta memuru için başvuruları almaya başladı. Bugüne kadar mezunları hâkim-savcı-vali ve kaymakam olmak için dirsek çürüten siyasal bilgiler ve hukuk fakültesi mezunu gençler zabıta olmak için yarışacak.
Ataması yapılacak 150 zabıta memur adayı için üniversitelerin 4 yıllık hukuk, siyasal bilgiler, iktisat, işletme veya iktisadi ve idari bilimler fakültelerinin lisans programlarının birinden mezun olma şartı aranıyor. 70 aday ise üniversitelerin mahalli idareler veya yerel yönetimler ön lisans programlarından mezun olanlar arasından seçilecek. 20 aday da çevre, çevre sağlığı, çevre koruma gibi ön lisans bölümleri mezunları arasından alınacak. 10 aday ise gıda teknolojisi ve gıda teknikerliği bölümlerinden mezun olanlar arasından seçilecek.
Adaylardan lisans mezunları için KPSS’den en az 70, ön lisans mezunları için de en az 65 puan alma şartı da bulunuyor. ABB, boş kadro sayısının beş katı oranında adayı yani 1250 kişiyi mülakata çağıracak.
Yılda 1000 kişi mezun veren bazı bölümlerin kamudaki istihdamı 10’u bile bulmuyor. Bazı bölümlerden kamuya birkaç yılda 5-10 kişi alınıyor, bazı bölümlerden mezun olanlar hiç alınmıyor. İŞKUR’un istatistiklerine göre ön lisans, lisans, yüksek lisans ve doktora mezunu olup iş bekleyen üniversite mezunu sayısı 766 bin 674. İş arama umudunu yitiren üniversite mezunu gençler bu listede yer almıyor. İŞKUR’ a kayıtlı işsizlerin; 767’si doktora mezunu işsiz. Kayıtlı işsizlerin 417 bin 890’ı lisans mezunu, 17 bin 688’i yüksek lisans mezunu ve 330 bin 331’i ise ön lisans mezunu.” (20.06.2021 tarihli Haber Siteleri…)
“Türkiye İstatistik Kurumu Mart 2021 İstihdam Verilerini Açıkladı. Türkiye genelinde 15 ve daha yukarı yaştaki kişilerde işsiz sayısı 2021 yılı Mart ayında bir önceki aya göre 59 bin kişi artarak 4 milyon 236 bin kişi oldu. İşsizlik oranı ise 0,1 puanlık azalış ile yüzde 13,1 seviyesinde gerçekleşti.
İstihdam edilenlerin sayısı 2021 yılı Mart ayında bir önceki aya göre 550 bin kişi artarak 28 milyon 89 bin kişi, istihdam oranı ise 0,8 puanlık artış ile yüzde 44,3 oldu.
İşgücü 2021 yılı Mart ayında bir önceki aya göre 610 bin kişi artarak 32 milyon 325 bin kişi, işgücüne katılma oranı ise 0,9 puanlık artış ile yüzde 51,0 olarak gerçekleşti.
Her Dört Gençten Biri İşsiz
15-24 yaş grubunu kapsayan genç nüfusta işsizlik oranı bir önceki aya göre 0,7 puanlık azalışla yüzde 25,0, istihdam oranı 1,4 puanlık artışla yüzde 31,4 oldu. Bu yaş grubunda işgücüne katılma oranı ise bir önceki aya göre 1,5 puan artarak yüzde 41,9 seviyesinde gerçekleşti.
İnşaatta İstihdam Arttı
Mart ayında istihdam edilenlerin sayısı bir önceki aya göre tarım sektöründe 15 bin kişi, sanayi sektöründe 480 bin kişi, inşaat sektöründe 81 bin kişi artarken, hizmet sektöründe 27 bin kişi azaldı. İstihdam edilenlerin yüzde 17,3’ü tarım, yüzde 22,0’ı sanayi, yüzde 6,4’ü inşaat, yüzde 54,3’ü ise hizmet sektöründe yer aldı.
Geniş Tanımlı İşsizlik Yüzde 21.2
Zamana bağlı eksik istihdam, potansiyel işgücü ve işsizlerden oluşan âtıl işgücü oranı 2021 yılı Mart ayında bir önceki aya göre 2,3 puan azalarak yüzde 25,8 oldu. Zamana bağlı eksik istihdam ve işsizlerin bütünleşik oranı yüzde 18,2 iken, potansiyel işgücü ve işsizlerin bütünleşik oranı yüzde 21,2 olarak gerçekleşti.
(Kaynak TÜİK, Ulaşılan kaynak Anadolu Ajansı)
İŞSİZLİK SORUNUNUN BİREY VE TOPLUM YAŞAMINA ETKİSİ
Türkiye’de eğitim sistemine ilişkin mevcut sorunlar değerlendirildiğinde öncelikle öğrenilenlerin hayat ile örtüştürülebilme imkânlarındaki sıkıntılar öne çıkmaktadır. Özelliklede piyasa beklentileriyle tam olarak örtüşmeyen (her kademedeki) eğitim süreci sonunda eğitim-istihdam dengesinin tam olarak sağlanamamış olması sadece eğitim sorunu olarak değil önemli bir toplumsal sorun olarak da ele alınması gerekmektedir.
İşsizlik ekonomik anlamda sadece bir gelir kaybı değildir. İşsizliğin neden olduğu gelir kaybı, bireyin toplumsal yaşam biçimini etkileyecek önemli sonuçlardan sadece birisidir. İşsizliğin neden olduğu asıl problem bireyleri toplumsal iş bölümü içinde olması gereken konumdan ve toplum ile kuracağı güçlü dayanışmadan yoksun bırakmasıdır. Dolayısıyla sosyolojik açıdan işsizlik her şeyden önce, birey toplum bütünleşmesinde önemli bir bağın, yani “iş” bağının kopması anlamını gelir (Erdoğan, 1991: 22).
İşsizliğin en fazla etkilediği kurumlardan birisi ailedir. Özellikle ailenin gelirinin tek kişi tarafından sağlandığı durumlarda işsizlik aile içi ilişkilerin zedelenmesinden aile bağlarının kopmasına kadar pek çok probleme neden olabilmektedir. İşsizlikle birlikte birey ailesinden ve çevresinden aldığı sosyal ve psikolojik desteği kaybetmektedir. Kendisini yalnız ve dışlanmış hissedebilmektedir. Bu dışlanmışlık duygusu bireyin diğerlerine kin ve öfke duymasına kadar gidebilmektedir. Yüksel (2003: 35) tarafından Ankara’da gerçekleştirilen çalışmada işsizlerin önemli bir çoğunluğu; işsizlik sürecinde ailesinin ve çevresinin tutumlarının olumsuzlaştığını, toplum baskısını duyumsadığını, aile huzurunun bozulduğunu belirtmiştir. Aile ve çevrenin tutumlarındaki olumsuzlaşma, aile ortamındaki huzurun bozulması, toplum baskısını duyumsamanın erkek işsizlerde daha fazla olduğu saptanmıştır. Toplumda cinsiyete dayalı rol dağılımına bağlı olarak erkeklerin öncelikli görevi ailenin ekmeğini kazanarak aile fertlerine bakmak olarak düşünülmektedir. İşsiz kaldığında bu sorumluluğunu yerine getiremeyen erkek kendini kötü hissetmekte, diğer aile fertlerinden beklediği desteği bulamamaktadır. Bu durum aile içi ilişkileri zedeleyerek çeşitli aile içi problemlere neden olabilmektedir. (Sosyal Bir Problem Olarak İşsizlik ve Sonuçları, Nurşen ADAK* )
Genç yaşta işsizlik sorunu ile karşılaşan bireyin sosyalleşme süreci bozulmaktadır. Çünkü bütün gençler bir an önce iş hayatına girmek, statü kazanmak ve ekonomik bağımsızlığını kazanmak istemektedir. Bu koşulların sağlanamaması bireyde psikolojik sorunların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Eğitimli genç sayısının artması, toplumsal birliğin bozulmasına ve ülke vatandaşlarının kimlik sorunu yaşamasına neden olmaktadır. Genç işsizlik, ülkenin sahip oluğu dinamik beşerî sermayenin ve bireye yapılan yatırımların etkinsiz kullanımına neden olmaktadır Liseyi bitirmiş bir kişinin ergenlikten çıkıp yetişkinliğe adım atması için meslek hayatına başlaması lazım gelmektedir. Bu durumu gerçekleştiremezse, kişinin kendisine biçtiği değerin azalması olası bir durumdur. Bu sebeple genç bireylerin iş hayatına bakış açısı, ekonomik gayelerden daha fazla bir kimlik arayışı içermektedir. İşsiz kalınan süre arttıkça genç bireylerin kendilerine duydukları saygı bitmeye başlar. Genç erkeklerde kendisine duyulan saygı düzeyi, genç kadınlara kıyasla daha düşük olmaktadır. Nedeni ise; genç kadınlarda hem işsiz kalmaktan doğan hem de işgücü piyasasının dışında olmaktan doğan bir kendisine duyulan saygının kaybı bulunmaktadır. (KÖLEOĞLU, Yunus. 2019)
İşsiz gençler, şiddetli psikolojik baskılar altında kendilerini toplum içinde haksızlığa uğramış, unutulmuş ve ezilmiş bireyler olarak görme eğilimindedir. Bir toplumda genç işsizliğinin yaygın olması, alt kültürlerin oluşumuna zemin hazırlamaktadır. Bir işe ve düzenli hayata sahip olamayan gençler, içinde bulunduğu toplumun yerleşik değerlerine karşı olan ilgisini azaltacak ve onu farklı arayışlar içerisine sokacaktır. Bunun neticesinde ise sosyal düzeni tehdit eden toplu suçlar, çeteleşme veya toplumdan kendini soyutlayan hippi, punk, heavy metalciler gibi sorumsuz grupların oluşumuna sebep olacaktır (Kocadaş vd., 2010:53-54).
İşsizliğin bireysel ve toplumsal boyutta pek çok etkisi görülmektedir. Depresyondan hırsızlığa kadar geniş bir yelpazeyi kapsayan bu önemli sorun, gençlerin hayatını pek çok alanda etkilemektedir. Sorun yalnızca ekonomik yeterliliğin sağlanması değil, aynı zamanda kişinin kendisinden memnun olan bir birey olarak, sorumlulukları yerine getiren bir birey olduğu hissini yaşamasına fırsat tanımaktır. Umutsuzluk, kaygı ve depresyon sonucunda birey ya içe kapanmakta ya da öfkesini dışarı yansıtma yolunu seçmektedir, kişilik yapısına göre belirlenen bu durum ise işsiz bireyi, suçlu birey olmaya sürükleyebilir. Çünkü kişi, kendisini bir topluma ait ve kurallara uymak zorunda hissetmemektedir. Bu durumda, anti sosyal davranışlar ya da aile içi şiddetle bu durum kendisini ortaya koyabilir. Aile toplumun çekirdeğidir ve aile içinde yaşanan tüm düzensizlikler, aslında toplumun ne denli sallantıda olduğunun da bir ön göstergesidir. İntihar, kişinin kendi isteği ile hayatına son vermesi anlamını taşır. İşsizliğin bir boyutu da beraberinde intiharı getirmektedir. Bu açıdan bakıldığında, bireyin aslında ne kadar güç bir durumu yaşadığı daha iyi anlaşılmaktadır. Birey o denli bunalım içerisindedir ki, son çare olarak ölümü seçmektedir. Durumun vahameti bu açıdan bakıldığında daha net anlaşılmaktadır. (Avrupa Birliği ve Türkiye’de Genç İşsizliği Sorunu ve Çözüm Önerileri H. Yunus Taş – Merve Bilen- Yayınlanmış makale)
EĞİTİM VE PLANLAMA
Okuyucularımızın da takdir edeceği üzere yüzlerce birbirine yakın ve biraz farklı eğitim tanımları yapmak mümkündür. Bize göre en yalın haliyle Bütün toplumlarda eğitimin amacı, gelen kuşaklara bir kültür birikimi aktarmak, gençlerin davranışını yetişkinlerin hayat tarzı yönünde biçimlendirerek onları gelecekteki toplumsal rollerine doğru yöneltmektir. Buradaki amaç kişiyi toplumsal rollere hazırlamak ve bireyin kendisini ve bununla birlikte yaşadığı toplumu geliştirerek, kendisine daha iyi bir gelecek ve sonraki kuşaklara daha iyi bir dünya bırakmaktır. Doğru ve sistemli bir eğitim, kişinin yaşamdaki yerini alması için kişinin yetenek ve ilgi alanlarını saptar ve uygulamalarını bu yönde yapar. Eğitim süreci sonucunda birey mesleki ve akademik anlamda bilgi ve beceriler kazanmaktadır. Bu sayede kültür düzeyi yükselen birey gelecekte dahil olacağı üretim sürecinde kullanılmak üzere kişisel yeteneklerini ve bilgilerini geliştirmekte, aldığı eğitim süreci sonunda nitelikli hale gelebilmektedir. Bir sistem bütünlüğü içerisinde eğitim sosyal eşitliğin sağlanmasına katkıda bulunur
Eğitim insanlara bir yandan bilgi verirken bir yandan da bilgi üretme, anlama ve yorumlama yeteneği yani analitik düşünme yeteneğini kazandırmaktadır. Toplumun üyelerine verilen eğitim, insan sermayesine yapılan bir yatırımdır; çünkü eğitim sayesinde insanlar ömür boyunca daha üretken olarak karşımıza çıkmaktadır. Aynı zamanda bireyin eğitimine yapılmış olan yatırım olumlu sonuçlar doğurarak aslında topluma yapılmış bir yatırım olarak geri dönüş kazandırmaktadır. Tersinden de eğitilmemiş, toplumsallaştırılamamış birey toplum için sıkıntı ve kriz kaynağı olacaktır.
Türkiye’deki eğitim sisteminde 1997’den itibaren sekiz yıllık kesintisiz zorunlu eğitime, 30 Mart 2012’de kabul edilen 6287 sayılı Kanun ile de kamuoyunda 4+4+4 olarak bilinen on iki yıllık zorunlu eğitime geçilmiştir. Bu geçiş sürecine bağlı olarak okullaşma oranında son on yıl içerisinde önemli artışlar kaydedilmiştir. Okullaşma oranındaki artış niceliksel olarak eğitimli nüfus miktarına katkı sağlar. Ancak eğitimin nitelik kazandırma boyutunun ayrıca ele alınması gerekir.
Eğitim faktörünün etkisiyle insan başta kendi ihtiyaçlarını giderebilmeyi, sonrasında da topluma dönük olarak en yüksek faydayı üretebilme imkanını bulabilmektedir. Bu imkân sadece bireysel yetenek ve arayışlarla ortaya çıkmaz bir sistem olarak ülkelerin insanlarına fırsatlar sunup onları keşfetmesi, daha sonrasında ise sağlıklı bir süreç yönetimi ile bireysel beklentiler ile toplumsal faydayı optimal bir şekilde buluşturmasıdır. Burada bizim ülkemizin temel sıkıntısı eğitim sistemindeki ideolojik tutumlar ile bu tutumların yansıması ile dar bölge, kısa vadeli çıkarların tüm toplumsal kesimlerin lehine olacak kazançları bloke etmesidir. Daha somut bir örnek olarak; küçük şehirlerin ekonomik olarak süspanse edilmesinde yükseköğrenimin araçsallaştırılması, bunun sonucu olarak da “şehir esnafı” memnun edilirken öğrenci kent ve yükseköğrenim kültüründen uzak kalabilmektedir.
Türkiye’deki resmî işgücü ve işsizlik istatistikleri, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından araştırılıp raporlanmaktadır. Ayrıca YÖK ATLAS sistemi de bizlere Üniversite alanlara yönelik olarak birinci kaynaktan hangi alandan ne kadar yükseköğrenim mezun sayımızın bulunduğunu öğrenme imkanları sunmaktadır. Yine TÜİK üzerinden insanımızın yaşlarına bağlı olarak aktif işgücüne katılım düzeylerini öğrenebilme imkânlarına sahibiz. Açık kaynaklar üzerinden bu rakamların okumasını yapmaya çalıştığımızda; Yükseköğretim ve mesleki eğitim almış bireylerin işsizlik oranları ise beklenildiği gibi genel lise mezunlarına göre daha düşük olmakla birlikte genel işsizlik oranının üzerindedir Örneğin piyasa ihtiyaçları doğrultusunda ara eleman yetiştirmeye odaklanan meslek liselerinden mezunların işsizlik oranları son beş yılda görece artarak yüzde 10,6 seviyesinden yüzde 11,4’e yükselmiştir. Aynı yıllarda genel işsizlik oranı ise yüzde 9,9’dan yüzde 11 seviyesine ulaşmıştır. Mesleki eğitim sistemi ile istihdam arasında fonksiyonel ilişkinin yeterince kurulamamış olması halen mesleki eğitim mezunlarında işsizlik oranının yüksek olmasına neden olmuştur. Dolayısıyla bu veriler mesleki eğitimin mevcut durum itibarıyla piyasaların gereksinim duyduğu nitelikte iş gücü yetiştirme probleminin olduğunu ve dolayısıyla beklentileri tam olarak karşılamadığı hususundaki görüşleri desteklemektedir.
İşsizlik sorununun yapısal karakteri düşünüldüğünde özellikle genç işsizliğinin çözümünde bireylerin mevcut yeteneklerinin geliştirilmesi veya yeni beceriler kazandırılması amacıyla uygulanan mesleki eğitimin kritik önemi olduğu görülmektedir.
Ayrıca mesleki eğitim sistemindeki -özellikle bir türlü iadeyi itibar edilememesi- nedeniyle yeterince yetiştirilemeyen “işi bilen eleman” iş gücü piyasasındaki yapısal sorunların kronik hale sebep olması bakımından ayrıca önem arz etmektedir. Sonuçta yakıcı bir sorun olarak; eğitim süreçlerinin sonucunda iş piyasası ihtiyaç duyduğu nitelikte “çalışan eleman” bulamazken, mezun durumundaki öğrencilerimiz ise kendilerine layık “çalışacak iş” bulmamaktadırlar.
“YÖK Kanunu da meslek yüksekokullarını (MYO) “Belirli mesleklere yönelik nitelikli insan gücü yetiştirmeyi amaçlayan, yılda iki veya üç, dönem olmak üzere iki yıllık eğitim-öğretim sürdüren, ön lisans derecesi veren bir yükseköğretim kurumudur” şeklinde tanımlamaktadır. Eğitim süresince belirli mesleklere yönelik uygulamalı eğitim öğretim faaliyetleri ile iş piyasalarının talep ettiği bilgi, el becerisi ve uygulama yeteneğine sahip nitelikte mezunlar yetiştirmek mesleki eğitimin temel hedeflerindendir. Mesleki eğitime yönelik bu ve benzeri hedef ve beklentilerin yerel ve bölgesel ihtiyaçlar dikkate alınarak kurgulanması gerekmektedir. Örneğin bir ilde mesleki eğitim alanında herhangi bir program açılacağı zaman karar aşamasında o ildeki iş piyasasının beklenti ve ihtiyaçlarını karşılama düzeyi dikkate alınmalıdır. Aksi takdirde ildeki çalışma alanlarıyla uyumsuz iş ve meslek alanlarında eğitim almış bireyler en iyi ihtimalle eksik istihdamda yer alacak ya da işsizlik sürecine dahil olacaktır. Yükseköğretim ve ortaöğretim düzeylerinde mesleki eğitim veren meslek okulları öğrencilerine iş fırsatları sağlayamadığı, eğitim programlarının yerel düzeyde iş gücü ihtiyaçlarıyla eşleşmediği ve hatta çalışma hayatında karşılığı olmayan ya da sınırlı düzeyde olan alanlarda eğitim verildiği gibi gerekçelerle sıkça eleştirilmektedir.” “Türkiye’de Genç İşsizlikle Mücadelede Meslek Yüksekokullarında Uygulanan İşbaşı Eğitimleri”, Çalışma ve Toplum Dergisi, Sayı: 4, (2018), s. 2194.
Ülkemizde son yıllarda artan işsizlik olgusu ve işsiz gençlerin profili incelendiğinde eğitimli nüfusun işsiz nüfusun içinde ciddi bir oran oluşturması hem insan odaklı hem de kamu kaynaklarının verimli kullanımı başlıklarında irdelenmelidir. Saha gerçekliğini ifade edebilecek, doğru verilere dayanan sağlıklı öngörülerde bulunmak öncelikli olarak eğitim planlayıcılarımızın görevlerindendir.
Planlamanın genel olarak kelime anlamı gelecekle ilgili olarak istenilen hedeflere ulaşmak için gerçekleştirilen bir karar verme süreci olarak belirtilmektedir. Planlama sayesinde kaynakları daha etkili ve verimli kullanmak, kaynakların nasıl dağıtılacağına karar vermek ve bu kararda en uygun seçenekleri kullanmak amaçlanmaktadır. Geniş anlamda eğitim planlaması ise, ileride ortaya çıkabilecek pek çok alternatifi araştırmak, eğitim sisteminin hedefleri ve değişen koşullarını belirlemek bazı sorunlara işaret etmek ve ortaya çıkabilecek sorunlar için gerekli çözümleri öngörmektir. Geleceğe ilişkin olarak düşünülen eğitim planlaması, toplumlar açısından hem sosyal hem de ekonomik olarak büyük önem taşımaktadır. Bu sayede eğitime ayrılan kaynakların ülke açısından en verimli şekilde kullanılmasını sağlamak mümkün olabilecektir.
Eğitim, işgücünün nitelikli hale getirilmesinde rol oynayan en önemli unsurlardan birisidir. İşgücü piyasasında eğitimli, becerikli ve genç işgücüne gereksinim artarken, artan eğitim süreleri işgücü piyasasının beklentilerini karşılayamamıştır. Bu tespit eğitim –öğrenim süreleri ile nitelik artışı arasında birebir bir korelasyonun oluşturulamadığı gerçeğini yüzümüze çarpmaktadır. Kişinin geleceğine yönelik olarak yaşına uygun süreçler işletilemeyip bir sonraki yaş ve dönem için altyapı/hazır bulunuşluk oluşturmadan yüksekokula başlamasının ve devamının sağlanması sonrasında soldurulmasını imkansız hale getiren boşluklar oluşturulmaktadır. Ertelen hazırlık ve çözümler Hayata atılma ve istihdam oluşturma yaşına/safhasına gelindiğinde istihdamın önündeki engel olarak gün yüzüne çıkmaktadır. Meselenin en ötelene kısımlarından biride iş yapabilmenin sadece teknik yeterlilikler ile ilgili değil aynı zamanda psikoloji hazırlıkla ilgili olduğunun da ıskalanmasıdır.
Talep edilen ile istenilen arasındaki makas farkı sanayicimizi elemansız, mezunumuzu işsiz durumda bırakmaktadır. Özellikle günümüz kuşağının önemli bir kısmı çekirdek aile içerisinde anne ve babasının aşırı korumacı tutumları sebebiyle iş hayatının sorumluluklarını ve stres yükünü taşıyabilecek zahmetten ve sorumluluktan uzak bir şekilde yetiştirilmiş olmalarının sonuçlarını yaşıyorlar.
Gençler “kendi üstün özelliklerine inanmalarına izin veren çekirdek aile terbiyesi nedeniyle ne iş beğeniyorlar ne de eş. Çok iyi şeylere layık olduklarından kuşku duymuyorlar… Geç saatlere kadar ekran oyunlarına gömülüp geceyi uyanık geçiriyorlar. Rızkın gündüz saatleriyle ilişkisine kafa tutan bir hayat telakkileri var. Dağınıklar, ancak hayalperest olma gereği de duymuyorlar, hayaller paketlenmiş olarak yığılıyor masa üstlerine zaten. Bir türlü tamamlanmayan ergenlik çağı sürecinde başlıca meşgaleleri, küreselleşmenin telkin ettiği zevk ve eğilimleri garanti altına alan kanallara ulaşmak. Etraflarında sürekli açıklarını kapatmaya çalışan yetişkinlerin müsamahası ya da zaafı, kırılgan isyan hallerinin muhafazasını oluşturuyor.”(Cihan Aktaş 16 Ekim 2017 Gerçek Hayat dergisi)
“Elbette öyle, gençlere özgü yaptığım bu tasvir genellenemez. Katıldığım programlarda ve derslerimde gayet düşünceli, sorumlu, müdrik gençlerle sohbet etme imkânı buluyorum. Bu tanışmalarımın duyurduğu umut, yetişkin sıfatı kazanamayan bir gençlik profili üzerine daha fazla düşünmeye sevk ediyor. Acaba aile içinde ve eğitim sistemi itibarıyla yapmamız gereken neyi ihmal ediyoruz? Bebeklerinden itibaren duydukları övgülerle şişkin bir benliğe sahip gençler kendilerini yetiştirmek için aşırı bir gayrete ihtiyaç duymadıkları gibi sıfırdan başlamayı gerektiren işlerin çilesine katlanmaya da razı olmuyorlar. Korumacı çekirdek aile, hayat karşısında güçsüz gençleriyle övünemiyor sonuçta, bir yerde ebeveyn yakınmaları başlıyor, “bu çocuk niye böyle” diye. Bir sürü sebep o kadar aşikâr ki oysa… O çocuk masal dinlemedi, büyükanne hatıralarından uzak büyüdü, dedesiyle mahalleye inemedi, hoş mahalle nedir, oyun sırasında düşmekten oluşan diz yaraları neye benzer, bir oyun küskünlüğü sırasında gerçekleşen nefis muhasebesi insanı nasıl yeniden biçimlenmeye götürür; öğrenemedi. Başkasını kendinden daha fazla düşünmenin derslerini hangi ekran öğretiyor sanki, hangi şok eden aforizma… Televizyon karşısında şaşkınlaşmasından istifadeyle ağzına sokulan kaşıklar dolusu mamalarla büyütülen çocuk, maç saatleri kutsamasının havzasında biledi taraftarlık sebeplerini ve tarafgirliğe yatkınlaştı. Katılmadı, seyirci oldu. Hayrete yönelik keşiflere değil, şok duyurmaya dönük sahnelerle çoğaldı merak kanalları.”( Cihan Aktaş 16 Ekim 2017 Gerçek Hayat dergisi)
Eğitim zamanının artması, gençlerin yaşlarıyla doğru orantılı olan sorumluluk almalarını geciktirmektedir. Başka bir ifadeyle artan eğitim zamanı, gençlerin işlev sahibi olmalarını ve bununla alakalı sorumlulukları taşımalarını önlemektedir. Fakat mesuliyet taşıma, belirli bir yaştan itibaren başlamalı ve yaşlandıkça gelişim göstermelidir.
Ülkemizde eğitimli nüfusun yaşamış olduğu istihdam sorunları incelendiğinde temelde eğitim eksikliği ve insan kaynağı yetiştirmede ülke olarak çok eksiğimiz olduğu gerçeğine ulaşıyoruz. Eğitim sistemiz de olan kalite eksikliği, mesleki eğitme gereken önemin verilmeyişi ve işgücü piyasasına uygun insan kaynağının yetiştirilememesi ülkemizin yaşamış olduğu en büyük sorunlardandır. (MUSLU, Alper 2010)
Türkiye’deki insanların bir kısmı çalışma yaşında ve isteğinde olmasına rağmen işsizdir. İşsizlik ise gerek birey, gerekse içinde yaşadığı toplum açısından ekonomik ve sosyal birçok olumsuz sonuçları beraberinde getirmektedir. Bu açıdan işsizlik bireyleri ve toplumu yakından ilgilendiren bir konudur. Türkiye’de yıllar itibariyle hemen hemen her dönem görülen yüksek işsizlik oranlarıyla mücadele etmek zorunda kalan bir ülkedir. Hızlı nüfus artışı, eğitim politikasındaki sorunlar, yatırım yetersizliği, siyasi ve ekonomik istikrarsızlık gibi nedenler bu sorunun daha da ağırlaşmasına neden olmuştur.
Genç nesil, bu zamana kadar görülmeyen bir yüksek eğitim düzeyine sahiptir. Eğitimli genç nüfus, yüksek enerji potansiyeline sahip, yaratıcı fikirlere açık, yeniliklere kolay adapte olan bir yapıya sahiptir. Bu yapının etkin bir şekilde kullanımının ekonomik kalkınmada öncü rol oynadığı söylenebilir. Yüksek eğitimli genç işsizlik oranlarının yükselmesi, ülkeleri bu avantajlardan mahrum bırakmaktadır. Bu sebeple yüksek eğitimli genç nüfus avantajına sahip ülkelerin bu potansiyeli iyi değerlendirmeleri gerekmektedir. Yüksek eğitimli genç işsizliği, uzun dönemde ulusal gelişmeyi ve ülke ekonomisini olumsuz olarak etkilemektedir.
Türkiye’de tecrübe eksikliği, işgücü piyasasının ihtiyaç duyduğu nitelikleri karşılayamama, iş arama konusunda yeterli derecede bilgi sahibi olmama, rehberlik ve kariyer danışmanlığı hizmetlerinin yeterince gelişmemiş olması ve yeterli düzeyde yeni iş alanlarının üretilememesi gibi nedenlerle gençler istihdama kolay katılamamaktadır.
Üniversite düzeyinde eğitim almış gençlerin işgücü piyasasında yer almaması, insana ve ülke altyapısına yapılan yatırımların etkililiğini azaltmaktadır. Ayrıca bu gençlerin işsiz kalması sosyo-kültürel alanda sapmaların yaşanmasına neden olmaktadır. Yüksek eğitimli genç, içinde bulunduğu ülkede istihdam olanağı bulamazsa süreç içinde aidiyet hissinde azalmalar oluşmakta, zorunlu göç etme eğilimine girmektedir.
Türkiye’de genç işsizliği önemli bir sorun olduğu kabul edilmekle birlikte, bu sorunun çözümüne yönelik önemli adımlar atılmamış ve bir başarı elde edilememiştir. Diğer taraftan, İşgücü piyasasında eğitimli, becerili, genç işgücüne gereksinim artmıştır.
Gelişmiş ülkelerde insan kaynağına olan yatırımlar fiziki yatırımlardan daha çok önem taşımaktadır. Verimlilik; büyüme ve istihdam üçgeninde beşeri sermaye (insana yatırım) önemi yapılan araştırmalar sonucunda da ortaya çıkmıştır. Beşeri sermayenin ekonomik büyümeyi hızlandırarak ekonomik kalkınmaya yol açması, bir taraftan insana olan yatırımları arttırırken; diğer taraftan beşeri sermaye eğitim ilişkisini gündeme getirmiş, yapılan çalışmalarda uzun ve sağlıklı bir yaşamda bilgi ve eğitimin ekonomik kalkınmaya ve gelişmeye önemli katkılar sağladığı görülmektedir.
İSTİHDAMDA EĞİTİMİN ÖNEMİ
Dünyada 1980’li yıllarda başlayan ve 1990’lı yıllarda hız kazanan bir küreselleşme süreci yaşanmaktadır. Hızlı teknolojik değişiklikler eğitim ve istihdam ortamlarını etkilemektedir. Bilgi ekonomisi ve bilgi çağı dönemine hızla gelinmektedir. Gelişmiş ülkeler tüm bu hızlı değişikliklere uyum sağlamasında eğitim alanı giderek artan şekilde üzerinde önemle durdukları ve daha fazla kaynak ayırdıkları bir yatırım olmuştur. Eğitim istihdam arasındaki ilişkiler her zaman önemli olmuş, bu alanda uygulanan başarılı politikalar ülkelerin kalkınmada itici gücü olmuştur.
Eğitim, insan kaynaklarını yetiştirme sürecidir. Bireyin fiziksel veya içsel etkinlikler sonucu güç oluşturabilmesi ya da davranış değişikliği gösterebilmesi için planlı örgün ve yaygın eğitim alması gerekir. Bu bağlamda eğitim, istihdam öncesi ve üretim kalitesi için gerekli olan “olmazsa olmaz” ön koşuludur.
Bugün ülkemizde istihdam edilenlerin çoğu, eğitim gördüğü meslek dalında çalışmamaktadır. Aslında ülkenin temel sorunlarından belki de en önemlisi, eğitim ile istihdam arasında gerekli bağlantının sağlıklı olarak kurulmamış olmasıdır. Ülkelerin kalkınması, eğitimin yetiştirdiği nitelikli insan gücü ile sağlanacaktır. Herhangi bir ekonominin sağlıklı bir şekilde işlemesi işgücünü (özellikle gençleri) eğiterek uygun işlerle eşleştirmesine bağlıdır.
Eğitimin kişilerin beceri düzeylerini geliştirerek işsizliği azaltmasının dışında başka yönlerden de kişi ve toplum üzerinde olumlu etkileri vardır. Eğitim, bireylerin niteliklerini yükselterek onların iş piyasasında daha hareketli hale gelmelerini de sağlayabilecektir. Bu ise yapısal işsizliğin azaltılması çabalarına katkı sağlayacaktır.
Aktif İstihdam Politikalarında Mesleki Eğitimin Öneminin altını çizmek gerekmektedir. Mesleki eğitim programlarının hazırlanmasında piyasaların doğru bir şekilde analiz edilmesi uygulamanın etkinliğini arttıran önemli bir unsurdur. Ekonomide yapısal dönüşümlerin yaşandığı dönemlerde bundan bazı sektörler olumsuz yönde etkilenirken, bazı sektörlerde ise istihdam genişlemesi yaşanabilmektedir. Mesleki eğitim kursları işçilerin büyüyen sektörlerin aradığı özelliklere sahip olmalarını sağlayarak işsizliği azaltabilmektedir.
SONUÇ VE ÖNERİLER
Türkiye’de istihdam ve işsizlik önemli bir sorun alanı olarak gündemdedir. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye işgücü piyasasında da gençlerin durumunun sorunlu olduğu görülmektedir. Türkiye’de toplam ülke nüfusunun önemli bir kısmını 15–24 yaş arası gençler oluşturmakta ve genç nüfusun büyüklüğü bu konunun önemini gözler önüne sermektedir. Gençlerin eğitim sürelerinin uzaması ile birlikte genç nüfusun işgücüne katılım oranı yıllar itibariyle azalmaktadır.
Türkiye’de gençlerin işsizlik nedenleri çok çeşitli olmakla beraber Türkiye’deki genç işsizliğinin temel nedeni işgücü piyasasının ihtiyaç duyulan vasıflar ile gençlerin sahip olduğu vasıfların örtüşmemesidir. Ayrıca iş arama konusunda yeterli derecede bilgi sahibi olmama, rehberlik ve kariyer danışmanlığı hizmetlerinde ülkemizde yeterince gelişmemiş olması ve tecrübe eksikliği, yeterli düzeyde yeni iş yaratılamaması gibi nedenlerle de gençler iş bulma konusunda sıkıntı yaşamaktadır.
Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde gençlere yönelik doğru politika ve program üretilmesi ve uygulanması için gençlerin işgücü piyasasında yüz yüze geldiği sorunları doğru bir şekilde anlamak daha fazla önem taşımaktadır. Çünkü geniş bir informal ekonomiye sahip ve işsizlik yardımlarının çok fazla olmadığı gelişmekte olan ülkelerde gençlerin çoğunluğu işsiz kalma lüksüne sahip değillerdir. Gençlere genellikle işsizlik için devletin bazı finansal destekler sağladığı gelişmiş ülkelerdeki durumdan farklı olarak gelişmekte olan ülkelerin çoğunda gençler, aktif olarak iş ararken genellikle iş aramayı finanse eden aileler olmaktadır. Ama ailelerin büyük çoğunluğu bu sorumluluğu üstlenmek için finansal kaynaklara sahip değillerdir. Böyle olunca da düzenli ve ücretli istihdamın yokluğunda gençlerin çoğunluğu ya informal sektördeki işlerde çalışmayı kabul edecekler ya da işsizliğin sebep olduğu ekonomik, sosyal ve psikolojik sorunlarla karşı karşıya geleceklerdir.
Ülkemizin önemli sorun alanlarından biri de insana olan yatırımın eksikliği ve eğitime verilen önemin azlığıdır. Örneğin eğitim yatırımlarının artması beraberinde teknolojik gelişimi de beraberinde getireceğinden makro anlamda bir farklılık ve gelişim ortaya koyacaktır. Bu da devletimizin önemle üzerinde durması gereken başlıca konulardandır.
Beşeri sermaye ile birlikte kişinin gelişimini ve sonrasında toplumsal gelişimi etkileyen en önemli unsur eğitimdir. Eğitim aileden başlayıp insan hayatı boyunca devam eden uzun bir süreçtir. Okul öncesi eğitim ne kadar önemli ise ilkokuldan başlayan ve üniversite boyunca devam eden eğitim sistemi de o derece önemlidir. Avrupa Birliği ülkelerinde baktığımız da eğitimin ekonomiye etkisi birebir görülmektedir. Türkiye’de eğitim sisteminin de buna uygun hale getirilmesi gerekmektedir. Maalesef ülkemizde eğitim sistemimiz doğru işlememektedir. İşgücüne uygun, piyasanın istediği nitelikte eğitimli işgücü yetiştirilmemektedir. Bunun da en büyük nedeni eğitim sistemimizdeki çarpıklık ve kalite düşüklüğüdür. İlkokuldan başlayan ezberci düzen üniversiteye kadar devam etmektedir. Bunun sonrasında gençlerimiz işgücü piyasasına hazırlıksız, eğitimsiz ve verimsiz olarak gelmektedir.
Avrupa Birliği’nin ortak bir eğitim politikası olmamasına rağmen benzer eğitim sistemimin olması desteklenmektedir. Mesleki eğitim ve mesleğe yönlendirme eğitim politikaları içinde yer almaktadır. Mesleki teknik eğitim programları hazırlanarak işgücü piyasasına uyumlu çalışmalar yapılmaktadır. Ülkemizde Mesleki eğitime gereken önem verilmediğinden gençlerimiz üniversitede kapılarında diploma almayı beklemektedir.
Gelişmiş Avrupa ülkelerine baktığımızda örneğin Almanya da uygulanan sistemde (dual eğitim) teorik eğitim meslek okulunda, uygulama iş yerinde yapılmaktadır. Devletimize burada çok önemli görevler düşmektedir. Bölgelerimizde farklı olan yaşam koşulları ve imkânlar neticesinde orta eğitimden sonra danışman ve rehber hocalar eşliğinde aile bireylerinin de görüşleri alınarak mesleki yetenekler tespit edilip, mesleki teknik eğitim alınması konusunda çalışmalar başlatılmalıdır.
Ülkemizde maalesef verilen mesleki eğitimler işgücü piyasası uyumlu olmadığından eksik olarak kalmıştır. Lise ve sonrasında alınan yüksek öğretim ülkemizde formel olduğundan dolayı kişi kendi yeteneklerini görme ve geliştirme yönünde zayıf kalmakta ve sonuçta sadece diplomalı işsiz gençler olarak toplumda yer almaktadırlar. Ülkemizde eğitim alanında gerçekçi politikaların yapılması önemlidir.
Yapılan araştırmalar işverenlerin üniversite mezunlarından daha çok mesleki eğitim almış gençlere ihtiyaç duyduklarını ortaya çıkarmıştır. Bura da başta devletimizin mesleki eğitime gereken yatırımları yapması ve iş çevrelerinin de bu yönde gereken desteği vermesi gerekmektedir. Bugün yüksek eğitim almış nüfusun en büyük sorunu da istihdamdır. İstihdamın önündeki en büyük engelde eğitimdir. Üniversite mezunu diplomalı birçok gencimiz iş bulamamaktan yakınmaktadır. Sadece üniversite mezunu olsun diye birçok gencimiz lise dahil en aktif olan yaşlarında kuru bir eğitim almakta, iş piyasasına uygun ihtiyaçları doğrultusunda eğitim almadıklarından dolayı üniversite sonrasında iş bulmada sıkıntı yaşamaktadırlar. Bu yüzdendir ki mesleki eğitim hem kişinin gelişiminde hem de toplumun kalkınmasında önemli bir araçtır.
Ülkelerin ekonomik büyüme oranları, gelir dağılımı, kişi başına düşen gelir hepsi eğitim hizmetini etkilemektedir. Ülkemizin geleceği, kalkınmamıza yön verecek işgücüne nitelikli katılımı sağlayacak şekilde eğitimin iyileştirilmesine bağlıdır.
Özellikle küreselleşme ile birlikte günümüz ekonomisindeki işletmeler bilgi ve teknoloji kullanımına yönelirken, fiziksel ve geleneksel işlerinde azalmasına sebep olmaktadır. Bu eğilim sürecinde eğitim ve mesleki bilgi ve beceriden yoksun genç nüfusun istihdamı da zorlaşmaktadır. Özellikle bilişim, yapay zeka, veri mühendisliği gibi bu satırların yazarının bilemeyeceği kadar geniş alanlardaki potansiyel fak edilmeli, sağlıklı öngörülerle ve esnek bir şekilde eğitim politikaları belirlenmelidir.
Kaynaklar;
Türkiye’de Mesleki Eğitim Almış Nüfusun İstihdam Sorunları ve Çözüm Önerileri, Alper MUSLU, 2010)
Sosyolojik Açıdan Kent İşsizliği ve Anomi, Erdoğan, Nihat (1991),
Sosyal Bir Problem Olarak İşsizlik ve Sonuçları Nurşen ADAK* * Doç. Dr., Akdeniz Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü,
Avrupa Birliği Ve Türkiye’de Genç İşsizliği Sorunu Ve Çözüm Önerileri; Doç. Dr. H. Yunus Taş – Merve Bilen – Yayınlanmış makale
Türkiye’de Genç İşsizlikle Mücadelede Meslek Yüksekokullarında Uygulanan İşbaşı Eğitimleri”, Çalışma ve Toplum Dergisi, Sayı: 4, (2018), s. 2194.
Tüik Mart 2021 İstihdam Verileri –Basın bülteninden
Cihan Aktaş 16 Ekim 2017 Gerçek Hayat dergisi
Eğitim Ve Kalkınma İlişkisi: Türkiye Örneği, Bengü ÇETİN, Yüksek Lisans Tezi, 2014
Yüksek Eğitimli Gençlerin İşe Alımında Yetenek Temelli Karar Destek Sistemi Önerisi, Doktora tezi, Yunus KÖLEOĞLU, EYLÜL – 2019
Avrupa Bırlığı ve Türkıye’de Uygulanan Genç İşsızlığı Ile Mücadele Polıtıkalarının Karşılaştırmalı Analızı- Çalışma İlişkileri Dergisi- 2015 – Özgür TOPKAYA –
Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.