23.01.2021
“Zulme adaletli demek, inananı dinden çıkarır.”
İmam Maturidi
Devletlerin tarihi, aynı zamanda zulmün tarihidir. Büyük devletlerin çoğu küçük devletlere, sömürgelerine yaptırım uygularken, kendi vatandaşı olan farklı etnik ve dini gruplara da çeşitli yollarla zulmedebilmişlerdir. Bunun acı örneklerinden biri de Çin’in Uygur Türklerine ve diğer Müslüman topluluklara sistamatik olarak uyguladığı zulümdür.
Uygur Türkleri, Çin’in Doğu Türkistan eyaletinde yaşıyor.
Çin, Doğu Türkistan kelimesini yasaklayarak adını Sincan diye değiştirdi. Sincan “elde edilmiş toprak” demek.
Çin’de beş özerk bölge var. İç Moğolistan, Tibet, Doğu Türkistan, Ningksia ve Guangşi. Çin, bu bölgelerin bağımsızlık ilan etmesinden endişe duymakta, 1950’de bağımsızlık ilan eden Tayvan’ı hâlâ kendi eyaleti olarak görmektedir. Sincan’ın ise gaz ve maden kaynaklarından yana zenginliği, Çin’in bu bölgeye ayrı bir önem vermesine neden olmakta.
Çin’in nüfusu 1,4 milyar; bunun yüzde 92’si Han ırkından, geri kalan yüzde 8 ise 55 ayrı etnik gruptan oluşuyor. Müslümanların nüfusu 19 milyon. Resmi rakamlara göre Uygurların nüfusu 9,5 milyon. Uygurlar ise nüfuslarının 15 milyon olduğunu iddia ediyor. Çin, Sincan’da demografik yapıyı değiştirmeye yönelik olarak devamlı nüfus taşıyor. Çin’de Han’lar “birinci sınıf” olarak görülüyor.
Doğu Türkistan, Çin’in kara olarak batıya açılan kapısı.
Sincan bölgesinde ve Çin’in değişik bölgelerinde gerçekleşen saldırıların ardından, bu saldırılardan Uygurları sorumlu tutan Çin, 2014 yılından itibaren “teröre karşı halk mücadelesi” adı altında yeni bir süreç başlattı. Bu süreç, kamplar ve yasaklardan oluşmaktadır.
Uygur Türkleri; siyasal, sosyal, ekonomik ve dini yönden devamlı ayrımcılığa maruz kalmaktadır. AB raporlarına göre 2017 yılından beri sistematik bir soykırım yaşanmakta, 37 kampta 3 milyona yakın insan tutulmaktadır.
İngiltere’nin saygın gazetelerinden Financial Times’ta yer alan bilgiye göre, Uygurların özgürlüklerinden alıkonulmasına neden olan yasaklar şöyle sıralanmaktadır:
- Aile planlama kuralını yıkmak,
- 26 “hassas” ülkeden birine gitmek,
- Hacca gitmek,
- Tutuklu biriyle akraba olmak,
- Camilerden kitaplar alıp gizlice evde okumak,
- Sakallı olmak,
- 16 yaşından küçüklere kutsal kitap okumak,
- Yurtdışından birini aramak.
Ayrıca 18 yaşından küçüklerin camiye girmesi de yasaktır.
Uygurlar, haklarında inceleme yapıldıktan sonra ülke dışına çıkabiliyorlar. Öğrencilerin ve çocukların oruç tutması da yasak kapsamında… İçki satmayan dükkanlar kapatılma tehdidiyle yüz yüze kalabiliyorlar. Çin ordusu ve paramiliter güçler, sık sık Sincan caddelerinde geçit törenleri yaparak halka gözdağı veriyorlar. Sincanlıların çocuklarına “din vurgulu” isimler koyması yasak. Yasak isimler listesinde Muhammed de var. Mekke ve Saddam (isabetli) da bu yasaklı listeye dahildir. İmam nikahı ve sünnet düğünü gibi faaliyetleri yönetime bildirme zorunluluğu var.
Ancak BBC’nin girebildiği kamplara ait bilgiler ve yayınladığı belgeler korkunç. Büyük halk kitleleri kamplara toplanıyor ve “eğitim merkezi”, “rehabilitasyon merkezi” ve “meslek eğitim merkezi” olarak adlandırdığı bu kamplarda işkence ve beyin yıkama metodu uygulanıyor. Bir milyondan fazla Uygurluya keyfi olarak, aşırılıklarla mücadele adı altında, eğitim merkezlerinde komünizm propogandası ve İslam inancının temel dayanaklarından feragat etmeyi içeren programlar düzenleniyor.
Çin, İslam’a karşı adeta bir savaş yürütüyor. İslam’la ilgili her şeyi yasadışı sayıyor. Yetimhanelere 500 binden fazla Uygur çocuğunun götürüldüğüne dair haberler var. Bu çocukların beyinleri burada yıkanıyor. Çocuklar dinlerini, etnik kimliklerini ve dillerini terk edip Han Çinli olarak yetiştiriliyor.
Yetişkinler kısırlaştırılıyor. Kadınlar, Han Çinlilerle evlenmeye zorlanıyor.
BM İnsan Hakları Konseyi’nde 22 ülkenin büyükelçileri, Çin’e hitaben resmi bir mektup yazdılar. Ülkede yaşanan insan hakları ihlallerinin, özellikle “Uygur Türkleri ve diğer Müslüman topluluklara” yapılan ağır baskıların eleştirildiği mektupta Çin’i, imzaladığı insan hakları bildirisine ve diğer uluslararası hukuk taahhütlerine uymaya çağırdılar. Tamamı Batılı olan 22 devletin temsilcisinin imzaladığı bildiriyi Türkiye dahil, nüfusunun çoğunluğu Müslüman olduğu için “İslam ülkesi” olarak tanımlanan hiçbir ülke imzalamadı.
Avrasya ekonomileri üzerinde büyük bir etkiye sahip olan Çin, Müslüman devlet adamlarının küresel ekonomik gündemine hâkim olmayı başarmış bulunmaktadır. Görünen o ki, her zaman olduğu gibi yine ekonomik çıkarlar, insan haklarından ve sosyal adaletten üstün tutulmakta, öncelikli görülmektedir. İslam dünyası; Filistin, Arakan ve diğer bölgeler için gösterdiği hassasiyeti, Doğu Türkistan için göstermemektedir. Çin’in bu insanlık dışı uygulamalarına karşı İslam dünyası, utanç verici bir sessizlik içinde bulunmaktadır. Türkiye ve diğer Müslüman ülkelerin bu tutumunun gerisinde, ekonomik hesaplar ve çıkarlar yatmaktadır.
Öte yandan, günümüzde BM’nin gücünün sadece Afrika ülkelerine yettiği anlaşılmaktadır. Çin gibi istediğini yapan, hukuk tanımayan, dünyaya kapalı bir ülkeye söz geçirmek pek mümkün olmamaktadır. Diğer bir ifadeyle, bugünkü dünyada küresel güçlerin çoğu istediğini yapabilmektedir.
ABD, Doğu Türkistan’ı kaşımak isteyebilir. Gücünü koruma adına Çin’in parçalanmasını da isteyebilir. Çin de, ABD’nin zayıflamasını, parçalanmasını isteyebilir. Her devlet, rakip gördüğünü zayıflatmak ister. Ancak yapılan zulmü “ABD’nin tiyatrosu” olarak değerlendirmek zulme ortak olmaktır.
İŞİD saflarında çatışanların arasında Uygur Türklerinin de bulunması, Çin’in zulmünü meşrulaştırmaz. El Kaide, İŞİD gibi radikal terör örgütlerinin içinde her milletten insanın olduğu zaten biliniyor. Doğu Türkistan İslami Hareket Partisi, Suriye’de aleni olarak bulunuyor. Bu partiye mensup Uygurların çoğunun, “Fetih ordusu” saflarında İdlip’te olduklarına dair bilgiler var. Uygurların, İdlip’te Cisr el Şuğur’da, katliam korkusuyla gitmek zorunda kalan Nusayrilerin boşalttığı köylerde yaşadıkları iddia ediliyor.
2017 yılında Türkiye’deki referandum sürecinde Almanya ve Hollanda’nın iktidarın propaganda çalışmalarına izin vermemesi üzerine, bu iki ülkeye karşı çok sert tavır takınıldı, ilişkileri kesme noktasına gelinildi. 12 Şubat 2015’te ABD’nin Kuzey Carolina eyaletinde üç Müslümanın bir terörist tarafından öldürülmesi üzerine “Ey Obama!” hitapları devreye girerken, Rusya ve Çin söz konusu olunca tek ses çıkmamaktadır.
Çin’in baskı politikalarına ve insan hakları ihlallerine en çok Batılı ülkeler karşı çıkıyor. İngiltere Dışişleri Bakanı, “Başka devirlerde kaldığını sandığımız barbarlık, uluslararası toplumun bir üyesince yapılıyor” diyebiliyor. Böyle bir sözü, Müslüman bir ülkenin herhangi bir devlet adamından maalesef duyamıyoruz.
Doğu Türkistan’da yapılan kültürel soykırıma ve büyük zulme, yerli ve milli ortaklardan ses yok. En küçük ortak Doğu Perinçek’e göre ise Uygur Türkleri = PKK. Perinçek, adeta Çin Komünist Partisi Türkiye sözcüsü gibi.
Dış politikada yalnızlaşan iktidarın sessizliğinde, Çin’den siyasi ve ekonomik beklentiler belirleyici rol oynuyor.
Türkiye demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti ilkelerinden uzaklaştıkça Batı dünyasından da uzaklaştı ve böylece Rusya ve Çin’e mahkûm oldu.