12.05.2024
N’oldu ağama n’oldu/ Sarardı, benzi soldu/ Ağam burdan gidelim/ Bu yerler viran oldu.
Erkan Uğur
Devletin resmi söyleminde Kürtlerin onlarca isyanı olduğu ileri sürülür. Oysa PKK’ya kadar sadece iki isyandan söz edilebilir: Birincisi Azadi’nin örgütlediği 1925 Şeyh Sait İsyanı, ikincisi ise Suriye’de kurulmuş olan Hoybun örgütünün organize ettiği 1930 Ağrı İsyanıdır. Diğerleri çok küçük asayiş hadiseleridir. Bunlar verilen karşılıklar için kullanılan isimler bile garip: “tedip harekatı”, yani terbiye etme harekatı üç gün sürmüş. “Tenkil harekâtı”, yani ortadan kaldırma harekatı.
Şeyh Sait isyanından sonra Şark Islahat Planı devreye sokuluyor. Plan’ın amacı, kitlesel sürgün yoluyla asimilasyon ve cezalandırma. Küçük memuriyetlere dahi Kürtlerin tayini önlendi. Bu konuda başrolde Fevzi Çakmak’ı görüyoruz. Ermenilerden boşalan yerlere Karadenizlilerin, Kafkas ve Balkan göçmenlerinin iskanı sağlandı.
Ağustos 1930’da Başvekil İsmet Paşa şöyle diyor: “Bu ülkede sadece Türk ulusal ve ırksal haklar talep etme hakkına sahiptir.” Müteakiben 1932’de “Türkleştirme Genelgesi” yayınlanarak Türkleştirme projesi devreye sokuluyor.
Cumhuriyet’in korucu kadroları, Batı tipi ulus devlet inşa sürecinde Dersim’i, onların tabiriyle bir “çıbanbaşı” olarak görüyorlardı. Zira Dersim Kızılbaş’tı, Kürt’tü. Ayrıca 1915’te Ermenilere (20 bin civarında) kucak açmıştı, hatta bir kısmı ihtida ederek Kızılbaş Kürt kimliğine geçmişti. Yıllar sonra bunlara “kripto Ermeniler” denilecekti. Bu “çıbanı” “cerrahi ameliye” ile (askerî harekât) söküp atmak gerekiyordu. Oysa Dersim’deki aşiretlerin tümü, Şeyh Sait isyanında devletin yanında yer almış, 1926 yılında heyet halinde Ankara’ya gidip Mustafa Kemal’e bağlılıklarını bildirmişlerdi.
Dersim’in ileri gelenleri yaklaşmakta olan felaketin farkındaydılar. Zira katliam ve sürgün planları yıllar öncesinden başlamıştı. Aşiretler tek tek tasnif edilmişti. Aşiretlerin tabi tutulacağı muamele, sahip oldukları silahlar önceden tespit edilmişti.
Halkın silahlarının toplanmasına ve rüesanın tedibi (sürgün) kararı alınmıştı.
İsmet Paşa, Celal Bayar, Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ile İzzettin Çalışlar bölgeyle ilgili Mustafa Kemal’e raporlar sunmuşlardı -ki, bu raporlar yıllar sonra kitap olarak yayınlandı. Raporlar o günkü medyaya yansıtıldı. Fevzi Çakmak’ın raporu en sert ve acımasız olanıdır.
Medya aracılığıyla Dersim ve Dersimliler patolojik bir vaka olarak yansıtıldı, vatan bünyesinde “habis ur” olarak görüldü. Raporlarda “Dersim bir çıbanbaşıdır, behemehal temizlenmelidir, Dersimli okşanmakla kazanılmaz. Silahlı kuvvetler müdahalesi Dersim’e daha çok tesir eder. Türk camiası içinde Kürtlük eritilmeli, ondan sonra öz Türk hukukuna mazhar kılınmalıdır” deniliyordu. Bu raporlar devletin “yol haritası” işlevini gördü.
Tüm bunlar “ola ki bunlar ayaklanır” diye önleyici tedbir olarak düşünüldü.
Kamuoyu katliama adeta hazırlandı. Başrolde Mustafa Kemal vardı. Dersim Mustafa Kemal’in ilgi gösterdiği en önemli meseleydi. Ayrıca Mete Tunçay’ın tespitiyle Mustafa Kemal’in Arap sevmezliği yanı sıra Kürtleri de her zaman tehlike olarak görüyordu. Toplumda Mustafa Kemal’i masum gösteren yaklaşımlar, gerçeğin kasıtlı saptırılmasıdır. Zira öldüğü güne kadar harekâtı takip eden, kontrol eden ve kararları imzalayan kişidir. Seyyid Rıza’nın idam tarihi 15 Kasım 1937’dir. O tarihte Mustafa Kemal hasta değildir. Hastalığına dair ilk resmi tebliği 30 Mart 1938’de yayınlandı. İhsan Sabri Çağlayangil hatıratında Mustafa Kemal’in idamdan bir gün sonra Şükrü Kaya’yla beraber Elazığ’a geldiğini yazıyor. Basında çıkan Seyyid Rıza’nın idam sehpasındaki resminin derhal kaldırılmasını buyurmuştur.
Dersim’in başına gelen felaket, 1925’ten beri adım adım planlanmıştır. 28 Haziran 1930’da 1850 sayılı yasa ile Doğu bölgesinde suç işleyen kamu görevlileri her türlü cezai işlemden muaf tutulmuştur. Bu yasa ile orduya ‘atış serbest, öldürmek mubah’ denilmiştir.
Dersim’in ileri gelenleri bütün bunları yakından izliyordu. Felakete mani olma adına tüm seçenekleri devreye soktular. Diplomasi, hükümetin dediklerini yerine getirmenin yanı sıra, direnişi de masaya yatırdılar. Şapka devrimi çoğu bölgelerde dirençle karşılaşmasına rağmen Dersim halkı şapkayı en önce giydi. Hatta bazı tezlere göre Seyyid Rıza Mustafa Kemal’e mektup yazarak cetlerinin “Yukarı Türkistan, Horasan vilayetinden” geldiğini belirtmiş, eğer hükümet Seyyid Rıza ve aşiretinin “hizmet ve sadakatinden şüphe” duyuyorsa, Türkistan’a göçmelerine izin verilmesini istemiştir. (Bunun doğru olmadığını düşünüyorum.)
Fakat devlet Dersim halkının kalemini kırmaya karar vermişti.
4 Mayıs 1937’de Bakanlar Kurulu kararıyla başlatılan askeri harekatta Dersim katliamının startı verildi.
Korkomutan Abdullah Alpdoğan’ın iki saldırısı püskürtülünce, Diyarbakır’dan uçak filosu kaldırıldı. Pilotlar arasında Sabiha Gökçen (devletin kızı, Türk Amazonu) de var. Kurtulanlar mağaralara sığındılar. Çağlayangil, anılarında ordunun zehirli gaz kullandığını, insanların mağaralarda fare gibi zehirletildiğini anlatmaktadır. Muhsin Batur ise anılarında bölgede iki ayı aşkın bir süre özel görev yaptıklarını, okuyucularımızdan özür dileyerek yaşantımın bu bölümünü anlatmaktan kaçınıyorum demektedir.
1937 sonbaharına doğru, Dersim yangın yerine dönüşmüştü. Kitlesel kırımlar yaşanıyordu. Seyyid Rıza’nı eşi Bese’nin oğlu Şeyh Hasan dahil ailesinden 47 kişi öldürülmüştü. Erzincan Valisinden gelen görüşme ve barışma teklifinde silah bırakılması durumunda harekatın durdurulacağı, af ilan edilip kimseye dokunulmayacağı ve zararların devletçe karşılanacağı belirtiliyordu. Seyyid Rıza konuyu arkadaşlarıyla müzakere ettikten sonra General Abdullah Alpdoğan’la barış imzaladıktan sonra, Ankara’ya gidip Mustafa Kemal’e Dersim’de yaşananları anlatmak istediğini bildirir. Vali tarafından isteği kabul görür ve Mustafa Kemal’in kendisini beklediği haber verilir.
Seyyid Rıza, ellerine kelepçe vurulunca devlet tarafından tuzağa düşürüldüğünü anladı. Erzincan’da sorgulanıp Genel Valilik karargahının bulunduğu Elazığ’a sevk edildi. Sorgulama dışında mahkeme, idam formalitelerini tamamlamaktan ibaretti.
Seyyid Rıza’nın nasıl idam edildiği başlı başına ibret verici bir vak’adır. 75 yaşını geçtiği için yaşı küçültülerek (belgelere 58 olarak yazılır) asıldı. Onunla birlikte elebaşı olarak görülen, oğlu Reşik Hüseyin (henüz 17 yaşını bitirmemişti. Yaşı büyütülerek 21 yapıldı), Yusufan aşireti reisi Kamer, Kamer’in oğlu Fındık, Kureşanlı Seid Hüseyin, Hayderan aşireti reisi Kamer ve Demenan aşiret reisi Cebrail, Elazığ Buğday Meydanında idam edildiler.
Sanıklar, haklarında idam kararı verilip kararlar General Alpdoğan tarafından imzalandıktan sonra mahkemeye çıkarıldılar. Muhtemelen insanlık tarihinde bir ilk yaşandı. Dr. Nuri Dersimî, Kürdistan Tarihinde Dersim isimli kitabında, “Bu 11 kişiden oluşan Kürt şehitlerinin cenazeleri darağaçlarından indirilerek Elaziz sokaklarında halka teşhir edildikten sonra yakılmıştır” yazmaktadır. Ancak bu bilgi hiçbir farklı kaynakta geçmemektedir.
Çağlayangil, idam anını şöyle anlatır: “Seyyid Rıza’yı meydana çıkardık. Hava soğuktu ve etrafta kimseler yoktu ama Seyyid Rıza meydan insan doluymuş gibi sessizliğe hitap etti. ‘Evladı Kerbelayıh, Bi hatayıh, ayıptır, zulümdür, cinayettir!’ dedi. Benim tüylerim diken diken oldu. Bu yaşlı adam rap rap yürüdü. Çingeneyi itti. İpi boynuna geçirdi. Sandalyeye ayağı ile tekme vurdu, infazı gerçekleştirildi.”
Seyyid Rıza ve arkadaşları, hukuki normlardan uzak, olağanüstü bir mahkemede (Elazığ İstiklal Mahkemesi) yargılandılar. Mahkeme yasaya göre General Abdullah Alpdoğan’a bağlıydı. Türkçe bilmedikleri için savunma yapamadılar ve itiraz hakları olmadı. Çağlayangil’in ısrarıyla mahkeme hafta sonu gece 24.00’de yapılıp idam kararı verildi.
Resmi rakamlara göre 13 binden fazla insan katledildi. Yalnız o dönemde yaşanan tanıklıklar çok daha fazla (72 bin civarında) insanın öldürüldüğünü ortaya koymaktadır. Binlerce insan sürgün edildi ve binlerce çocuk, özellikle kız çocukları evlatlık verilerek ailelerinden koparıldı.
Bu idamların ardından, “Dersim müşkilesi hallolmuştur” denildikten sonra 1938’de yeni bir harekâtın düzenlenmesi, resmi tarihin “isyan ettiler” retoriğini boşa çıkartmaktadır.
Dersim sadece halkını ve kanaat önderlerini değil, sosyal ve kültürel kimliğiyle beraber adını da kaybetti. Dersim’in adı, aynı zamanda harekât adı da olan “demir yumruk” anlamındaki Tunç-el-i olarak değiştirildi.
Dersim’de 1937-1938’de yaşananlar belgeleriyle kanıtlarıyla, tanıklarıyla incelendiği zaman, yapılanların “soykırım” niteliğinde bir katliam olduğu kolaylıkla anlaşılacaktır.
Dilimize pelesenk olmuş “Dersim isyanı” nitelemesi gerçeği yansıtmamaktadır. Katliam için yola çıkan askere bir “direniş” söz konusu ama bir “ayaklanma” asla gerçekleşmemiştir.
Yararlandığım kaynaklar:
- Kürdistan Tarihinde Dersim / Dr. Nuri Dersimi
- Kütlerin Mecburi İskanı / İsmail Beşikçi
- Kürt İsyanları Tedip ve Tenkil / Ahmet Kahraman
- Devlet Gözüyle Türkiye’de Kürt İsyanları / Faik Bulut
- Dersim Raporu / İzzeddin Çalışlar
- Anılarım / İhsan Sabri Çağlayangil
- İsmet Paşa’nın Kürt Raporu / Saygı Öztürk
- Şark Raporu / Celal Bayar
- “1938-38’de Ne Oldu” I. Uluslararası Tunceli Dersim Sempozyumu / Baskın Oran Tebliği