Faysal Mahmutoğlu Yazdı: Devlet ve Dini Yapılar-2

04.02.2023

Günümüzde dini yapılanmaların, geçirdikleri sosyolojik dönüşümlere bağlı olarak kuruluş amaçlarından hayli farklılaştıklarını, uzaklaştıklarını ve geleneksel fonksiyonlarının dışına çıktıklarını görüyoruz. Genellikle klasik işlevlerini kaybetmişler ve tarihteki dini yapılarla ilgileri kalmamıştır.

Toplumu manevi yönden donatmak, insan yetiştirmek gibi bir fonksiyon icra etmiyorlar. Dini araçsallaştırarak siyasi ve ticari faaliyette bulunmaktadırlar. Neredeyse karışmadıkları iş, konuşmadıkları konu yok. Oda seçimlerine bile müdahale edebiliyorlar.

Özellikle Gülen cemaati tasfiye edildikten sonra, devlet ve bürokrasiye sızmak için adeta yarış halindeler. Buradaki amaç; öncelikle devletin gücünden yararlanarak liyakatsız elemanlarına kadro tahsis etmek, ihale kapmak, güç elde etmek ve prestij kazanmak. Böylece toplum nezdinde devlete kısa yoldan ulaşmak için bir aracı, bir basamak haline gelmek. Diğer taraftan bu yapıların çoğu Allah’la kul arasında da aracılık kurumu olarak fonksiyon icra ediyorlar. Ancak bunun devlet aracılığı gibi kısa yoldan maddi bir getirisi olmayınca yönlerini devlete doğru çevirdiler.

Kendilerini İslam’la özdeş gören kimi cemaat ve tarikatlar, devletten sağladıkları güç sayesinde rakipleri üzerinde tahakküm kurabiliyorlar.

“Müminler kardeştir” ilkesini “ihvanlar veya şakirtler kardeştir”e dönüştürmüşler. Kendi mensupları dışındaki herkes ötekidir.

Liyakatsız insanlara avantaj sağlayan yapılara dönüşmüşlerdir. Tıpkı siyasal iktidar gibi toplumu kuşatıcı bir dil kullanmıyorlar, tam tersine, kutuplaşmanın derinleşmesine katkı sunuyorlar. İnhisarcı, kısıtlayıcı, kayırıcı bir nefret söylemine sahipler.

Daha güçlü bir uygarlık inşası için kullanmaları gereken enerjilerini rant ve nüfuz elde etmek için harcıyorlar. Bir medeniyet tahayyülleri yok. İnsanlığa kattıkları bir katma değer yok.

Kur’an’ın evrensel nitelikli ilkeleri olan işlerin ehline verilmesi ve meşveret, bu oluşumlar için bir anlam ifade etmiyor.

Bu yapılara bu ortamı sağlayan, bunları oy deposu olarak gören ve arka bahçe muamelesine tabi kılan siyasal iktidardır.

Aldıkları bu ulufenin karşılığını fazlasıyla veriyorlar.

Kimi medyatik hocalar, vaaz ettikleri kürsüden çoğunluğu dindarlardan oluşan siyasi bir partinin mensuplarına beddua seansları düzenleyebiliyor. Birçoğu da çocuk istismarıyla, seks kasetleriyle gündeme geliyor. Bu konuda İslami camiadan tek itiraz çıkmamaktadır. Tıpkı geçmişte Gülen yapılanmasına karşı cılız da olsa bir sesin çıkmaması gibi.

Bunların bir kısmı, kendi uydurdukları din yorumlarını hem devlete hem de topluma dayatmaya kalkışıyorlar ki bu, insanların dinle aralarına mesafe koymalarına neden oluyor. Sürekli dini terminoloji ile konuşmak, dine karşı negatif bir algınını oluşmasına yol açmaktadır. Deizmin ve ateizmin bu denli yaygınlaşmasının başlıca nedenlerinden biri de bu jakoben din yorumlarıdır. Z kuşağına deve sidiğinin şifa olduğunu anlatamazsınız.

Güçlendikçe toplumun yaşam tarzına müdahale etmeye kalkışmaları ciddi sonuçlar doğurmaktadır. Valiliklerce yaz konserlerinin iptali, müzik yayınlarına müdahale girişimleri bunlara örnektir. Muhtemelen tarihlerinin en cüretkâr dönemini yaşıyorlar. Adeta dokunulmazlıklarını ilan etmişler. Eskiden devletin öfkesinden çekiniyorlardı. Demokrasinin sağladığı özgürlük iklimini istismar ederek demokrasiyi din dışı ilan ediyorlar. Üstelik bütün bunları resmen yasaklı oldukları bir hukuk düzeninde yapıyorlar.

Tüm bunlardan ötürü, muhtemel bir iktidar değişikliği rövanşist uygulamaları beraberinde getirebilir.

Günümüzde dini inançlar üzerinden toplumun birlikteliğinin sağlanamayacağı açık. Tek tip dine inananlar için bile imkânsız. Kaldı ki, artık devletlerin çoğunda birden çok din, mezhep ve etnisite mevcuttur. Siyasal iktidar hepsine eşit mesafede durmak zorunda.

İnsanlar bir cemaat veya tarikat içinde kendilerini ifade etmek zorunda kalmamalı. Hukukun üstünlüğü ilkesi yerine bu yapılar ikame edilmemelidir. Lider sultası altındaki bu kurumlar sadece liderlerini baz alarak hareket etmektedirler. Esas olan, liderin nüfuzu ve çıkarlarıdır. Liderin kirli ilişkilerden çoğu kez cemaat mensuplarının haberi bile olmuyor, kimi zaman da bu kirli ilişkilerde bile bir hikmet arıyorlar.

Her şeye rağmen, Türkiye’de devlet ve dini yapılar arasında sağlanan ilişki konjonktürel olarak değişmekte… Kamusal iradeyi temsil eden devlet ile sivil birer aktör olan bu oluşumların, çeşitli saiklerle birbirlerinin alanlarına girmesi önemli bir soruna dönüşmektedir.

Devletin herhangi bir cemaatin görüşlerini benimseyip doktrin haline getirip topluma dayatması, ayrışmaya ve ötekileştirmeye neden olmaktadır. Aynı şekilde cemaatlerin sivil alandan çıkıp devletten ve bürokrasiden aldığı güçle farklı bir yapılanmaya gitmesi, paralel bir yapıya dönüşür ki, bunu faturası geçmişte çok ağır oldu.

Bu oluşumların devre dışı kalabilmeleri için devlete ve bürokrasiye alımların dinsel, etnik ve mezhepsel aidiyet farkı gözetmeksizin liyakat esaslı olarak gerçekleştirilmesi şarttır.

Devlet ideolojik bir aygıt olmaktan çıkarak adaleti tesis eden bir mekanizmaya dönüşmelidir. Devlet tüm vatandaşlara eşit davranarak herkesin devleti haline gelmelidir. Farklı grupların hakları ve talepleri, dini bir yapının tekeline ve aracılığına terk edilmemeli, devlet tüm dini ve seküler yapılar karşısında tarafsız kalmalı.

Bu yapıların hukuki statüleri faaliyet alanlarıyla birlikte belirlenmeli ve faaliyet alanları dışına çıkmalarına müsaade edilmemelidir.

Faysal Mahmutoğlu’nun Tüm Yazıları

Önerilen Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.