Engin Aslanargun: 20. Defa Toplanıp Dağılan Meb Şurası

30.01.2022

2021 yılının Aralık ayında toplanan 20. Milli Eğitim Şurası, ülkemizde teorik düzeyde en üst düzey çaba ile gerçekleştirilmeye çalışılan ancak uygulama düzeyine neredeyse hiç önem verilmeyen pratikler arasındadır. Teorik düzeyde oldukça anlamlı ve ağırlığı olan bir kelime “şura” başlığı ile taçlandırılan, en üst düzey devlet yöneticilerinden öğrenci ve velilere kadar bin kadar katılımcı ile hiçbir masraf ve reklamdan kaçınılmadan planlama, hazırlık ve raporlama dâhil yaklaşık 3-4 ay süren bir çabadan bahsedilmektedir. 20. Milli Eğitim Şurasının gündem maddeleri de oldukça önemli ve vurucu: Eğitimde Fırsat Eşitliği, Öğretmenlerin Mesleki Gelişimi, Mesleki Eğitimin İyileştirilmesi. Eğitim konusunda kafa yoran ve analiz yapan herkesin önemi konusunda ittifak edeceği ve ülkemiz eğitim sisteminin temel sorunları arasında sayılabilecek bu başlıklar yeterince ilgi ve takdir uyandıracak özelliktedir. Her bir başlığa ilişkin yazılan onlarca makale, kitap ve analiz bulunmakta ve daha fazlası için örnek uygulama ve güncel durumlar her geçen gün yaşanmaya devam etmektedir. Ancak ilginç olan nokta bu başlıkların önceki şuralarda onlarca defa konuşulmuş, tartışılmış, hakkında raporlar hazırlanmış, binlerle ifade edilen katılımcı ile en üst düzey devlet yetkililerinin huzurunda çözüm önerilerinin dile getirilmiş olmasıdır. Örneğin ilki 1939, sonuncusu 2021 Aralık’ta yapılan 20 Şura’da öğretmenlerin mesleki gelişimi onuncu defa, mesleki eğitim beşinci defa konuşulmakta, tartışılmakta, sorunlara çözüm önerileri geliştirilmekte, kamuoyu önündeki toplantılarla açıklanmakta ve raporlaştırılarak görev tamamlanmaktadır. Planlama, hazırlık, uygulama, raporlama ve kamuoyu ile paylaşılma süreçlerinde harcanan çabanın neredeyse yüzde 10’u uygulama düzeyinde sergilenmemektedir. Bu oranı abartılı düzeyde düşük bulanlar için eski bakanlardan Nabi Avcı’nın önceki şura toplantısında dile getirdiği açıklamayı hatırlatmak gerekmektedir “Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren yapılan şuralarda alınan kararların uygulama oranı yüzde 2’dir, bunun sebebi kararlarının çok ütopik olması dolayısıyla reel şartlarda gerçekleştirilmesinin güçlüğünden kaynaklanmaktadır”

Eğitim sistemi içerisinde en üst düzey karar organı olarak nitelendirilen, dört yılda bir toplanması öngörülen, cumhurbaşkanından öğrenci ve velilere kadar her düzeyden bin kadar kişini katıldığı ve her biri binlerce sayfalık raporlarla nihayete erdirilen Milli Eğitim Şuralarının akıbeti bu topraklardaki iş yapma ve sorun çözme yöntemi hakkında oldukça net bir perspektif sunmaktadır. Her açılışta şuraların önemine dikkat çeken üst düzey yetkililer, şuraların selefi olarak Heyet-i İlmiyelerin 1920’li yıllarda savaş ortamında bile toplandığını ifade ederek bu topraklarda eğitime ne kadar önem verildiğini vurgulamaktadır. Sözde, eğitime üst düzey önem verildiği ısrarla vurgulanmasına karşın uygulama oranlarına bakıldığında tam tersi bir durumun söz konusu olduğu görülmektedir. Özellikle eğitime ilişkin politika ve kararların günlük popülist söylemlerin kurbanı olduğu, uygulama niyetinden çok teorik tartışma düzeyinde kalmasının özellikle amaçlandığı bu topraklarda sıkça karşılaşılan bir durumdur. Bakanın ifadesiyle kararların çok ütopik olması reel şartlarda uygulamayı güçleştirmekte midir? Uygulama amacı taşımadığı için mi ütopik kararlar alınmaktadır? Yoksa teorik düzeye verilen aşırı önem ve gösteriş kaygısı doğal olarak uygulama aşamasına gelindiğinde bütün enerjinin tüketilmiş olmasına mı neden olmaktadır? Yöneticilerin en ideal düzeyde aldığı, olması gereken kararlar uygulama aşamasında bürokratlar tarafından mı kadük hale getirilmektedir? Kasıt mı, yoksa ihmal mi söz konusudur? Bakanlık bütçe olanakları, akademik bilgi yönünden uzman kişilerin formal veya informal pozisyonları ve bu topraklardaki eğitim-öğretim deneyimi göz önünde bulundurulduğunda ihmal ile açıklanamayacak ciddiyette bir durumun söz konusu olduğu anlaşılmaktadır.

            Eğitim şuralarında sorun alanı olarak görülen onlarca konu günlerce tartışılmakta ve binlerce sayfadan oluşan raporlara dönüşmekte; YGS, AYT, TYT gibi sınavlarda yüzbinlerle ifade edilen sayıda öğrenci 0(sıfır) puan almakta; bir milyondan fazla öğretmeni olan bir sistemde hala sistemli bir öğretmen yetiştirme ve mesleki gelişim politikaları bulunmamakta ve şuralarda 10. kez tartışılmaya devam edilmekte; birkaç yıl öncesine kadar büyük kavga ve gürültülerle dershaneciliğin kaldırıldığı rasyonel ve eğitimsel gerekçelerle açıklanmasına karşın değişik isimlerle ve görüntülerle birçoğu merdiven altı etüt merkezleri, yetiştirme kursları ve lise/üniversite hazırlık kursları yeniden sisteme egemen olmaya başlamıştır. Bu ve bunun gibi onlarca sorun alanına ilişkin çözüm önerileri raporlarda yer almakta, projelerle irdelenmekte ve politika yapıcılardan güçlü bir irade beklemektedir. Politika yapıcıları ile üst düzey eğitim yöneticilerinin iradelerinin insafına bırakılmış onlarca çözüm önerisi bu satırların yazarı tarafından bizzat müşahede edilmiştir. Türkiye’de eğitimi yönetmekle sorumlu siyasetçi ve bürokratların öncelikle sorun çözme iradesine sahip olması, buna inanması ve öncelikli bir amaç olarak benimsemesi gerekmektedir. Sorulması gereken başka temel sorular da bulunmaktadır. İçinde cevaplarını da barındıran bu sorular daha fazla söze gerek bırakmamaktadır: Eğitimi yöneten üst düzey yetkililer ülkedeki eğitim sorunlarından ne kadar haberdardır? Bu yöneticilerin sorun çözme kapasiteleri, eğitim birikimleri, deneyimleri ve hepsinden önemlisi böyle bir amaçları var mıdır? Bunu dert edinmekte midirler? Türkiye’de insanlar Milli Eğitim Bakanı, bakan yardımcısı, genel müdür, kurul başkanı, il müdürü gibi üst düzey bürokratik makamları sorun çözmek ve proje üretmek için mi isterler, yoksa bu makamların bugün sunduğu gelecekte de devam edecek olan olağanüstü maddi ve manevi avantajları için mi mücadele ederler? Bu topraklarda eğitim de dâhil olmak üzere üst düzey yöneticiler, daha çok sorun çözmeye ve insanların ihtiyaç ve beklentilerini karşılamaya mı çalışırlar yoksa popülist bir bakış açısıyla iş yapıyor görünmeye, yasak savmaya ve görüntüyü kurtarmaya mı çalışırlar? Elinizi vicdanınıza koyarak bu sorulara verdiğiniz cevaplar bazı istisnalar hariç vicdanınızı daha da huzursuz ediyorsa yapılan işten çok hangi niyet ile yola çıkıldığını sorgulamak öncelikli olarak gerekmektedir. Hesap verebilirliğin olmadığı, kul hakkı yemenin en büyük günah sayıldığı bir toplumda insanların liyakat ve ehliyete bakmadan devletten makam kapma yarışına giriyorsa sorun çözme ve proje üretme iradesi henüz ufukta görünmüyor demektir. Görüntüyü kurtarmaya ve iş yapıyor görünmeye yönelik toplantı, şura ve etkinlikler yerine daha önce alınan kararların uygulama düzeyini, sebeplerini ve sonuçlarını analiz etmek daha gerçekçi ve uygulanabilirdir.

Bu yazıda yer alan fikirler yazara aittir. Farklı Bakış’ın bakış açısını yansıtmayabilir.

Önerilen Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir