03.05.2024
1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü, siyasal iktidarın keyfi ve anlamsız Taksim Meydanı yasağının gölgesinde kutlandı.
Anayasa Mahkemesi (AYM) 2023 yılında verdiği iki kararında Taksim’de 1 Mayıs kutlamasının engellenmesini hak ihlali olarak değerlendirmiş, Taksim Meydanını yalnızca 1 Mayıs günü orada bulunanların dayanışmasının değil, aynı zamanda emekçilerin ortak hafızasının varlığını gösterdiğini vurgulamıştır. Ayrıca “1 Mayıs’ın Taksim Meydanı ile özdeşleştirilmesi nedeniyle anılan mekânın sınırlanması, aktarılmak istenen düşüncenin de sınırlandırılmasına neden olmaktadır” demiştir. Özetle, AYM bu kararla Taksim Meydanı yasağını, ifade özgürlüğünün de sınırlandırılması olarak değerlendiriyor.
Anayasa’nın 153. Maddesi gereği Anayasa Mahkemesi kararları herkesi bağlar. Devletin görevi, Anayasa’yla da güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma hakkı kapsamında 1 Mayıs’ı kutlamak isteyenlerin güvenlik içinde Taksim’e çıkmasını sağlamaktır. Kolluk kuvvetleriyle vatandaşı muhasaraya almak, görevin gereklerine aykırı davranmaktır, hak ihlalidir.
Maalesef AYM kararlarını tanımamak, bu kararlara uymamak, bir iktidar klasiği haline geldi. İktidarın bu hukuksuz tavrından cesaret alan kimi yerel mahkemeler de AYM kararlarını tanımama yolunu seçiyorlar.
Yasağın gerekçesi her zamanki gibi güvenlik. Oysa 2009 yılında AK parti iktidarında 1 Mayıs Taksim Meydanında kutlandı. Başbakan Erdoğan bunu Türkiye’nin olgunlaşması, tabuların yıkılması ve statükonun aşıldığının göstergesi olarak yorumlamıştı. 2013’e kadar bu özgürlükçü uygulama sorunsuz bir şekilde devam etti. Ne hikmetse 2013’te 1 Mayıs fobisi yeniden nüksetti ve yasaklar dönemi başladı. Yasakçı zihniyet 12 Eylül darbecilerin zihin dünyasının ürünüdür.
Bir sıkıyönetim uygulaması gibi tren, metro, metrobüs ve vapur seferlerine kısıtlama getirildi. O gün Sirkeci’ye gitmek üzere Bakırköy’de Marmaray’a bindim ama kendimi Üsküdar’da buldum. Sirkeci durağı yasaklıydı.
İlginçtir; 1600 yıl önce kente su getirmek için inşa edilen tarihi Valens Sukemeri 1 Mayıs’ı kutlamak için Saraçhane’de toplanan kitlenin önünde bir bariyer işlevi gördü.
Anayasa Mahkemesi kararlarına rağmen iktidarın yasak ısrarını, otoritesini tahkim amacından başka bir şeyle açıklamak mümkün gözükmüyor.
Nasıl ki, Türkiye’de 1 Mayıs, Taksim Meydanı ile özdeşleştiyse, dünyanın birçok yerinde de önemli meydanlar 1 Mayıs’la özdeşleşmiştir: Londra’nın Trafalgar Meydanı, Paris’in Bastille Meydanı, Washington DC’de Union Station, Capitol Building ve Moskova’da Kızıl Meydan vs.
Esasen 1 Mayıs bir kutlama değil, işçi sınıfının hak arama mücadelesi tarihinde insanca yaşam talebine ilişkin özel yeri olan önemli bir gündür. 1 Mayıs, işçi sınıfının, 19. Yüzyılda yaşadığı sefaletle mücadele günü olarak tarihe geçti. Sanayi devriminden sonra kurulan fabrikalarda işçiler, günde 14-15 saat, hiçbir güvenlik önlemi alınmadan, çok düşük ücretlerle çalıştırılıyordu.
1886 yılının 1 Mayıs cumartesi günü, merkezi Chicago olmak üzere ABD’nin onlarca eyaletinde işçiler genel grev ilan etti. Grevin temel amacı, 8 saatlik çalışma talebiydi. Slogan olarak da “8 saat iş, 8 saat dinlenme, 8 saat canımız ne isterse!” seçilmişti.
Dört gün süren eylemlerin sonunda, polisin işçilere ateş açmasıyla çatışma yaşandı. 1 Mayıs grevini örgütleyen dört işçi lideri tutuklanıp idama mahkûm edildi.
Sosyalist Enternasyonal, Paris’teki ikinci toplantısında, 1886 Amerikan grevi ve mücadelede yaşamını yitirenlerin anısına 1890 yılında 1 Mayıs’ı “Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü” ilan etti. O günden günümüze değin 1 Mayıs, tam 135 yıldır tüm dünyada dayanışma ve hak arama günü olarak anılmaya başlamıştır. Bayram değildir. Emeğin kutsal bir değer olduğunu hatırlatma günüdür.
“İşçinin hakkını alın teri kurumadan veriniz” diyen İslam Peygamberi Hz. Muhammed, işçinin emeğini karşılamayanı, kendisinin hasmı olarak nitelendirmiştir.
Osmanlı Devleti’nde 1870-1877 yılları arasında yayımlanan Hanefi fıkhını esas alan “Mecelle” de işçi-işveren ilişkileri “icare-i adem”, yani “insanın kiraya verilmesi” başlığı altında ele alınır. Köle-efendi ilişkisinden yola çıkılmıştır ki, işçi işveren ilişkilerini düzenlemekten uzaktı.
1867 tarihli “Dilaver Paşa Nizamnamesi” ile 1869 tarihli “Maadin Nizamnamesi” çalışma şartlarını düzenlemiş, işçilere bazı sosyal haklar tanımıştı. Osmanlı Devleti’nde işçiler çok kötü şartlarda çalıştırılıyordu. İlk grev Meşrutiyet’in özgürlük ortamından yararlanılarak 1908 yılında “İlan-ı Hürriyet Grevleri” olarak gerçekleşti. İzmir tramvay işçileri, Kavala Tütün Rejisi işçileri ve liman işçileri ücretlerin artırılması talebiyle gerçekleştirdiler.
1923 İzmir İktisat Kongresi’nde işçilerin temel hakları ve sosyal güvenceleri konusunda 34 karar alındı. Buna göre çalışma süresi 8 saatle sınırlandırıldı. Amele olarak hitap edilen kadın ve erkeklere işçi denilmesi kararıyla beraber sendikalaşma ve grev hakkı da getirildi. 1 Mayıs gününün Türkiye işçilerinin bayramı olarak kanunen kabulü de bu kongrede karara bağlandı.
16 Mart 1920 ‘de İstanbul işgal edilince, İstanbul’daki sendikalar 1 Mayıs kutlaması yapmamıştır.
1 Mayıs’ın ülkemizde demokratik nizama paralel inişli çıkışlı bir serüveni var. Demokrasinin askıya alındığı darbe dönemlnierinde 1 Mayıs da nasibini almıştır.
Günümüzde 1 Mayıs salt işçi haklarıyla ilgili değerlendirilmemektedir; işçi hakları dahil tüm insan haklarının teminatı olan demokrasiye, adalete, özgürlüğe, eşitliğe, barışa ve kardeşliğe dair taleplerin haykırıldığı gündür.
Ülke kaynaklarının faize, şatafata, silaha ve savaşa değil; emeklilere, işçilere, kamu hizmetlerine ve refah için kullanılması talebidir.
İşçilerin “icazetsiz”, “makul” sayı sınırı olmadan ve nerede isterlerse orada 1 Mayıs’ı kutlamaları için iktidar gerekli güvenlik tedbirleri alabilir.
Güçlü bir işçi sınıfı yaratmakla iktidar yasakçı uygulamalara son vermek zorunda kalabilir. Ancak güçlü bir işçi sınıfı, nereyi isterse orayı 1 Mayıs alanı yapabilir.
Grev hakkını kullanamayan, hayatı durduracak, şalteri indirecek, iktidarla pazarlık gücünden yoksun bir işçi sınıfı önce kendini ve örgütünü sorgulamalıdır.
Bu anlamda Türkiye’de sendikalar maalesef işlevsiz konumdadırlar. Asgari ücret görüşmelerinde hükümet masasında boy göstermenin ötesinde ülkenin yaşamsal sorunlarına dair bir görüş dahi beyan etmekten acizler. Yaşanan onca adaletsizlik, haksızlık, yoksulluk, tren kazaları, tersanelerde, maden ocaklarında yaşanan katliam gibi iş kazaları karşısında sendikalar sus pus.
Sendika liderleri Kürt aşiret ağaları gibi iktidar ve ana muhalefet partilerinde milletvekili listelerinin ön sıralarında yer almakla meşguller. Lideri, iktidar partisi milletvekili olan bir sendika iktidara karşı yeterli düzeyde bir hak arayışına girebilir mi? Aynı şekilde lideri, muhalefet partisinde milletvekili seçilen bir sendikanın hak arayışı, muhalefet partisinin programıyla sınırlı kalır.
80’li yılların sendika liderlerinin tanınırlık oranı hükümet üyelerinden daha fazlaydı. Halk onların söylemlerine odaklanırdı. İktidarlar, muhalefet partileri kadar sendikaları da dikkate alırdı. Sendikalar, ülkenin tüm sorunlarına müdahil olurlardı.
Sendikalar görevlerini yeterince ifa etmiyorlar. Eğer toplumun ekonomik, sosyal ve siyasal sorunları hakkında etkili olmak gibi bir dertleri varsa – ki olmadığı görülüyor- ücret sendikacılığı sarmalından kurtulup sendikal anlayışlarını yeniden revize edip yeni bir sayfa açmalıdırlar.
Artık çalışan kesimler, statü olarak da zihniyet olarak da dünkü “proleterya” değildir. Özellikle kamu çalışanları orta sınıflaşıyor. Sınıf bilinci gittikçe yok oluyor.
Son olarak, yargının iktidar elinde sopaya dönüşmediği, KHK’ların değil, hukukun egemen olduğu, gençlerin on sekizini görmeden fabrikada can vermediği, üniversitelerinin özgür ve özerk olduğu ve seçilmiş rektörlerle yönetildiği, kampüslerinin gerçek bir özgür yaşam alanına dönüştüğü, bilimsel yayında dünya sıralamasında ön sıralarında yer aldığı, herkesin eşit ve ücretsiz sağlık hizmetine erişebildiği, emeğin sömürülmediği, mezarda emekliliğin olmadığı, liyakatin bir değer olarak görüldüğü, gençlerinin yurt dışına kaçmak için fırsat kollamadığı, emeklisinin seyahat edebildiği, hapishane yerine kütüphanelerin açıldığı, kimsenin öteki olmadığı, toplumun tüm katmanlarının eşit yurttaşlık temelinde kardeşçe yaşadığı bir Türkiye’de 1 Mayısları kutlamayı ümit ediyorum.
YAŞASIN 1 MAYIS! BİJİ YEKE GULAN!