09.03.2024
Halife kelimesi h-l-f (halefe) kökünden gelir. Halefe; geride kaldı, sonradan geldi anlamındadır. Halife, selefin yerini alan, sonradan gelen, birinin yerine bırakılan demektir.
Hz. Peygamber’den sonra, ona halef olarak mü’minlere emir olmak olarak tarif edilmiştir. Halife kelimesi Kur’an’da 2 yerde geçmektedir. Hz. Âdem ve Hz. Davut’tan bahsetmektedir.
“Hatırla ki Rabbin meleklere: ‘Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım’ dedi.” (Bakara: 30). Burada kastedilen Hz. Adem’dir.
“Ey Davud! Şüphesiz seni, yeryüzünde halife (hükümdar, iktidar sahibi) kıldık. Öyleyse, insanlar arasında adaletle hükmet!” (Sad: 26).
Hz. Peygamberin vefatından sonra Hz. Ebubekir yerine halife olarak seçildi. Ardından gelen üç halife ise sadece ‘emîru’l-mu’minîn” sıfatını kullanmışlardır. İlk iki halife, Hz. Peygamber’in kayınpederleri idi, son iki halife de damadı. Kimi çevrelerce 5. Halife olarak anılan ancak halifeliği saltanata dönüştüren Muaviye ise Hz. Peygamber’in kayınbiraderi idi.
Halifelik, sonraki dönemlerde padişaha dini bir ‘dokunulmazlık’ kazandırmak amacıyla kullanılmıştır.
Öte yandan 1516 yılında Yavuz Memlüklere karşı zafer kazandığında, Halep’te ‘Hadimu’l-Haremeyni’ş- şerifeyn (iki Harem’in, Mekke ve Medine’nin hadimi) unvanını almıştı. Böylece halifeliği İstanbul’a getirmiş oldu.
Ancak fiili olarak halifeliğin aktif kullanımı II. Abdülhamit döneminde başlar. Çöküşü önlemeye matuf olarak da bu unvana sarıldığı rivayetler arasındadır.
Halifelikten önce de Osmanlı’da siyasal düzen İslam referanslıydı. Hilafet biraz daha meşruiyet zemini sağladı. Müslüman topluluklar üzerindeki etkinliğini artırdı.
Modernleşmeyle birlikte oluşan yeni dünya düzeninde Hilafet kurumsal olarak işlevini yitirmişti. Demokratik toplumun yönetim mekanizmaları bu tarz kurumsal yapıları kabul edemezdi.
1 Kasım 1922’de Türkiye Büyük Millet Meclisi, kabul ettiği 308 numaralı karar ile “TBMM’nin hakimiyetin ve hükümranlığın hakiki mümessili olduğunu” ilan etti. Bu, saltanatın kaldırılması ve imparatorluğun resmen sona ermesiydi.
Vl. Mehmet Vahdettin, padişahlık unvanını artık kullanamadığı için halife unvanıyla son Cuma selamlığına 10 Kasım günü katılıyor. Damat Ferit’in yurtdışına kaçışı ve belki de Ali Kemal Bey’in linç edilmesi üzerine hayatından endişe ederek İngiliz Yüksek Komiserliği’nden yardım talep ediyor. 17 Kasım sabahı, yanında 9 kişilik yakını ile beraber hazineden bir şey almadan Malaya zırhlısıyla Türk sularını terk ediyor. Refet (Bele) Paşa, Vahdeddin’in “Sarayburnu’ndan gaybubet eylediğini” (meydanda görünmediğini) Ankara’ya bildiriyor. Vahdeddin önce Malta’ya götürülüyor. Britanya masrafları ödemeyince Hicaz Kralı Hüseyin’in daveti üzerine Cidde’ye gidiyor. İklim şartlarına dayanamayıp önce Kıbrıs’a, oradan da yaşamının sonuna kadar kalacağı San Remo’ya gidiyor.
Büyük Millet Meclisi’nin 18 Kasım Cumartesi günkü gizli toplantısında Rauf Bey “boş kalan İslam’ın İmamlığına” birinin seçilmesi gerektiğini anlatır. 19 Kasım Pazar günü yapılan oylamada Abdülaziz’in oğlu Abdülmecit Efendi 162 mebustan 148’in oyunu alarak halife seçilir. Müfid Efendi başkanlığında bir heyet İstanbul’a giderek Abdülmecit Efendiye alınan kararı tebliği eder.
24 Kasım Cuma günü Topkapı Sarayında seçim mazbatasını halifeye takdim eder. Hırka-i Şerif ziyaret edilerek biat töreni tamamlanır. Halifelik, Papalık gibi bir kurum olmadığı için Abdülmecit İstanbul’da bir sultan gibi hareket etmeye başlar. Müslüman halk, Cumhurbaşkanına değil ona yöneliyordu. Böylece devletin başında ikilik baş gösterdi. Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir ilkesine aykırı birtakım olaylar ortaya çıktı. Abdülmecit Efendi 12 Şubat günü Türkiye’ye gelen Britanya temsilcisi Mr. Lindsay’ı kabul etti. Bu bardağı taşıran son damla oldu.
3 Mart 1924 günkü Meclis oturumunda Urfa Milletvekili Şeyh Saffet Efendi ile 53 arkadaşı Meclis’e “Halifeliğin Kaldırılması ve Osmanlı Soyundan Olanların Türkiye Dışına Çıkarılması” hakkında bir kanun teklifi verdiler. Teklifin gerekçesinde, halifeliğin “hükümet” demek olduğu, “çağdaş bir hükümetin yanında ayrıca bir halifelik makamına gerek olmadığı” belirtiliyordu. Halifeliğin Türkiye’nin bekasına yönelik tehdit olduğu vurgusu yapılıyordu. Halifeliğin kaldırılmasına yalnızca Kastamonu Mebusu Miralay Halit Bey ile Gümüşhane Mebusu Zeki Bey karşı çıkmışlardır.
İlginçtir, Meclis’te hilafetin kaldırılmasıyla ilgili yasa görüşülürken Adalet Bakanı ve İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Seyit Bey, halifelik kurumunun aşamalarını anlatırken, Hz. Peygamber’in bir hadisini zikreder. “Benden sonra halifelik otuz senedir. Ondan sonra ısırıcı saltanata döner.” Ve devamla “İmamın Kureyş’ten olması gerekir” der- ki bu görüş İmam Şafii’ye aittir. Ayrıca okunan hadisin de İmam Ali taraftarlarınca Muaviye’ye yönelik uydurulduğunu düşünüyorum.
Maalesef Cumhuriyet’in kurucu kadroları da Osmanlı yöneticileri gibi dini araçsallaştırmaktan imtina etmemişlerdir. Yapılan oylamada oturuma katılan 158 üyenin 157’sinin oyuyla hilafetin kaldırılması kabul edilir. Tek ret oyu Zeki Bey verir.
431 sayılı Kanun’a göre halifelik kaldırılırken tüm hanedan üyelerinin, Kanun’un ilanından itibaren 10 gün içinde Türkiye Cumhuriyeti sınırlarını terk etmeleri istendi. Hanedan üyeleri vatandaşlıktan çıkarıldı. Türkiye’de gayrimenkul sahibi olmaları yasaklandı. Yol masrafları karşılandı. Hanedan üyeleri, ülke sınırları içerisindeki gayrimenkullerini bir yıl içinde elden çıkarabileceklerdi. Aksi halde hükümet bunları elden çıkarıp bedelini kendilerine ödeyecekti.
Halife Efendi’ye alınan kararı tebliğ etme görevi İstanbul Valisi Haydar Bey ile Polis Müdürü Sadettin Bey’e verildi. İlk anda kabullenmek istemese de etrafının sarıldığını, telefonların kesildiğini öğrenince ülkeden ayrılmaya razı olur.
Ertesi sabah, saat 5.00’te Halife ve ailesi gizlice Çatalca istasyonuna götürüldüler ve Simplon Ekspresi’ne bindirildiler. Ülkedeki son sözleri, “Mademki, milletin ve memleketin saadet ve selameti için çalışıyorsunuz. Allah muvaffak etsin. Millete duacıyım. Şimdilik İsviçre’ye gidiyoruz. Yabancı ihtiraslara alet olmayacağım.”
Hilafetin kaldırıldığı gün, Şeriye ve Evkaf Vekaleti ile Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekâletinin İlgasına Dair Kanun ile Tevhid-i Tedrisat Kanunu da kabul edildi.
Şeriye ve Evkaf Vekaleti yerine Müslümanların inanç ve ibadet işleriyle ilgilenmek, din kuruluşlarını yönetmek üzere Başbakanlığa bağlı “Diyanet İşleri Başkanlığı” kuruldu. Ayrıca Başbakanlığa bağlı “Vakıflar Genel Müdürlüğü“ kuruldu. Kaldırılan Erkan-ı Harbiye-i Umum Vekaletinin yerine de Cumhurbaşkanının vekili olarak, en yüksek askerlik makamı olarak “Genelkurmay Başkanlığı” kuruldu.
İlk Diyanet İşleri başkanı olarak da 1 Nisan 1924’te CHP Ankara İl Başkanı ve daha önceden İstanbul hükümetinin hakkında idam kararı verdiği, Kurtuluş Savaşı sırasında Şeyhülislam Dürrizade’nin Mustafa Kemal ve arkadaşlarını ölüme mahkum eden fetvasına karşı 50 müftü ile birlikte Mustafa Kemal ve arkadaşlarını aklayan fetvayı yayımlayan Mehmet Rıfat Börekçi atandı. Başkanlığı vefat tarihi olan 5 Mart 1941 yılına kadar sürdü.
Tevhid-ı Tedrisat Kanunu ile de Türkiye’deki tüm bilim ve öğretim kurumları Milli Eğitim Bakanlığına bağlandı. Milli Eğitim Bakanlığı kendisine bağlanan 479 medreseyi kapattı. Buna karşılık İstanbul Darülfünunu’nda bir İlahiyat Fakültesi ile değişik il merkezlerinde 29 imam hatip okulu açıldı.
4 Mart’ta İstanbul Müftülüğü yayımladığı bir bildiriyle, bundan böyle cuma namazlarında okunan hutbede, halifenin adı yerine millet ve cumhuriyetten söz edilmesi ve milletle Cumhuriyet’in saadet ve tealisi için dua edilmesi hususunu ilgililere bildirdi.
İmam hatip okulları ile İlahiyat Fakültesi 1930’da öğrenci yetersizliği gerekçe gösterilerek kapatıldı.
Görüldüğü gibi önce saltanat kaldırıldı akabinde şartlar olgunlaşınca da halifelik kaldırıldı.
Sonuç olarak, Hilafetin kaldırılması, demokratikleşmeden çok jakoben laikliğin önünü açmaya yöneliktir.