04.11.2023
Cumhuriyet, Türkiye halkları açısından önemli bir devrimdir. Egemenliğin padişahtan alınıp halka devredilmesidir. Kul kültüründen yurttaşlık kültürüne geçiştir. Monarşinin son bulmasıdır.
Cumhuriyet, Osmanlı İmparatorluğunun 19. yüzyılda Tanzimat’la başlayarak I. Meşrutiyet ve sonrasında 1908’deki II. Meşrutiyet’in reformist birikimlerin devamı niteliğindeydi. Bu süreç II. Abdülhamit despotizmi tarafından kesintiye uğratılsa da bürokraside ve aydınlar arasında sürdürülme eğilimi ağır basıyordu. Dünyadaki genel durum, Cumhuriyet fikrinin olgunlaşmasına katkı sağladı. İmparatorlukların yıkılıp ulus devlet inşa süreçleri, bunu kaçınılmaz hale getirdi.
Cumhuriyet devrimi, 1789 Fransız İhtilali’nden ve Ekim 1917 Sovyet Devrimi’nden nitelik bakımından ayrılır. Bunların ikisi önderli olsa da bir kitle hareketi olarak zuhur etti. Cumhuriyet ise dayandığı kitleyi devrimi gerçekleştirme sürecinde ve gerçekleştirdikten sonra oluşturmuştur.
1789 Fransız Devrimi’nin arkasında büyük filozoflar ve burjuvazi vardır; 1917 Ekim Devrimi’nin arkasında ise Paris Komünü’nü bilen bir kadro ve bir entelijansiya vardır. Ama Cumhuriyetin arkasında lider kadronun dışında kimse olmadığı gibi savaşan halkın dünyadaki gelişmelerden haberi bile yoktu.
Halkın büyük çoğunluğunun milli mücadele zaferinden sonrası için bir fikri de yoktu. 13,6 milyon civarındaki ülke nüfusunun yüzde 82,4’ü kırsalda yaşarken, okuma yazma oranı erkeklerde yüzde 7, kadınlarda yüzde 1‘di. Halkın çoğu çocuk, kadın, yaşlı ve gazilerden oluşuyor ve hastalıkla boğuşuyordu. 40 bin köyün 37 bininde okul yok, postane yok, sermaye yok, teknoloji yoktu.
Kapitülasyonları ve Düyunu Umumiye İdaresi’ni kabul etmiş, borç batağında eli kolu bağlanmış bir Osmanlı’dan Cumhuriyet’e sadece dört fabrika miras kalmıştır: Hereke ipek dokuma, Feshane yün iplik, Bakırköy bez ve Beykoz deri fabrikaları. Bunlar da saray ve asker ihtiyacı için kurulmuştu.
Ayrıca Kurtuluş Savaşının mihenk taşını oluşturan Kazım Karabekir, Rauf Orbay ve Refet Bey gibi paşalar Cumhuriyet fikrine pek sıcak bakmıyorlardı.
Rauf Bey – ki, Hamidiye kahramanı olarak halk üzerinde etkisi oldukça büyük olan bir deniz subayıydı – Fuat Paşa, Refet Paşa ve Kazım Karabekir özellikle hilafetin kaldırılmasına karşıydılar.
Asker-sivil bürokrasisine dayanan bu tepeden inmeci dönüşüm, toplumsal dinamiklere yaslanmadığı içindir ki çeşitli sancılara maruz kalmıştır.
Cumhuriyet sonrası gerçekleşen devrimlerin bazılarına halk direnç göstermiştir. Laiklik gibi kimi uygulamalar, günümüze değin süren tartışmalara ve sıkıntılara neden olmuştur.
Cumhuriyet’i kuran kadrolar, düşünsel politik yönelim açısından Batı değerleriyle uyumlu modernist bir vizyona sahipti. Bu kadronun kendini adadığı hedef ulus devlet inşasıydı. Bu amaçla Osmanlı’ya ait dini, siyasi ve sosyal kurumları lağvederek, Batı tarzı ulus devlet inşasına yöneldiler.
Ümmetten millete geçiş, Anadolu halkı için yeni bir durumdu. Ulus devlet bir etnisiteye dayanıyordu; kurucu kadro bu kimliği Türk ulusu olarak tarif ediyordu.
Dinin etkisi azaltılarak milliyetçilik ön plana çıkarılıyordu. Bir millet yaratma hedefiyle Türk Tarih Kurumu kuruldu. Önceki kökleri üzerinden yeni bir tarih inşa edilmek istendi.
Dünyadaki farklı ulus devlet modellerinden İngiltere ve ABD’de olduğu gibi, toprağa bağlı çoğulcu ve demokratik bir ulus devlet yerine Almanya örneğinde olduğu gibi ırk temelli bir model tercih edildi. Bu model istikrasızlığın temelini attı. Farklı etnik kimliklerin inkâr ve asimilasyonuna dayanan bu model, bir asırdır Türkiye’yi en çok kanatan, büyük acılara neden olan “Kürt sorunu”nun tohumlarını da ekti.
Cumhuriyet döneminde, kökleri “İttihat ve Terakki”ye dayanan Anadolu’yu “Türk ve Müslüman olmayanlar”dan temizleme politikası, Atatürk tarafından devam ettirildi.
Cumhuriyetin kuruluş yıllarında çıkarılan kimi yasalar kâğıt üzerinde kalmaya mahkum olmuştur. Şapka Kanunu o gün çokça sıkıntılara neden olsa da bugün şapka uygarlığın simgesi olarak kabul edilmiyor. Hiçbir devlet memuru takmıyor. Hakeza tekke ve zaviyelerin kapatılması fiilen uygulama alanı bulamamıştır. Bugün için sağ partilerin oy deposu olarak imtiyazlı bir konumdalar.
Dünyada cumhuriyetle yönetilen ülke çok fazla, ancak demokrasiyle taçlandırılan ülke sayısı sınırlıdır. Demokrasinin en iyi uygulandığı ülkeler maalesef monarşiyle idare ediliyor. Bunların başında Birleşik Krallık, İsveç, Norveç ve Danimarka gelmektedir.
Adı Cumhuriyet olup da despotik, faşizme yakın ülkelere örnek olarak Çin, İran ve bazı Türki Cumhuriyetleri göstermek mümkündür.
Türkiye Cumhuriyeti, demokrasiyi hedeflese de yüz yılda bu hedefin hayli uzağında durduğunu görebiliyoruz. Darbe süreçleri ülkeyi demokrasiden uzaklaştırdı.
Cumhuriyet ona inanmayanların aparatı haline getirildi. Basamak olarak kullanıldı.
Demokrasinin temel araçları olan yasama, yürütme ve bağımsız yargı ile tarafsız medya işlevsiz kılınmış durumda. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi adeta kuvvetler birliğine dayanıyor.
Cumhuriyetin 100’üncü yılını kutladığımız bu dönemin en başat özelliği; adına “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” denilen ama hâlâ tam olarak kurumsallaştırılamayan; güçler ayrılığının yok edildiği, bütün yetkilerin tek elde toplandığı, otoriter bir yönetim anlayışının resmileştiği dönemde kutlanıyor oluşudur.
Türkiye, günümüzde 37 OECD ülkesi arasında gelir dağılımı en bozuk dördüncü ülke. Türkiye’nin toplam dış borcu 480 milyar dolarla milli gelirinin yüzde 50’sine yaklaştı. TÜİK yoksulluk verilerine göre yoksul hane sayısı 4 milyon 234 bin. Yoksul sayısı 29 milyona ulaştı. 9 milyon emekli sadece 7500 lira maaş alıyor. Basın özgürlüğü sıralamasında 180 ülke arasında 149’uncu sırada. Türkiye’de toplam 348 bin kişi cezaevinde yatıyor. Anayasa Mahkemesi kararına rağmen Hatay Milletvekili Can Atalay tahliye edilmedi. AHİM kararlarının uygulanmaması sonucunda Türkiye Avrupa Konseyi’nden dışlanmayla karşı karşıya.
2019 seçimlerinde HDP’nin kazandığı tüm belediyelere kayyum atandı. İktidar mensubu eski bir vekil “kayyum rejiminden kurtuluşun tek yolu belediyelerin Ak Parti tarafından kazanılmasıdır” diyebiliyor.
Laik/seküler – dindar hayat tarzı ayırımı devam ediyor. Mevcut kutuplaşma buradan kaynaklanıyor. Uzlaşma kültüründen, diyalog geleneğinde yoksun yaşamaya devam ediyoruz.
Cumhuriyet’in ikinci yüzyılı yerine “Türkiye Yüzyılı” deniliyor ki, bu yüzyılda ülkemiz siyasal iktidarın yanlış politikaları yüzünden mezhep savaşlarının odağı haline geldi.
Sonuç olarak günümüz dünyasında demokrasiyi içermeyen bir cumhuriyet fikrinin çok fazla bir anlamı yoktur. Cumhuriyetin demokrasi ile buluşturulması ve taçlandırılması büyük bir öneme haizdir.