20.07.2024
Ankara uzunca bir süredir Şam ile ilişkilerini normal rayına sokmak istemektedir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “kasap”, “katil” ve “diktatör” dediği Suriye Devlet Başkanı Beşşar el Esad’la daha önce ailece görüştüklerini ve o günlere dönmek istediğini söyleyerek “Suriye’nin içişlerine karışmak gibi bir derdimiz asla yok” dedi. Bunu söylediğinde, Türkiye hâlâ 4 milyona yakın Suriyelinin ikamet ettiği ve Suriye topraklarının yüzde 10-12’si civarında toprak parçasını kontrol ediyor. En başta 120 bin mevcutlu Suriye Milli Ordusu (SMO, eski adıyla Özgür Suriye Ordusu/ÖSO) ve HTŞ olmak üzere onlarca cihatçı-Selefi örgütü silahlandırmaya ve desteklemeye devam ediyor. Hatta Suriye hükümetine karşı Gaziantep’te paralel bir hükümet bile kurdu. Kontrol ettiği alanlarda kaymakam ataması yapıyor; banka, PTT, hastane ve Türkçe/Arapça eğitim veren öğretim kurumları açtı. Bununla birlikte tüm bunlar, Suriye’nin içişlerine karışmak olmuyor.
Cumhurbaşkanı benzer ‘u dönüş’lerini Rusya, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suudi Arabistan karşısında da sergilemişti. Ayrıca Birleşik Arap Emirlikleri’nin ortak çabasıyla Suriye geçen Mayıs ayında tekrar Arap ligine dönmüştü.
Esasen Orta Doğu’daki vekalet savaşları Türkiye’yi Suriye ile ilgili farklı bir politikaya zorluyor.
Esad, Erdoğan ile görüşme masasına oturmasının ön şartı olarak, özetle ‘Türkiye, Suriye topraklarını boşaltsın, askerlerini çeksin, 14 yıldan beri Suriye’ye karşı savaşan cihatçı-Selefi örgütlere desteğini çeksin, öyle görüşelim.’ diyor. Bir süredir Ankara-Şam arasında gidip gelen Rusya’nın Suriye’ye “Ön şartta bulunma, buna karşılık Türkiye, askerlerini peyderpey çekeceğine dair taahhütte bulunsun.” dediği bilgisi sızdı. Buna karşılık Erdoğan, Esad’ı Putin’le birlikte Türkiye’ye davet ediyor. “Olmazsa üçüncü bir ülkede görüşürüz” diyor. Bağdat adı ortalıkta dolaşıyor. Türkiye’nin yaklaşımının Türkçesi, ‘Hele bir kucaklaşalım, gerisi gelir. Kervan yolda dizilir. Mısır, Suudi Arabistan ve BAE ile olduysa Suriye ile de olur.’ şeklinde özetlenebilir. Oysa Suriye ile normalleşme herhangi biriyle mukayese edilemeyecek kadar zor. Suriye’de yaşananlar bu ülkelerin hiçbirinde yaşanmadı. BM verilerine göre Suriye nüfusunun yarısı (12 milyon) yerinden edilmiştir. Şehirleri bombalanıp harabeye çevrilmiştir.
Şam’ın aylardır devam eden Rusya ve İran’ın da devreye soktuğu baskıya rağmen bu şartlardan taviz vermediği görülüyor. Bunca yıkıma rağmen Esad’ın Erdoğan’la bir araya gelmesi imkânsız değilse de gerçekleşme şansı çok da mümkün görünmüyor.
Ankara’nın esasen Şam’la diyalog istemesinin nedeni, Suriye’nin kuzey doğusunda (Kürtlerin ROJAVA diye adlandırdığı), 50 bin kilometrekarelik bir alanı kapsayan, 3 milyondan fazla insanın yaşadığı, Suriye’nin petrol bölgesi ve tahıl ambarı bir bölge olan, gelişen ve gittikçe güçlenen, Kürtlerin çekirdeğini oluşturduğu Arap, Çerkez ve Türkmenlerden oluşan, Suriye Demokratik Güçleri’nin oluşturduğu siyasi (PYD), idari ve askeri (YPG) yapıya karşı birlikte politika geliştirip operasyon yapmak ve bertaraf etme isteğidir. Şam’ın tavrı ise Ankara’nın Kürtlere yaklaşımından oldukça uzak. Ankara Suriye Kürtlerini PKK’nın uzantısı olarak görürken, Şam siyasi bir oluşum olarak görüyor ve çözümün de siyasi olduğunu düşünüyor. Kürtlerle gireceği olası bir savaşa Amerika’nın müdahil olacağını biliyor. Esad, Erdoğan istiyor diye Suriye’yi tamamen parçalayacak ve devlete savaş açmamış bir oluşumla düşmanlığa sebep olacak bir yola girmek istemiyor.
Bu bölgenin nüfusunun yüzde 65’i Kürt. Erdoğan, o bölgenin bir statü kazanmasına Türkiye’nin izin vermeyeceğini defaatle vurguladı ve söz konusu bölgeyi “Teröristan” olarak nitelendirdi. Askeri operasyonla tehdit etti. 2018’den beri “Suriye Özerk Yönetimi” adını taşıyan bölge, Amerika’nın güvenlik şemsiyesi altında bulunuyor. Savaş başlamadan önce de Kürtler bugün yaşadıkları yerlerde ve Türkiye’nin kontrol ettiği bölgelerde yaşıyorlardı.
Kürtlerin tarihsel serüvenine bakıldığında Osmanlı İmparatorluğu’nda da özerk yapılanmalar halinde yaşadıklarını görürüz. Bilindiği gibi Şah İsmail tahta geçtikten sonra 16. Yüzyılın başlarında Azerbaycan’dan sonra Kürdistan’ı da ele geçirmek ister. İsmail’in Kürt politikası Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın politikası ile aynıdır. Kürt Reislerini ortadan kaldırıp kendi valilerini atamak ister. Direnen Kürtlerin ayaklanmaları kanlı bir şekilde bastırılır ve reisleri tutuklanır.
Şah İsmail Şiiliği devlet dini ilan ettiği dönemde Kürtlerin çoğu Sünni inanca sahipti. Kurtuluşu Osmanlı ile birliktelikte bulurlar. Bu kapsamda İdris-i Bitlisi vasıtasıyla Yavuz Selim’le diyaloga geçerler. Kürt aşiret askerleri ile Osmanlı’nın düzenli birlikleri Safevi Kızılbaş ordusuna karşı zafer kazanırlar. Artık Kürdistan’ın büyük bir bölümüne Osmanlı hâkim olmuştu. İmparatorluğa katılan topraklar üç ana eyalete (özerk yapı) ayrıldı. Diyarbakır (Kuzey Kürdistan’ın Van Gölünün batısındaki büyük bölümü), Rakka (Urfa, Suriye’nin Rakka vilayeti), ve Musul (Kuzey Irak’ın bir bölümü). 1515’te Kürdistan’a getirilen bu yeni yönetim şekli tam 400 yıl devam etmiştir.
Bir başka önemli faktör sığınmacılardır. Suriyeli göçmenler mevzuu, iç politikada iktidarı zorlayan bir konu olmaya başladı. Bu sorun, Avrupa Birliği’nin tampon bölgesi haline getirilen Türkiye’nin girdiği ekonomik darboğazın önemli sebeplerinden biri olarak gösteriliyor. İşsizlikten kiraların yüksekliğine ve sağlıkta yaşanan sorunların da ana kaynağı olarak mülteciler gösteriliyor ki, bunlarda haklılık payı var.
Olası bir normalleşme sürecinde sığınmacıların hızlıca dönebilecekleri konusunda kamuoyunda yanıltıcı bir beklenti var. İnsanların güven içinde yaşayabileceği bir mekân olmadan, sadece ilişkiler normalleşti diye kitleler halinde dönüş yapması düşünülemez. Suriye’nin ekonomisi de bunu kaldıramaz. Bu insanların barınma ihtiyacı için milyar dolarlara ihtiyaç vardır. Bu finansmanı bugünkü şartlarda Suriye’nin temin etmesi pek olası görünmüyor.
Ayrıca Türkiye’de ciddi bir ekonomik kriz varken, Suriye’nin kuzeyinde binlerce asker bulundurmak ciddi bir maliyet. Türkiye Suriye içinde toplam 125 askeri bölgeye sahip. Halep’te 57, İdlip’te 51, Rakka’da 10, Haseke’de 4 ve Lazkiye’de 2. Buna ilave olarak Milli Ordu adı verilen silahlı grupların maaşları ve masrafları bütçeye büyük yük getirmektedir. Şam bu grupları terörist olarak nitelendiriyor ve bunlarla uzlaşmak ya da müzakere etmek istemiyor.
Bir de İdlip’te on binleri bulan cihatçıların akıbetlerinin ne olacağı hem ABD’yi hem de Avrupa’yı endişelendiriyor. Buradaki cihatçıların ve ailelerinin dünyaya dağılmasından korkuyor. Doğal olarak Ankara-Şam arasında muhtemel bir normalleşme süreci, cihatçıları endişeye sevk ediyor. Türkiye bu grupların Suriye ordusuna entegre edilmesini hedefliyor ki, bu pek gerçekçi bir yaklaşım olarak gözükmüyor. Ayrıca Şam’ın terörist olarak nitelendirdiği bu yapılara af çıkartsa bile çoğunluk Türkiye’de yaşamak isteyeceklerdir.
Öte yandan, bu yapılar Erdoğan’ın Esad’la barışmasını kendilerine ihanet olarak görüyorlar. Esad devrilemeyince işlevleri farklılaştı. Bunlar bir nevi Türkiye çıkarlarının bekçisi konumuna dönüştüler. Öncelikleri YPG’ye karşı savaşmak oldu. Libya ve Azerbaycan’da operasyonlara götürüldüler. Bu milislerin haraç, yağma, istismar, fidye karşılığı adam kaçırma çarkı, Türkiye’nin kontrol ettiği bölgelerde dönüyor. Çıkar için kendi aralarında savaşıyorlar, bu da Türkiye’yi rahatsız ediyor.
Bu çeteci yapılanmalar kısmen de olsa tepkilerini gösteriyorlar. Nitekim geçtiğimiz günlerde, SMO’nun kontrolündeki bölgede Türkiye karşıtı gösteriler düzenlendi. Türk bayrağının indirilip yakılması, tırlara ve binalara yönelik saldırıları, bu minvalde değerlendirmek yanlış olmaz.
Bu arada Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın “Zamanın ruhu barışı çağırıyor, muhaliflere ise desteğimiz devam ediyor” açıklaması normalleşme çabasıyla tenakuz teşkil ediyor.
Şurası açıktır ki, Türkiye’ni Suriye politikası en çok Rusya’nın çıkarlarına hizmet etti. Ukrayna savaşında ABD-NATO’nun bütün zorlamalarına rağmen Erdoğan iktidarının Rusya’ya karşı tavır almasını önemli ölçüde sınırlayan bir rol oynadı.
Nereden bakarsanız bakın Neo-Osmanlıcı dış politika iflas etmiş durumda. Ve Erdoğan bu politikayı terk etmek zorunda.